- Kategori
- Efsaneler
İkaros Efsanesi
Girit Adası' nın Kralı Minos, Minotauros denilen canavara birkaç sebepten ötürü çok içerliyordu, üstelik içerlemekte de son derece haklıydı...
Kraliçe Pasiphae, bir boğaya aşık olmak gibi garip tutkuya kapılmış, sonra da Minotauros denilen bu korkunç canavarı dünyaya getirmişti. Bu iğrenç vücutlu, boğa kafalı Minotauros, kral ailesinin bütün huzurunu kaçırmış, ortalığı birbirine katmıştı. Hiç değilse rahat dursa, çevresine zarar vermese yine bir derece!.. Bizim boğa başlı canavar kalkmış, her dokuz senede bir, yedi delikanlıyla yedi genç kızın kendisine kurban edilmesini şart koşuyordu. Bu nedenle onu hapsetmek, hem de hiç kaçamayacağı bir yere kapatmak gerekiyordu.
Minos, bu canavarın bütün kaçış olanaklarını ortadan kaldırmak için, Daidalos adında Yunanlı usta bir mimarı çağırttı. Daidalos ve oğlu İkaros, içerisi karmakarışık yollarla, çıkmazlarla dolu, zikzaklı koridorlarla birbirine bağlı birçok odadan ibaret bir kale inşa ettiler. Bu kalenin yapısı öylesine karışıktı ki; içerisine giren, çıkış yolunu bir daha bulamıyor, yolunu ararken ya yorgunluktan düşüp ölüyor ya da Minotauros' un kurbanı oluyordu.
Tabii bu esnada boğa başlı canavar da aynı şekilde, çıkış yolunu bulamadığından kaçamıyordu.
Daidalos' un inşa ettiği Labyrenthos adındaki hapishane öyle olağanüstü, öyle eşi benzeri görülmemiş bir eserdi ki; o tarihten beri, yol bulmakta güçlük çekilen karmaşık yerlere hep "labirent" adı verildi.
Bu şeytanca bir buluştu... Lâkin Daidalos' a sinirlenen Minos, belki de bina yapısının sırrını kimse öğrenemesin diye Daidalos ile oğlunu da Labyrenthos' a kapattırdı. Mimar kendi yapısının çıkış yolunu, kendisi dahi bulamadı. Zaten bulsa bile kale o kadar iyi korunuyordu ki, hiçbir yere kaçamazlardı.
Eğer Daidalos, kendisi ve oğlu için kanat yapmayı akıl etmeseydi, herhalde ikisi de hayatlarının sonuna kadar orada kalacaklar ve orada öleceklerdi. Baba oğul, uçan kuşlardan kopan ya da yanlarına konan kuşlardan kalan tüyleri biriktirdiler. Sonra bu tüyleri balmumuyla birbirlerinin kollarına ve omuzlarına yapıştırdılar.
Birkaç denemeden sonra baba oğul kanatlarını çırparak üzeri açık labirentten havaya yükseldiler, kalenin ve Girit Adası' nın üzerinden uçarak geçtiler, denize yönelerek memleketleri olan Yunanistan' a doğru yola koyuldular.
Neticede Daidalos ülkesine sağ salim ulaştı... Lâkin kanatlarından pek gurur duyan genç İkaros, güneşe kadar uçmak istedi. Haklısınız, doğrusu bence de fazla abarttı. Ne yazık ki güneş ışınlarının sıcaklığı, yaklaştıkça balmumunu eritti, kanatlar koptu ve zavallı İkaros denize düşerek boğuldu! Düştüğü denize İkarion Denizi (Sisam Adası'nı çevreler) denmesinin bu efsaneyle yakın ilgisi vardır.
Bu öykü, güneşin dünyaya yakın olduğuna inanılan çağlardan kalma, çok eski bir efsanedir. Bugün hepimizin bildiği gibi insan havada yükseldikçe sıcakla değil, tam aksi, soğukla karşılaşır; dağcılar hemen hemen her gün bunun denemesini yaparlar.
İnsanoğlu her çağda başka dünyaları keşfetmek için kendisini yeryüzüne bağlayan bağları koparmak ya da başka bir deyişle, gökyüzüne yükselmek, uçmak istemiştir. Tarihte birçok insan İkaros'u taklit etmeye çalışmıştır, lâkin asıl başarılı uçuş denemelerinin gerçekleştiğini görmek için 18' inci yüzyılın sonuna kadar beklemek gerekmiştir.
Bu efsane, aşırı tutkulara karşı bizleri uyardığı için, aynı zamanda "bilgelik örneğidir" denebilir. Her kim İkaros gibi güneşi yâni ulaşılamayacak bir şeyi ele geçirmek isterse, bir gün onun da kanatları yanacak ve o da düşecektir!