- Kategori
- Kültür - Sanat
İki aykırının mektupları

Bazı insanlar vardır... Yaşam öyle çok yakışır ki onlara, daha doğrusu onlar o kadar çok yakışır ki yaşama... Bir gün yeryüzüne açılan kapıdan çıkıp gittiklerinde bir şeyler yarım kalır, sanki renksizleşir dünya.
Giden değil, kalandır eksilen aslında.
Semiha Berksoy ve Fikret Mualla’nın birbirlerine yazdığı mektuplar , fotoğraflar , anılar ve eserlerinden oluşan Berksoyun ölümünden önce bizzat yayına hazırladığı, Boyut Yayın grubunun yayımladığı harikülade baskılı bir kitap : İki Aykırının Mektupları…
SEMİHA BERKSOY , ‘ilk’lerin kadınıydı :
Türkiye'nin ilk opera sanatçısı. Atatürk, opera kurulması emrini verdiğinde, Semiha Berksoy hazırdır... Darülbedayi'nin ilk oyuncularından... Ekrem-Cemal Reşit Rey'in müzikallerinin en popüler yıldızı... Güzel Sanatlar Akademisi'nde Namık İsmail'in öğrencisi (1929)... Sesli ilk Türk filmine sesini veren... Berlin Operası'nda (1939) "Ariande Auf Naxos" operasıyla , Avrupa'da opera sahnesine çıkan ve ayakta alkışlanan ilk Türk sanatçı...
Ama O, ilklerin kadını olmakla yetinmedi hiç. Yaşamı boyunca yeni bir şeylerin peşinde koştu büyük bir aşkla, heyecanla. Ölene dek bir kenara çekilip, görkemli geçmişi ile avunmak yerine, sanata sımsıkı tutundu hep dört elle ve yürekle.
Ve “sıra dışı” olmayı seçti.
Semiha Berksoy, operanın primadonnasıydı; fakat sanatın her alanına duyduğu tutkulu ilgi, onu tiyatro, yazı ve resim alanında da özgün ve şaşırtıcı eserler vermeye zorluyordu. Resimleri üzerine konuşurken;
"Ne hissediyorsam onun resmini yapıyorum. Kiminde çocuk gibiyim, kiminde melek... Melekliğim, karşılık beklemeden sevmemden geliyor. Sevince, melekleşiyorum, sevince çocuk saflığına kavuşuyorum...” diyordu. Resimleri şaşırtıcı bulunuyordu; çünkü tepkilere aldırmadan sadece iç dünyasını dışa vurmakla ilgiliydi. “Onun resimlerini yorumlarken, Semiha Berksoy figüratif çalışıyor. İnsan varoluşu ile ilgili düşüncelerini çiziyor. Figürleri neredeyse çocuksu bir burkulmayı yansıtıyor. Kontrolsuz burkulma dememek için çocuksu diyoruz.” diye konuşan Dieter Ronte, Berksoy’u bu alanın dahisi olarak görüyor.
1969'da Berlin'de, 1972'de Paris'te, 1974'te Ankara'da sergiler açtı. Sonra ardı arkası kesilmedi sergilerinin. Sadece tuvalleri değil, çarşafları da donattı ruhunun renkleriyle. O da yetmedi, kendi bedenini sanat eserine dönüştürdü. İlerleyen yaşlarında çıkarılması en zor ses olan 'do' sesi vermek için günlerce, haftalarca uğraştı. Sonunda 'do' sesi verdi, 'ölümü yendi'.
'YAPMAYI UNUTTUĞUN
BİR ŞEY VARSA, SAKIN ÖLME ' dedi son nefesine dek…
'Tılsımlı' olarak nitelendirilen sesi, resim yeteneği, grotesk tüylü şapkaları, iki yanağında kırmızı boyaları, akıl almaz kıyafetleri, bitmek tükenmek bilmez enerjisi... Aşkları, dostlukları, yüzyıla meydan okuyan hayatı...
Bizim yapmayı unuttuklarımızı, hatta yapmayı aklımızın ucundan bile geçirmediklerimizi yaptı Semiha Berksoy.
Sanatın bu ‘uçuk’ kadınından öğrenilebilecek en güzel şey, hayatının her saniyesini sanatla iç içe geçirmesi ve tabii ki, en miskin insanı bile hayata bağlayacak bir enerjiye sahip olması idi...
O çoğaldı, biz eksildik yaşamdan…
……………….
Ve FİKRET MUALLA ;
Trajik yaşamı ve bunalımlarıyla, resminin özgün-kişilikli yapısıyla , çağdaş resim sanatımızın kapılarını Batı dünyasına açmayı başarmış ve Batılı kaynaklarda kendi adından söz ettirebilmiş ilk Türk sanatçısı...
Türk resim sanatının en önde gelen ustalarından biriydi Fikret Mualla... Resimlerinden daha çok akılalmaz kişiliği ve sıra dışı hayatıyla tanındı ve anıldı... "Bohem sanatçı" kavramının Türkiye'deki belki de tek örneği olan Mualla, gerçekten de çılgın bir hayat yaşadı... Resmin, alkolun, delilik ile dahiliğin arasında gezinen trajik bir yaşamın izleriydi bunlar...
Genellikle renkli fon kağıtları üzerine guaş boya ile çizdiği resimlerinde, yeteneği erken yıllarda biçimlenmeye başlamış bir sanatçı olarak belirdi. Yaşamındaki savrukluk ve düzensizliğin aksine, resimlerinde konuya ve üsluba hakim bir sanatçı tutumu yansıttı. Paris'in eğlence yerleri, içki salonları, sokakta gezinen insanları, kafeleri, Fikret Mualla'nın irili ufaklı resimlerinde renkli bir anlatımla sergilendi.
Yapıtlarının çoğu bugün özel koleksiyonlarda bulunan Fikret Mualla'nın konuları kahveler, sirkler ve sokaklar gibi Paris yaşamının ayrıntılarından oluşmuştu. Resim onun için bir yaşama biçimiydi. Yaşamın gerçeklerini büyük bir içtenlikle renge ve biçime aktarmış, içinde yaşadığı bohem çevrenin insanını resmine konu olarak almıştı…Resmin kuramsal sorunları ile pek ilgilenmedi.dış etkilere yabancı kaldı ve çağdaş akımlara katılmadı. İçinden geldiği gibi, öznel, coşkun bir lirizm ile dolu resimler yaptı.
Fikret Mualla, yıllarca birkaç kadeh şarap parası için resim yapmış, her sabah sokağa çıkarken kolunun altına sıkıştırdığı çizimleriyle karnını doyurmuş, bazen de doyuramamış, düşkünler evinde ölüp kimsesizler mezarlığına gömülmüş olağanüstü bir yetenekti.
Hayatı boyunca huysuz, agresif, uzlaşmaz bir kişilikti, Türk ve Fransız akıl hastanelerini, karakollarını mesken tuttu, iflah olmaz bir küfürbazdı. Ancak genellikle resimlerine yansımadı bu; renkleriyle, ne bulduysa onun üzerine yansıttığı sıkı gözlemleri ve anılarıyla, yaşama sevinciyle dolu resimler olarak nitelendi eserleri. Belki de resmini, bir türlü baş edemediği hezeyanlarının karşı kefesine koyarak yaşamının o ince dengesini kurmaya çalıştı hayatı boyunca...
……………………………………
İşte bu iki aykırı insanın hayat çizgileri 1930’ lu yıllarda İstanbul’da kesişir. Avrupa görmüş- ki o yıllarda sayıları pek azdır- ve yurda döndüğünde dostlarının tüm çabalarına karşın bir baltaya sap olamamış Fikret Mualla.
Ve Cumhuriyetin ilk opera sanatçılarından biri olan , ilgi alanı müziğin dışına taşan Semiha Berksoy arasında tek ya da çift taraflı bir aşktan söz etmek olası mıdır?
Semiha Berksoy, ölümüne değin, bir aşk insanı olarak yaşamıştır. Hatta coşkulu anlatımı ile Nazım Hikmet’in de Fikret Muallanın da kendisine aşık olduğunu söyler ve eğiliminin Nazım’dan yana olduğunu saklamazdı. Mavi gözlü devin karşısında, alkolik, topal, yolu Nazım gibi cezaevlerine değil, tımarhanelere düşen bir Fikret Mualla, Berksoy’a yakışan bir tip olamazdı tabii ki. Aslında Berksoy’u yakından tanıyanların birleştiği nokta her iki aşkın da, kendi içinde yeşertip geliştirdiği ve onlara mal ettiği aşklardı. Semiha Berksoy, aşka aşıktı. Her şeyin kendi çevresinde dönmesinden sonsuz bir haz duyuyor, bu duygu onu besliyor, kendi yarattığı bu duyguya inanıyordu.
Mualla'nın, 2. Dünya Savaşı öncesi hiç dönmemecesine Fransa'ya gitmesiyle dostlukları mektuplara taşındı. Berksoy, bu dahi arkadaşını rakısız, mektupsuz ve habersiz bırakmadı. Ona 1967'de yolladığı son koli yanıtsız geri döndü. Fikret Mualla ölmüştü. I972'de Paris'te sergi açan Semiha Berksoy dostuna yolladığı mektuplara Mualla'nın koruyucusu Madam Angles sayesinde kavuştu. Angles, mektupları verirken Mualla'nın bu mektupları her zaman cebinde taşıdığını ve zaman zaman çıkarıp okuduğunu anlattı. Semiha Berksoy, birbirlerine yazdıkları mektupları, yolladıkları resim ve desenleri; dostuna duyduğu sevgisini de katarak yayına hazırladı. Kızı Zeliha Berksoy'a bıraktığı bu kıymetli miras Boyut Yayın Grubu ve Semiha Berksoy Opera Vakfı tarafından ortaklaşa kitaplaştırıldı.
Bu iki sıra dışı insanla, dünyayı paylaşmak, onların var olduklarını, yaşadıklarını, ürettiklerini, dahi ruhlarını eserlerinde hissedebilmek bile , müthiş bir sevinç, mutluluk ve kıvanç nedeni . Hele bu iki insan bizim ülkemizin insanı ve genç Cumhuriyetimizin yarattığı, özgürlük ortamının modelleri ise…
* YANGIN yaz 3919' a gönder. Sadece 6 YTL. karşılığında THK' nun Yangın Uçağı Alım Kampanyası' na destek ol...
* Kurban derilerini sadece THK ' na makbuz karşılığı teslim et... Ve Ata ' mızın kurduğu kurumu yaşat...