- Kategori
- Öykü
İki düğün

"Bir ülkenin zenginliği, diğer ülkenin fakirliğidir."
Adnan, yeşil vadideki köye girdiğinde, sessizliğe şaşırdı. Çevrede yaprak bile kımıldamıyordu. Birkaç traktörün geçtiği tozlu yolda köylüler ellerinde azıklarıyla belli ki tarlalarına emeklerini biçmeye gidiyordu. Köyün kahvesi caminin hemen yanı başında birkaç müşterisiyle sakindi. Adnan, arkadaşıyla kahveye uğrayıp, hem çay içeriz, hem de köylülerle sohbet ederiz düşüncesiyle otomobilini köyün okulu önüne park etti. İki arkadaş, kahvenin yakınından gelen dumanın güzel kokusuna anlam veremedi. Adnan, merakla yanında oturan kirli şapkalı avurtları çökük, yüzündeki çizgileri yıllara meydan okumuş yaşlı köylüye,
“ Amca, hayrola bu duman da ne böyle?”
“ Evlat İbramların sünneti va. Küfteler ızgaralar tam gaz, sizlede buyrun, misafirimiz olun.”
“ Sağ ol bey amca, o işi az önce yaptık.”
“ Olmaz evlatlar. Bizim köye saygısızlık olu. Az da osa, bir iki lokma yeseniz eyi olu.”
“ O zaman biraz tadalım.” Sünnet evinin bahçesi panayır yeriydi. Hazırlanan köfteler, mangallarda pişirilip, midelerdeki yerini almaya hazırlanıyor, pilavsa sünnetten kesilen parçanın tadıyla bir başkaydı. Uzunca kurulan masalarda köylüler, yaşlısıyla, genciyle yemek partisinin tadını duyumsuyorlardı. İki arkadaş, köyün camisinden yapılan anonsa kulak verdiler.
“ İkindi namazına müteakiben İbram ağanın oğlunun sünneti var.!.. Tüm köy halkı davetlidir. Duyrulur!” Adnan, yaşlı amcaya,
“ Amca, bu sünnet düğününde eğlence yok mu?”
“ Ne eğlencesi evlat? Sünnette eğlenme olmaz!”
“ Bizim memlekette eğlenceli olur da, hem de aslan sütü içerler”
“ Töbe! Töbe! Bizim buralada öyle şeyler olmaz. Mevlitten sona yemek yenir, çocuklar gezdirilir, o kadar. Adı üstünde oğlum, peygamber efendimizin sünneti.”
“ Hani, çocuklar eğlenceyi severde “ Uzunca kurulan masadaki yerini alan iki arkadaş tıka basa doyurmanın keyfini sigara yakarak kutladılar. Karnını elleriyle yoklayan Adnan,
“ Vallahi, çoktandır böylesine keyifli yememiştim. Nerdeyse karnım patlayacak”
-0-
Salonda davetliler şık giyimliydi. Beş yıldızlı otelin yemek salonundan da başkaca bir şey beklenmezdi. İçerinin ışıklandırması stad projektöründen farksızdı. Konuklar, sosyete düğününün bilincinde hareketleriyle yapmacık ve dikkatliydiler. Düğün sahipleri, konuklarına sundukları ikramın gururunu taşıyordu. Gülümsemeleri arasında konuklara ‘hoş geldiniz ‘ karşılamaları ile mutluydular. Siyah ceket ve beyaz gömlek üzerindeki bordo papyonlu garsonlar, mutfakta özenle süslenen yiyecekleri masalara yerleştirmeleri karınca çalışkanlığındaydı. Düğün sahibinin sünnet olan oğlu, çevresi süslenmiş, parlayan ve ihtişamlı gözüken padişah tahtı benzeri koltuğa kral edasıyla oturduğunda, verilen hediyelerle oynamanın dalgınlığındaydı. Adnan, çevresine baktığında, ince belli, uzun uzadıya eşlerin güzelliğine hayran kaldı. Keşke benim eşimde manken gibi bir kadın olsaydı, kim bilir nasıl da havamı atardım özentisiyle tabağındaki sert eti, kesemediğine sinirlendi. Boncuk gibi akan terine aldırmadan, nezaketinden, görgü kurallarına uyma çabasından da taviz vermiyordu. Eşi Çiğdem’e mırıldanarak,
“ Bu ne yahu! Allah’ını seversen, başlarım böyle sosyetik düğüne!... Bu çatal, bu bıçak ete hiç yakışıyor mu? Şimdi evde olacaktım, eti ellerimle nasılda kemirmiştim.” Çiğdem, mavi gözlerinin alımlılığı ile çevresini süzdüğünde, tanıdıklarına gülümsemesiyle yanıt vermeyi tercih etti. Salonun ışıkları kesilip, ortalık karanlığa gömüldüğünde tek projektörden yansıyan ışığın huzmeleri, sünnet olan çocuğunun üzerine yöneldiğinde, görüntü oldukça görkemliydi. Garsonların, dört bir taraftan omuzlarında tuttuğu tahtırevan üstünde bir ‘ kral ‘ ı sarsmadan, önemli görüşmesine götürmeleri, yavaştı. Karanlığın bir iki ışıkla aydınlanmaya başlamasıyla davetlileri yine de seçkin yapmıyordu. Sünnet çocuğunun 0 – 8 yaş arasındaki uzun hayat hikâyesi slâytla gösterime girdiğinde, salon dışındaki havuz başında da gökyüzüne atılan rengârenk havai fişeklerin sayısını bilmek mümkün değildi. Fişeklerin atılması ve seyredilmesi uzunca bir zaman aldığında, düğün sahiplerinin açılışını yaptığı dansla, pistin tamamı neredeyse dolmuştu. Çiğdem, eşinin kendisini dansa kaldırılmasını beklerken, Adnan’da, beklentiye aldırış etmeden dişinin arasına sıkışan eti çıkarma çabası içinde umursamazdı. Tek düşündüğü sevgilisiydi.
Dansın yavaşlığını orkestranın hızlı oyun havaları bozduğunda ortalık yıkılmaya adaydı. Oynayanların yakalarından pistte düşmeleri en çokta kurtları sevindirmişti. Sahneye gelen pastanın büyüklüğü ise görülmeye değerdi. Pastanın, onca yenen yemeğin ardından midelerdeki yerini alması da oldukça zordu. Düğün sahipleri, galip gelen takım oyuncularının sevinci içinde, işte biz böyle süper bir düğün yaparız mutluluğu içinde davetlileri tek tek uğurlamışlardı. Eve dönüş sarhoşçasınaydı. Adnan, içkileri karıştırmanın mide bulantısıyla birlikte, yatak odasının yolunu zor bulduğunda, horlamasıyla baş başa kalmıştı. Çiğdem ise pencere kenarındaki makyaj pufuna oturduğunda mavi gözleri de karanlığın ardında aydınlığı aramakla meşguldü…
Ertuğrul ERDOĞAN
2002 – BURSA