Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Aysegül Akbay Yarpuzlu

http://blog.milliyet.com.tr/yarpuzlu

05 Ocak '22

 
Kategori
Felsefe
 

İLERLEMECİ LİBERALİZME DAİR 2

“Dünyaya saygı ve şefkatle yaklaşmak istiyoruz. Bu saygı ve şefkat, etrafımızdaki bireyleri ve çevremizi de kapsamaktadır. Bu gezegen ne bizim kişisel mülkümüzdür ne de önemsiz bir tüketim malıdır. Çevremizin yok olmasını ve kirlenmesini bitirmek istiyoruz. Çevre hakkındaki müzakerede ispat yükünün, koruma için münakaşa etmekten istismara yönelik kanıtlar sunmaya dönmesi gerektiğine inanıyoruz.”
 
 
 
SÜRDÜRÜLEBİLİR VE UYUMLU BİR TOPLUM İÇİN ÇALIŞMA
 
 
 
GİRİŞ
 
Sürdürülebilir, Uyumlu, Arzu
 
            Dünyaya nasıl davrandığımızla alakalı çok yanlış olan bir şey var. Çoğu insan bu konuda hem fikir. Geri döndürülemeyen iklim değişikliği konusunu süratle ele alıyoruz. Doğal kaynakları hızla tüketiyoruz. Mercan kayalıkları ve yağmur ormanları gibi ekosistemler tehlike altındalar ve azalan bir döngü içine giriyorlar. Denizlerde aşırı avlanıyoruz ve denizleri çöp ve plastik ile kirletiyoruz. Tabiat ve doğal çevreler bozuluyor. Hayvan ve bitki yaşamı sarsıcı bir oranda yok oluyor. Kirli hava soluyoruz. Liste böyle uzayıp gidiyor. Başka bir deyişle, ekolojik sermayemizi tüketiyoruz. Çoğu insan bu durumun sürdürülebilir olmadığını bilmekte veya sezinlemektedir. Buna rağmen aciliyet duygusu sıklıkla eksiktir ve aslında çok az şey yapılmaktadır. Bu; ülkeler, şirketler ve bireylerin menfaatine olan sürdürülemez davranış nedeniyle mi yoksa sorunların çok uzak, olumsuz sonuçların uzak gelecekte ya da fark yaratabilmek için gerekli olan bireysel kapasitemizin oldukça önemsiz kaldığı bu zorlukların çok büyük olması sebebiyle midir?
 
            Bu makale; söz konusu ekolojik problemlerin nedenlerini, kapsamını ve ciddiyetini daha fazla ele almayacaktır. Bunları saptanmış kabul etmekteyiz. İnsanlar, ilerlemeci liberaller olarak bu ekolojik problemleri nasıl değiştirebileceğimizi irdelemekteyiz. Sürdürülebilir ve uyumlu bir toplum inşa etme arzusu ilerlemeci liberaller için neden bu kadar önemlidir? Ve sürdürülebilir, uyumlu ve arzuyla neyi kastetmekteyiz? Bu arzu; liberalizmin ana ilkesi, bireyin hayatını uygun gördüğü biçimde şekillendirme özgürlüğü, ile nasıl ilişkilidir? Hükümetin buradaki rolü nedir? Ve bu sürdürülebilir toplum gerçekçi bir hedef mi yoksa ulaşılamaz bir ideal midir?
 
“Sürdürülebilir”: Siyasi Bir Mesele
 
            Sürdürülebilirlik pek çok şeyi açıklayan kapsayıcı bir kavram haline gelmiştir ama yine de kimse onun tam olarak ne olduğunu bilmemektedir. 1987’de Birleşmiş Milletler Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nda hazırlanan Brundtland Raporu sürdürülebilir kalkınmayı, gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılama yeteneğini tehlikeye atmadan günümüz neslinin ihtiyaçlarını karşılayan bir kalkınma olarak tanımlamıştır. Bu rapor, şimdi ve (yakın) gelecekte mümkün olduğu kadar çok insan için sürdürülebilir bir “yaşam kalitesi” üzerinedir. Bu yaşam kalitesi öznel bir kavramdır. İlerlemeci liberaller için her bireyin şu soruya verdiği cevap esastır: o, yaşamını kendine yakıştırdığı biçimde şekillendirmek ve kendini geliştirmek için neye ihtiyaç duymaktadır? Bu nedenle bizim için sürdürülebilirlik, şimdi ve sonra, bireylerin tercih ettikleri biçimde yaşaması ve bunu tanzim etmek adına eşit doğal sermayeye sahip olması özgürlüğü ile ilgilidir. Buna aynı zamanda nesiller arası özgürlük de denmektedir. 
 
“Sürdürülebilirlik; bireylerin, şimdi ve sonra, kendi hayatlarını yaşama özgürlüğü ile ilgilidir.”
 
Her ne kadar bireylerin yaşam kalitesi pek çok farklı unsur tarafından etkilense de biz esasen temiz hava, temiz içme suyu, yaşam alanı ve doğal kaynaklar gibi ekolojik ön koşullara değinmekteyiz. Ekolojik sistem var oluşumuzun temel dayanağıdır ve insan özgürlüğü ile gelişimi için varoluşsal önemdedir. Sadece bize faydalı kaynaklar ve yaşamın temel gerekliliklerini sağladığı için değil aynı zamanda pek çok insana göre doğanın kendi içinde yaşamımızı zenginleştiren güzellik ve değeri olması nedeniyle insanoğlu bu sistem olmaksızın var olamaz.
 
            Sürdürülebilirlik önemli bir siyasi meseledir; burada, başka bir yerde veya gelecekte bireyler ve gruplar arasındaki çıkar çatışmalarını çözümlemekle ilgilidir. Ekolojik sistemin hangi parçası üzerinde kimin “hakkı” vardır? Sürdürülebilirlik, herkesin her şeyi aynı seviyede kullanamaması nedeniyle, kıt kaynaklar üzerindeki bir güç mücadelesidir. Dünya bize doğal kaynaklardan tüketmekte olduklarımızı her sene karşılamaya devam edemeyebilir. Mevcut ihtiyaçlarımızı karşılamak için iki dünyaya ihtiyacımız olurdu. Dünya nüfusu arttığında ve daha çok insan batılı yaşam standartlarına kavuştuğunda, ihtiyaç duyulan ile sürdürülebilir bir şekilde kullanılabilir olan arasındaki uçurum büyümeye devam edecektir. Eğer daha zekice kullanabilirsek yeterli miktarda doğal kaynak mevcut durumdadır. Güneş, örneğin, dünyadaki tüm insanların senelik toplam enerji tüketimi kadar enerjiyi saat başı sağlamaktadır. Ancak, bu enerji kaynağını kullanmak için, kararlılık ve siyasi istek çoğu kez eksiktir.
 
            Bu siyasi savaş her zaman adil bir şekilde yapılmaz; bazı insanlar, şirketler ve ülkeler için sürdürülebilir olmayan davranış hala başarı kazanmaktadır. Diğerleri bunun bedelini öder; dünyanın her yerinde sürdürülemezlikten en çok fakir olanın muzdarip olduğu aşikardır. Gelecek nesillerden bahsetmiyoruz bile. Bu bağlamda, sürdürülebilirlik aynı zamanda ahlaki bir meseledir. Neyi adil kabul ederiz? (Henüz doğmamış) üçüncü şahıslara, niteliksel olarak güzel bir yaşam olduğunu hissedecekleri adil bir fırsatı nasıl veririz? 
 
“Uyumlu”: Bağlantılılıktaki Özgürlük
 
            Dolayısıyla, ilerlemeci liberal bakış açısından sürdürülebilirlik her bireyin kendi hayatını yaşama özgürlüğü ile ilgilidir. Ancak bu özgürlük, ilerlemeci liberalizmin yaklaşık çevirisi olan “bağlantılılıktaki özgürlük”tür[1]. Özünde bu; insanoğlunun, kendi özgürlüklerini doğa ile olan etkileşim ve bağlantıları ile geliştiren ve şekillendiren sosyal bir varlık olduğu gerçeğine çıkmaktadır. Çevre, diğer bireyler ile (hükümetler ve kuralları dahil) gruplardan olduğu gibi doğal dünya ve ekolojik sistemden de oluşmaktadır. Bu, liberalizmin ne yazık ki sıklıkla ilişkilendirildiği özgürlük teriminden sapan daha geniş bir özgürlük kavramıdır. Bazı liberal düşünürler özgürlüğü, bireyin hayatını başkalarının müdahalesi olmaksızın yönlendirmesi hakkı olarak tanımlamaktadır. Bu; günümüz tüketim toplumunda “tüketim özgürlüğü”ne, bireylerin istediklerini satın alma özgürlüğüne indirgenen negatif özgürlüktür. Ancak ilerlemeci liberalizm; pozitif özgürlüğün, bireyin olası gücünü en uygun biçimde geliştirmesini mümkün kılan özgürlüğün aynı derecede önemli olduğunu düşünmektedir. Burada ekolojik sistem belirleyici bir rol oynamaktadır.
 
           
 
Temel Değerlerin ikinci önemli ifadesi olan uyumlu toplum şu şekilde anlaşılmalıdır: Uyumlu toplum; insan özgürlüğünün önemli bir ayırt edici özelliği olarak karşımıza çıkan, kendi aralarında insanların ve insanoğlu ile çevresi arasında olan temel bağlantının kendisidir. Uyumlu bir toplumu gerçekleştirmeye çalışmak, bu bağlantı arasında denge bulmaya çalışmak anlamına gelmektedir; (tanım gereği) çatışmasız bir devleti ya da sadece çatışmasız çözümlerden oluşan bir toplumu ima etmemektedir. Uyumlu toplum terimi anlayışımızda, insanlar ve doğa arasında sıklıkla yapılan ayrım anlamsızdır: doğal çevre bütünüyle insan tüketimi için mi vardır (insan merkezli midir) yoksa kendi içinde insanlıktan bağımsız bir değere mi sahiptir (ekoloji merkezli midir)? Doğanın alınıp satılan bir madde olduğu insan merkezli bakış açısı özünde, insanlar ve doğa arasındaki ilişkiye yönelik araçsal bir yaklaşıma yol açmaktadır. Öte yandan ekoloji merkezli bakış açısı; doğanın, insanlıktan bağımsız kendine has bir değeri olduğunu kabul etmektedir.
 
 
 
“Uyumlu bir toplumu gerçekleştirmeye çalışmak, bu bağlantı arasında denge bulmaya çalışmak anlamına gelmektedir; (tanım gereği) çatışmasız bir devleti ya da sadece çatışmasız çözümlerden oluşan bir toplumu ima etmemektedir.”
 
 
 
            İnsan merkezli bakış açısı insanoğlunu bir başlangıç noktası olarak ele almaktadır; ancak bu bakış açısı doğayı hafife almaktadır çünkü doğanın birey için olan değerine yönelik dar araçsal bakış bile sürdürülebilir bir gelişim ihtiyacına yol açmaktadır. Neticede doğanın “kullanımı” gelecekteki bir birey tarafından sınırlandırılabilmektedir. Fosil yakıtların kullanımı iyi bir örnektir: bunlar sadece bir kez kullanılabilir. Bunun dışında hava kirliliği de sağlık sorunlarına neden olduğu için diğer insanların özgürlüğünü kısıtlayabilmektedir. Bu düşünce biçimi zarar ilkesini kapsamaktadır: eğer bir zarar varsa ya da kayda değer bir zarar tehlikesi söz konusuysa, liberal bakış açısına göre, birey özgürlüğünün sınırlandırılması makuldür. Tabi ki söz konusu zarar ilkesi, bireysel insanların eylemleri ile bu eylemlerin ekosistem için sonuçları arasındaki ilişkinin dolaylı olduğu meselelerde faydalı olmayabilir. Asitleşen okyanuslar nedeniyle mercan kayalıklarının ölümünü ya da palmiye yağına yönelik artan talep nedeniyle yağmur ormanlarının tahrip edilmesini düşünün.
 
            Ekoloji merkezli bakış açısı söz konusu sorunlara çözümler içerebilmektedir ancak bu bakış açısı yanlış bir biçimde insanlığı sürdürülemez, araçsal bir konuma yerleştirmektedir. Bu makalede bireylerin doğayı yalnızca belli ve önceden tanımlanmış bir amaçla “kullanmadığını” iddia etmekteyiz. Doğa ile olan ilişkimiz bundan daha kapsamlıdır: doğanın güzelliğinden zevk alabilir veya doğaya; ona ve (geleceğin) insanlarına dair duygudaşlık içermeyen, bizim için nesnel bir amaca hizmet etmeyen bir değer yükleyebiliriz. Bazı yüksek hedefler temelinde olmayan, ancak gelecekte ve dünyanın bir başka yerinde bulunan bilinmeyen bir ötekinin hizmetinde olan ve doğaya saygı temeline dayanan bir liberal yönetimden söz edebiliriz. Burada (önleyici) müdahale ilkesi uygulanmaktadır: gerekçelendirilmesi gereken ekolojik sistemin korunması değil onun tahribatıdır.
 
 
 
“Sürdürülebilir toplum- insan ve doğal yaşam arasında bir denge bulma- düz bir yol boyunca ilerleyebileceğimiz sabit bir nihai varış noktası değildir.”
 
            İlerlemeci liberal görüşte, başka bir ifadeyle, özgür insanlar doğal çevreleriyle bağlantı halinde yaşarlar. Doğa, besin, su, doğal kaynaklar, enerji ve hava ile olan dengeli (“uyumlu”) bir ilişki hedefimizdir. Söz konusu ilişkinin uyuma sahip olmadığı yerde bu ilişkiyi değiştirmek zorundayız.
 
“Arzu”: Ütopya, Distopya ve Dönüşüm
 
            Bu bizi son kelime olan arzuya götürmektedir. Arzu ne anlama gelmektedir? “Denemenin” yeterince iyi olduğu anlamına mı gelmektedir? Yoksa sadece sonuçlar mı hesaba katılmaktadır? Bu soruların özeti şudur: aslında ne ölçüde sürdürülebilir bir toplum yaratma konusunda yetenekliyiz? Sürdürülebilirlik hakkındaki tartışmada sürdürülebilir toplum, sıklıkla, uzun vadede onun için çabalamak zorunda olduğumuz ütopik bir varış noktası olarak algılanmaktadır. Çünkü hiçbir şey yapmazsak sonuç bir distopya, dünyanın sonu olacaktır. Burada sadece iki taraf vardır: “çevreci” ve “inkarcı”. İklim değişikliği tehdidinin basında nasıl tasvir edildiği bunun bir örneğidir: bir yanda iklim değişikliğinin kaçınılmaz ve yıkıcı sonuçları nedeniyle doğrudan bir eylem ihtiyacı diğer yandansa iklim değişikliğinin gereksiz bir uyarı kabul edilmesi nedeniyle onun kolayca reddi söz konusudur.
 
            Sürdürülebilirlik meselesi üzerine olan bu ütopik/distopik bakış açısı, sürdürülebilir bir toplum arzumuzu şekillendirmeye yardımcı olmamaktadır. Sürdürülebilir bir toplum- insan ve doğal yaşam arasında bir denge bulma- düz bir yol boyunca ilerleyebileceğimiz sabit bir nihai varış noktası değildir. Denge bir eylemdir, daimi bir çaba gerektirir. Bisiklet sürerken olduğu gibi dengeleme hiçbir zaman bitmez. Başka bir deyişle sürdürülebilirlik arzusu; hedefin önceden tamamen bilinmediği ama deneyim, yansıma ve fikir çatışması sayesinde artan bir kesinlikle tanımlanabildiği bir hedef arama faaliyetidir. Sürdürülebilir gelişme her nesil için aynı şeyi ifade etmemektedir. Sürdürülebilir bir topluma yönelik arzumuz açık bir kamusal diyaloğu, deneme-yanılma yaklaşımını, esnek bir tutumu ve büyük çaplı (teknolojik ve örgütsel) yenilik ile yaratıcılığı gerektirmektedir. Sürdürülebilir bir topluma geçiş karmaşık bir süreçtir. Bu geçiş; ekonomi, kültür, doğa, teknoloji ve siyasette istikametin net olduğu ancak net bir “planın” yapılamayacağı yapısal değişiklikleri içermektedir.
 
            Buna ek olarak, insanları eyleme geçmek konusunda isteklendirmediği için, “cehennem ve lanetlenme” vaazının sürdürülebilir bir toplum arzusuna yardımcı olmadığını düşünmekteyiz. Çabaları değişiklik yaratmayacakmış gibi göründüğünde insanlar neden mücadele etmeliler ki? Doğa ve insanı dengelemek; tutum, davranış ve kurumlarda büyük değişiklikleri gerekli kılmaktadır. Ancak bu, gerçekçi bir arayıştır. İnsanlığın geçmişte; asit yağmuru, şehirlerdeki baca kirliliği ve ozon tabakasındaki delik gibi krizlerle başa çıkmak için göstermiş olduğu yetenekten umutluyuz. Artırılmış sürdürülebilirliği elde etmek amacıyla ihtiyaç duyacağımız yöntemlerin çoğu halihazırda mevcut ya da ulaşılabilir olduğu için özellikle umutluyuz. İyimserliğimiz ayrıca; daha fazla sürdürülebilirlik için çalışmak adına giderek artan sayıda insanın, sıklıkla yerel seviyede, bir araya geliyor olması gözleminden beslenmektedir.
 
İlerlemeci Liberal Sınır Testi: Makalenin Düzeni
 
            Sürdürülebilirlik meselesi; özellikle sürdürülebilir bir toplum yaratma arzusunun birey özgürlüğünün olası kısıtlamalarına yol açtığı durumlarda, ilerlemeci liberaller için birtakım ikilem ve soruları gündeme getirmektedir. Zira bir kimsenin kendi hayatını şekillendirme özgürlüğünü,  aynı özgürlüğü hem başka bir yerde hem de ilerleyen bir zamanda diğer bireylere vermek için ne zaman sınırlandırabiliriz? Bireyler kendilerini kitlesel olarak imha etme hakkına sahip midir? Bireysel özgürlük, “genel” ve “ekolojik” çıkarın hizmetinde ne ölçüde sınırlandırılabilmektedir? Ve bu çıkarı kim savunmaktadır? Hükümet mi savunmaktadır? Bu durumda hükümet ne yapmalıdır? Biz insanoğlunun doğadan ne kadarını alabileceğinin bir sınırı varsa bu kıt kaynakları nasıl bölüşebiliriz? Ve daha şimdiden çok şey alan insanlar; daha iyi bir yaşam isteyen milyonlarca fakir insandan daha fazla, daha az ya da daha farklı haklar mı almalıdır? Sınırın ötesinde düşündüğümüz “iyi yaşam” kavramları mevcut mudur? Ve hangi yaşam biçimlerinin bu kategoriye girdiğini nasıl seçeriz? Bu sorular soyut görünmektedir ancak yüz milyonlarca insanı besleyen balık miktarı düşüyorken, iklim değişikliği yerleşim alanlarına su basmasına yol açarken ya da çocuklarımızın belli başlı doğal kaynaklara artık erişimin olmayacağı belirginleştiğinde oldukça gerçek bir hal almaktadır.
 
            Bu makale; sürdürülebilir ve uyumlu bir toplum yaratmak konusundaki ilerlemeci liberal arzumuzun sınırlarını üç farklı alanda araştırmaktadır:
 
Bireyin özel alanı
Kendi aralarında insanların kamusal alanı
Devlet ve vatandaşın siyasal alanı
Sürdürülebilir ve uyumlu bir toplum elde etme çabamız, bu alanların her birinde ama farklı biçimlerde ve farklı fırsatlar ile ikilemler içerecek şekilde gerçekleşmektedir. Sürdürülebilir bir toplumun anahtarının çoğunlukla kamusal alana bağlı olduğuna inanmaktayız: insanların; kendi ahlaki pusulaları temelinde, karşılıklı güven içinde, aşağıdan yukarıya ve sıklıkla ve öncelikli olarak yerel seviyede doğal çevredeki sorunlara yenilikçi çözümlerle gelmeleri gücüne güvenmekteyiz. Bazen sürdürülebilir olmayan davranışa yönelik yasaklarla, bazen taslaklar ile değişen kurallar önererek ve bazen de insanlara çözüm bulabilecekleri alan vererek bunda hükümetin de rolü vardır. Hukuk kurallarını savunan liberal demokrasinin özünde sürdürülebilir sonuçlar üretmediğini her zaman akılda tutmak iyidir. Bu; insanların, oy verenlerin ve seçimle iş başına gelmiş kişilerin hükümete ne yapması gerektiğini söylemesine bağlıdır. Neticede, siyaset aslında biziz.   
 
 
 
İNSANLIK ALGISI: BİREY ve ÖZEL ALAN
 
            Kendi hayatlarını şekillendiren özgür bireyler ilerlemeci liberalizmin rehber ilkesidir. Öyle ki siyasi düşüncemiz bireyin özel alanıyla başlamaktadır. İlerlemeci liberalizm insanların kendi gücüne güvenmektedir[2]. Bu güven; her bireyin bir isteği ile kendine özgü ahlakiliğinin olması ve kendi kararlarını verebilmesi inancına dayanmaktadır. Bu, tüm bireylerin “iyi” olduğu ya da “iyi” şeyler yaptığı ve böylece sürdürülebilir bir biçimde davrandığı ya da davranmaya niyetinin olduğu anlamına gelmemektedir. Bu, bireysel bir ahlak meselesidir.
 
Kişisel Kimlik: Sürdürülebilir Bir Biçimde Davranma
 
            İnsanlar neden sürdürülebilir bir biçimde düşünmeli ve eyleme geçmelidirler? İnsanlar; güdü, tercih, arzu ve dürtü bolluğu tarafından yönlendirilmektedir. Hepsi birlikte kim olduğumuzu (bireysel ve kitlesel olarak) etkilemektedir: onlar bizim bireysel ve kitlesel kimliğimizdir. Çoğu insan; bazen (aydınlanmış veya aydınlanmamış) öz çıkar olmaksızın, bazen güçlü bir iç inanç nedeniyle, bazen türdeşlerine karşı olan şefkat ve hayvanlara karşı olan empati duyguları yüzünden, bazen toplumsal baskılar nedeniyle ve sıklıkla yukarıda adı geçenlerin tümünün karışımı sebebiyle sürdürülebilir bir toplum için bireysel çaba göstermektedir. İnsanları bütünüyle ben-merkezci olarak görmemekteyiz. Öz çıkara yönelik olan “aydınlanmış veya aydınlanmamış” eki bile insanlara rehberlik eden güdülerin çeşitliliğini kapsamamaktadır. İnsanlar tümüyle ben-merkezci dürtüler, rekabet ve öz çıkarla yönlendirilmezler. Empati, yardımseverlik ve adalet duygusu eylemlerimizi aynı şekilde belirlemektedir.
 
            Elbette sadece kendilerine bakmayı, sadece kısa vadeyi düşünmeyi ve başkaları ile çevrelerine göz yummayı seçen insanlar de bulunmaktadır. Yine de çoğu zaman insanlar her şeyden biraz yapmaktadır. Bununla birlikte ilerlemeci liberal görüş, çoğunlukla iyi niyetli güçlü bireylere dayanmaktadır. Bu; sosyal demokratların insanları zayıf ve her zaman yardıma muhtaç olarak algılamasından, muhafazakar liberallerin insanların kötü niyetli olduğu varsayımından veya insanların akılcı, ne olursa olsun sürekli tüketim yapacak olan ihtiyaçları tatmin eden bireyler olduğuna dair mevcut (neo) liberal düşünceden açık bir biçimde farklıdır. Bilhassa son bakış açısı, sürdürülebilir bir biçimde davranmanın birey tarafında ciddi bir fedakarlık gerektirdiği varsayımına yol açmaktadır. Bu bakış açısında sürdürülebilirlik; az tüketmek, kendimizi dizginlemek ve zaten insanların bunu yapmayacağı varsayıldığından insanları sürdürülebilir bir biçimde davranmaya “zorlamak” anlamına gelmektedir.
 
            Bu bakış açısının insanlığı küçümsediğini düşünmekteyiz. Sürdürülebilir bir biçimde davranmak, biz zengin Batılılar için mutlaka bir "fedakarlık" veya kişisel koşulların kötüleşmesi değildir. Kesinlikle maddi sonuçlar olacaktır ve ihtiyaçlarımızı karşılama biçimimiz değişecektir. Ancak insanların yaratıcılığı ve uyum yeteneği bize, (mevcut ve yeni) ihtiyaçları yeni biçimlerde karşılama yeteneği kazandırabilir. Dahası, esasen, ihtiyaçlarımız ve tercihlerimiz sabit değildir. (Neo) liberal “fedakarlık” varsayımının önerdiğinin aksine refah duygumuz sadece maddi tatmine bağlı değildir. İnsanlar sürekli olarak gelişmektedirler, ve ihtiyaçlarımız; deneyimlerimiz, eleştirel iç gözlem ve fikir çatışması temelinde değişmektedir. Aynısı tüketim şekillerimiz için de geçerlidir. “Doğal olarak” akıllı telefona, arabaya ya da Yeni Zelanda’ya olan bir tatil uçuşuna ihtiyaç duymayız. Teknolojik, sosyal ve ekonomik gelişmeler kısmen ihtiyaçlarımıza karar vermektedir. Sürdürülebilir olmayan tüketimin artık sık sık merkez sahneye çıkması (“Ben satın aldığım şeyim”) (fikri) insan doğasından değil, bu tarafımızın sosyal ve kurumsal çevremiz tarafından vurgulanması ve teşvik edilmesinden kaynaklanmaktadır.
 
Bu tüketimsel, maddesel doygunluğun bizi mutlu etmek için yeterli olmadığı; işte elde edilen başarı, gönüllü çalışma ve genel anlamda amaçlarının bilincinde olma gibi maddi olmayan şeylerin günümüzde (yeniden) değerlendirilmesiyle kanıtlanmaktadır. Sürdürülebilirlik alanında ihtiyaçların değiştiğini ve bu ihtiyaçların artık sadece tüketimsel öz çıkarla alakalı olmadığını görmekteyiz: vejeteryan ve biyolojik ürün satın alanların sayısındaki artış, doğa koruyucu örgütlenmelerin faydasına yönelik çabalar, şehir bahçelerinin yükselişi, balina avcılığına ve yoğun biyo-endüstriye karşı direniş (bu duruma örnek gösterilebilmektedir). Sürdürülebilir bir biçimde davranmak bir çok insana iyi gelmektedir ve  bir sürdürülebilirlik girişimi başlatmak için yeteneklerinizi kullanmak, örneğin, eğlenceli olabilir. İnsanların iyi bir şeyler yapma ve yeteneklerini kullanma isteği, sürdürülebilir bir toplum için hafife alınmaması gereken bir itici güçtür. İşin püf noktası, insanların kendi gücünden istifade etmek ve muhtemelen bu gücü teşvik etmektir.
 
 
 
“İnsanların iyi bir şeyler yapma ve yeteneklerini kullanma isteği, sürdürülebilir bir toplum için hafife alınmaması gereken bir itici güçtür.”
 
 
 
Kişisel Ahlak: Uyum
 
            Önemli bir (ilerlemeci) liberal ilke, insanların kişisel ihtiyaçlarına dayanarak kendileri için “iyi yaşamı” şekillendirmekte özgür olduklarıdır; bunda neyin “iyi” olduğu başkaları (komşular, arkadaşlar, kilise, devlet, vb.) tarafından dayatılamaz. Bu, ne isterseniz onu yapmanız için bir savunma olamaz. İlerlemeci liberalizmin özü, diğerleriyle bağlantı halinde olan ve böylece bütün için sorumluluk sahibi olan özgür bireydir. Kendi kaderini belirleme hakkı insanları, kendi eylemlerini eleştirel olarak sorgulamak ve sonuçların sorumluluğunu almak zorunda bırakmaktadır. Bu, (ulusal) sınırların bile ötesinde olan başkaları ve çevre için sonuçları içermektedir. Kamusal alanda bu ahlaki sorumluluk konusunda birbirimizle karşı karşıya gelebiliriz.
 
            Özgürlük ve sorumluluk arasındaki bu bağlantı liberal felsefede yaygındır ve neticede eylemlerimizin sonuçları hakkında olan sürdürülebilirlik meselesi ile son derece ilgilidir. Bireyler tarafından doğanın kullanılması ile alakalı İngiliz liberal filozof John Locke; insanların, başkaları için “iyi ve yeterli” bırakılması kaydıyla doğadan faydalanma hakkı olduğunu söylemiştir. Elbette bunun tam olarak ne anlama geldiği yoruma açıktır ama bireyi bununla alakalı düşünme yükümlülüğünden kurtarmamaktadır. Amaç “mükemmel bir biçimde sürdürülebilir” hayatlar sürmek değil ancak diğer bir liberal filozof olan John Stuart Mill’in önerdiği gibi farklı insan dürtülerini dengelemektir. Özünde “iyi yaşam”, insanların ahlaki değerleri ve kişisel ihtiyaçları ile uyum içinde olduğu bir hayattır. Neyi “iyi ve yeterli” ya da adil olarak düşündüğünüz sorusu bir kişisel ahlak meselesidir. Sizce adil olan nedir? İlerlemeci liberal bakış açısından “adil”, bir bireyin şimdi ve gelecekte, kendisinin bizzat kendisi mi yoksa başka bir duyarlı taraf mı olduğunu bilmediğinde, yapacağı veya yapmayacağı şeydir. İnsanların ezici çoğunluğu, bu “cehalet perdesi” arkasından sürdürülebilir tercihler yapmaktadır.
 
 
 
“Kendi kaderini belirleme hakkı insanları, kendi eylemlerini eleştirel olarak sorgulamak ve bu eylemlerin başkaları ve çevreye yönelik sonuçlarının sorumluluğunu almak zorunda bırakmaktadır.”
 
 
 
            Bu arada kişisel ahlak; sadece özel hayatlarımızı değil işveren, komşu ya da vatandaş olarak ne yaptığımızı da içeren tüm insan davranışlarını kapsamaktadır. Özellikle iş hayatında insanlar, sıklıkla, çevre üzerinde etkisi olan kararlar vermektedir. Kanaatimizce, kişisel ahlak (özel bireyler olarak verdiğimiz ahlaki kararlar) ile görev ahlakı (mesleki bir göreve sahip olduğumuzda verdiğimiz ahlaki kararlar) arasında bir ayrım bulunmamaktadır.
 
Arzu: Sonuçlar Önemli Mi?
 
            Buradaki can alıcı soru, elbette ki, kişisel ahlakın nereye kadar gittiğidir. İyi niyet yeterli midir yoksa eylemlerimizin sonuçlarından bütünüyle sorumlu muyuz? Arabanızı sürerken, bu eylemin sonucu olarak şehrinizde başkalarının yaşayabileceği sağlık sorunlarından siz sorumlu musunuz? Bu sonuçların farkında olmalı mısınız? Ve bundan zarar görenlerin zararlarını karşılamalı mısınız? Bu soru, diğer ülkelerdeki insanlar ve hatta gelecek nesiller için olan sonuçlardan bahsetmemektedir bile. Örneğin bireyler, genellikle, Asya’daki bir doğal felaketin neden olduğu hasardan doğrudan ya da dolaylı olarak sorumlu tutulmamaktadır. Bir masa satın alan bir kişi, bununla birlikte, Güney Amerika’daki ormanların tahribinden kısmen sorumlu tutulabilmektedir. Bireyler, bu meselelerde birbirlerini bilgilendirmek için ahlaki yükümlülüğe sahip midir? Ve belki de o tahta masayı almaktan kaçınmalı mıdırlar?
 
            Sonuçlar bizim için zaman ve mekanda ne kadar uzak olursa, bireysel davranışın sonuçlarının tam olarak ne olduğunu tahmin etmek o kadar zor hale gelmektedir. Ve bireyin bir şeyleri değiştirme kabiliyeti de sürdürülebilirlik sorunun ölçeği büyüdüğü için azalmaktadır. Ancak, sürdürülebilirlik sorununun küresel boyutu ve bu soruna yönelik sınırlı etkimiz harekete geçmemek için bir bahane değildir.
 
            Kişisel etki alanımız içinde, yine de, insanlardan çaba göstermelerini isteyebiliriz. Bilgi ve kişinin kendi eylemlerinin sonuçlarına dair farkındalığı ne kadar fazla olursa sorumluluk o kadar artmaktadır. Elbette ki bireyler kendi başlarına sürdürülebilir bir dünya yaratamamaktadır. Sürdürülebilir olmayan gerçekliğin kontrol edilmesi böylesi bir dünya yaratmak için oldukça zordur. Ama her birimiz olumlu veya olumsuz katkılarımızla yüzleşmek durumunda kalabiliriz.
 
 
 
İyi Yaşam, Kişisel Ahlak, İnsanların Kendi Gücü
 
İlerlemeci-Liberal Sınır Testi
 
            Bu bizi son meseleye getirmektedir: İnsanların kendi gücünü ahlaki tercihler yapmak için nasıl harekete geçirebiliriz? Bir Temel Değer olan insanların kendi gücüne güvenmenin daha önce belirttiği gibi insanların kendi gücü verili bir değer değildir, bu güç geliştirilmek zorundadır. Eğitim; insanların öz-denetim kapasiteleriyle yargılarının uyarılması ve geliştirilmesi, bireyin toplumdaki rolü ve konumu hakkındaki eleştirel öz farkındalığın artırılması, insanların kendi hayatlarını nasıl yaşadıkları ve çevrelerini nasıl iyileştirebilecekleri ile ilgili iç görü kazanmaları için önemli bir araçtır. Deneyim, derinlemesine düşünme ve fikir çatışması bunun için elzemdir.
 
            Bireylerin eleştirel öz farkındalığı yeterli değildir fakat onlar kendi günlük hayatlarında sürdürülebilir tercihler yapmak için gerekli olan araçlara da sahip olmalıdır. Neyse ki, bunu yapmanın her zamankinden daha fazla yolu mevcuttur: yakıt tasarruflu veya elektrikli araba ile scooter kullanımı, ekoloji dostu ve düşük maliyetli giyim ürünleri, biyolojik veya yerel olarak yetiştirilen yiyecekler, yeşil enerji, çatıya yerleştirilen güneş panelleri, vb. (bu yollara örnek gösterilebilir.) Yine de sosyal ve kurumsal çevre, hala her zaman sürdürülebilir tercihleri teşvik etmemektedir ya da bunu her zaman kolaylaştırmamaktadır. Bir şeyler satın alma arzumuz, süreklilik arz eden tüketici uyaranları akışı tarafından körüklenmektedir; sürdürülebilir olmayan ürünler sürdürülebilir alternatiflerden daha ucuzdur; insanların sürdürülebilir enerji üretme girişimleri, genellikle mevcut düzenlemeler tarafından engellenmektedir. Çoğu zaman, yenilik alanındaki çabalar yine de meyvesini vermemektedir. Ürünlerin, fikirlerin ve sonuçların aşırı yüklenmesinde insanlar genellikle neyin gerçekten sürdürülebilir olduğunu değerlendirememektedir.
 
            Başka bir deyişle sürdürülebilirlik; siyasi, iktisadi ve sosyal sistemlerimizde köklü bir değişikliği gerektirmektedir. Bu değişim; diğer bireylerle paylaşılan deneyimler ve girişimlerle biçimlendirilen ve güçlendirilen bireysel sürdürülebilir tercihlerle başlamaktadır. Bu ise bizi, kendi aralarında insanların kamusal alanına götürmektedir.
 
 
 
KENDİ ARALARINDA İNSANLAR: İNSANLAR ve KAMUSAL ALAN   
 
            Bireysel sürdürülebilir tercihler, sürdürülebilir ve uyumlu bir toplum arayışımızın temelini oluşturmaktadır. Fakat ilerlemeci liberalizm insanları kendi sosyal bağlamında incelemektedir. İnsanlar gelişir ve ihtiyaçları ile tercihlerini başkalarıyla olan ilişkileriyle şekillendirir. Bu bizi insanların kendi aralarındaki etki alanına götürmektedir. Yalnız başına bireyler sürdürülebilir bir toplum yaratma yeteneğine sahip değildir. Bunun için birbirimize ihtiyacımız vardır.
 
Kendi Aralarında İnsanlar: Ötekilerle Sürdürülebilir
 
            Kamusal alanda bireyler diğer insanlarla etkileşim içinde, iletişim halindedir; bazen kavga eder ve uzun dönem ve kısa dönem ilişkiler kurar. Toplulukları beraber inşa ederiz. Bir bireyi insan yapan budur. İnsanlar pek çok sebeple bağlantı kurmaktadır. Son yıllarda, sosyal ilişkilerde ve sürdürülebilirlik meselelerinde canlanma gözlemledik. Mevcut STK’ların (sivil toplum kuruluşlarının) yanı sıra, insanların kendi aralarında olan yerel girişimleri görmekteyiz. Komşular tarafından kurulmuş yerel enerji şirketlerini, küçük parkları veya doğa alanlarını koruyan gönüllüleri ya da insanların fazla ürünleri veya gıdaları yeniden kullanmasına ve paylaşmasına izin veren internet sitelerini ele alalım. İnsanların kendi aralarında ama neticede çoğunlukla üreticiler ve tüketiciler oldukları bir bağlantı olan “piyasada” da insanlar, kararlı bir biçimde daha sürdürülebilir bir biçimde alışveriş yapmaktadırlar ve kendilerini daha sürdürülebilir ve sağduyulu girişimciliğe adamaktadırlar.
 
            Kamusal alanda olan insanlar arasındaki tüm bağlantılar ve etkileşimler, özel alanda olduğu gibi, sürdürülebilir bir topluma fayda sağlamaz. Bu, bağlantılar kuran ve birlikte bu girişimleri geliştiren bireylerin kişisel ahlakına bağlıdır. İlerlemeci-liberal bakış açısından bu ahlaklılık topluluk tarafından dayatılamaz. Buna rağmen, kamusal alanda, bireyler kendi ahlaki sorumlulukları hakkında birbirleriyle yüzleşmek durumunda kalabilirler. Burası, insanların toplum için neyin önemli olduğunu düşündükleri- örneğin, sürdürülebilir kalkınmayı neyin oluşturduğu ve bununla bağlantılı olarak neyin adil olduğunu düşündükleri- ile ilgili diyaloğun bir bütün halinde gerçekleştiği alandır. “Örtüşen uzlaşı”, paylaşılan değerler arayışı herhangi bir toplumun dayanıklılığı ve devamlılığı için mühimdir[3].
 
 
 
“Deneyimleri paylaşma, düzenli temas, açık bir diyalog ve görüşlerin takası güven ve karşılıklı anlayış üretebilir. Ötekiyle olan bağlantı hissi sıklıkla insanların söz konusu ötekine karşı sorumluluk hissetmesine veya hiç olmazsa o ötekiyle dayanışma halinde olmasına yol açmaktadır.”
 
 
 
Kendi Aralarında İnsanların Gücü: Bağlantılılık ve Yaratıcılık
 
            İnsanlar arasındaki girişimleri ve etkileşimleri- özellikle, örneğin, bürokratik hükümet müdahalesi ile karşılaştırıldığında- böylesine güçlü yapan şey; bu girişim ve etkileşimlerin, ötekine ve doğal çevreye karşı olan saygılı ve etkili tavır için gerekli olan bağlantılılığı teşvik edebilmesidir. Deneyimleri paylaşma, düzenli temas, açık bir diyalog ve görüşlerin takası güven ve karşılıklı anlayış üretebilir. Ötekiyle olan bağlantı sıklıkla insanların söz konusu ötekine karşı sorumluluk hissetmesine veya hiç olmazsa, öteki bir yabancı olsa bile, birbirleriyle dayanışma halinde olmalarına yol açmaktadır. Bu aşağıdan yukarıya doğru olan karşılıklı bağlantının, yukarıdan dayatılan bir dayanışmadan çok daha fazla etkili olduğunu düşünmekteyiz. Ama her şeyden önemlisi insanların kendi aralarındaki güç; toplumda çeşitliliğe ve bu çeşitlilik sayesinde yaratıcılık ve yeniliklere- sorunları çözmek için yeni fikirlerin ortaya çıkmasına- yol açabilir. Teknolojik ve örgütsel yenilikler, sürdürülebilir bir toplum arayışımız için hayati önemdedir çünkü ideal sürdürülebilir bir toplum için bir taslak mevcut değildir. Kendi aralarında insanlar, belli başlı sorunlar çözmek için gerekli olan esnekliği üretmekte ve gereksinimlere göre düzenleme yapmakta hükümetten çok daha iyidirler.
 
“Kendi Aralarında İnsanlar” Ne Zaman Başarılı Olur?
 
            İnsanlar çoğu zaman kendiliğinden bağlantı ve ilişki kurmaktadırlar. Bu düzen kurma ve inşa etme yöntemi insanoğlu için “doğaldır”. Bununla birlikte, sürdürülebilirlik söz konusu olduğunda, insanların kendi aralarındaki gücü daha fazla teşvik edilebilir. Her şeyden önce yaratıcılık; diğer görüşlerle olan özgür karşılaşmalardan, deneyimleri paylaşmaktan ve görüşlerin takasından doğmaktadır. İyi bir bilgi arzı bu diyalog için oldukça önemlidir. İnsanlar sadece; sürdürülebilirlik sorunlarının, bu sorunların sebeplerinin ve gerçekçi çözümlerin bilincinde olduklarında, kendi aralarında insanlar alanında çözümler üzerinde etkili bir biçimde çalışabilirler. Şeffaflık ve kanıta dayalı bilgi arzına, sürdürülebilirlik hakkındaki yanlış bilgiyle mücadele etmek için gerek duyulmaktadır. Ürün bilgisi, yıllık sürdürülebilirlik raporları kullanarak ya da politika oluşturarak gerçeklerle, istatistiksel verilerle ve bilimsel iç görülerle ilgilenmeye odaklanmak zorundayız. Şeffaflığı, örneğin çevresel suça ve sahte çevreciliğe (sürdürülemez bir biçimde davranan şirketler tarafından yapılan “çevreci” reklama) ışık tutarak şeffaflığı izleyen bağımsız kuruluşlar ve sivil toplum örgütlenmeleri de ayrıca önemlidir.
 
            İkinci olarak yaratıcılık; insanların, deneme-yanılma deneyleri yürütme ve hata yapma fırsatına sahip olduğu bir çevrede serpilmektedir. Bu, güven gerektirmektedir. Çoğunlukla güvensizliğe dayanan aşırı bürokratik düzenleme, insanların kendi aralarındaki yaratıcılığa set çekebilmektedir. Şimdi, insanların giderek daha çok “gündelik bağlantılar”- öncekinden daha az resmi, daha kısa dönemli ve daha az hiyerarşik olan bağlantılar- kurduğu eğiliminde insanların kendi aralarındaki olası gücü görüyoruz. Gönüllülüğü, sorumluluğu, karşılıklılığı ve eşitliği aşağıdan yukarıya ve sıklıkla küçük ölçekte görmekteyiz. Diğer bazı hususlara ek olarak, sosyal medya alanındaki teknolojik ve sosyal gelişmeler; insanlar için yeni toplanma yerleri yaratmaktadır ve kitlesel fon gibi yeni topluluk kavramlarını mümkün kılmaktadır.
 
            Güvenilir bilgi arzı ve güvenin yanı sıra belirli bir seviyedeki “rekabet edebilirlik”, kendi aralarında insanların yaratıcı, uyarlanabilir kabiliyetlerinden istifade etmek için de önemlidir. Rekabet edebilirlik, bir uzmanlık alanının yeni gelenlere açık olduğu anlamına gelmektedir. Ne yazık ki kamusal alanımızda bu hemen hemen hiç söz konusu değildir.
 
 
 
“Dengeleyici bir gücü örgütlemek ya da toplumsal oyun alanını dengelemek, sürdürülebilir bir toplum yaratma arzumuzda önemli bir unsurdur.”
 
 
 
            Ayrıcalıklar ya da iktisadi veya siyasi konumları nedeniyle bazı insanlar, kuruluşlar ve şirketler diğerlerinden daha fazla güce sahiptir. Bu insanlar, kuruluşlar ve şirketler mevcut sürdürülebilir olmayan yapıdan hala sıklıkla faydalanmaktadır ve diğer insanların yatırımlarından bedavadan yararlanabilmektedirler. Bunu çoğunlukla; fosil yakıt endüstrisi, enerji yoğunluklu endüstriler ya da biyo-endüstri gibi doğası gereği sürdürülebilir olmayan endüstrilerin lehine olan zümrelerde görmekteyiz. Bu zümreler; sürdürülebilirliği hedefleyen önlemleri durdurmak ya da yürürlükten kaldırmak için kendi güçlü lobilerini kullanmaktadır.
 
            Bu nedenle; dengeleyici bir gücü örgütlemek ya da toplumsal oyun alanını dengelemek, sürdürülebilir bir toplum yaratma arzumuzda önemli bir unsurdur. Daha iyi bir bilgi tedarik etme, herkes için daha güçlü bir ses, engellere işaret etme ve onlarla mücadele etme sürdürülebilirlik hakkında daha verimli siyasi tartışmaları mümkün kılmaktadır. Sürdürülebilirlik meselesinin “demokratikleşmesi”, insanlara kendi hayatları üzerinde etki ve karar verme gücü vermeyi hedefleyen D66 gibi ilerlemeci-liberal bir partinin demokratik ilkeleri ile uyuşmaktadır.
 
“Kendi Aralarında İnsanlar” Ne Zaman Başarısız Olur?
 
            Kendi aralarında insanlar tarafından yapılan tüm girişimler sürdürülebilir sonuçlar üretmemektedir. Onlar tarafından yapılan girişimlerin zayıflıkları mevcuttur. Öncelikle;  sürdürülebilirlik çabalarının meyvelerinin sadece girişimi başlatanlar tarafından değil aynı zamanda herhangi bir şeye katkısı bulunmayanlar ya da sürdürülebilirlik için artık mücadele etme ihtiyacı duymayanlar tarafından hasat edildiği bir bedavadan yararlanma tehlikesi vardır. Bir nehre attıkları atık miktarını azaltan şirketleri düşünün örneğin; ancak, bu şirketler yukarı havzada yer aldıkları için daha aşağı havzada bulunan şirketler sularını arıtmaya veya kendi atık miktarını azaltmaya artık ihtiyaç duymamaktadır. Bedava yararlanma göreceli olarak çekici hale geldiğinde, gönüllü eylemde bulunma isteği zayıflatılmaktadır.
 
            Sürdürülebilirlik tartışmasında sıkça ele alınan, 1962’de Bilim’de (yayınlanan) Gareth Haldin’in makalesinden, halk tabakasının trajedisidir. Su, hava, vahşi hayvanlar ve sahipsiz topraklardaki orman kimsenin mülkü değildir, ve bu nedenle herkesin mülküdür. Eğer herkes kendi bireysel kazancını kovalarsa bu kaynaklar aşırı kullanılır ve sonunda tükenir. Bireysel kullanıcı ya da topluluk bunun farkında olsa bile, kendi faydasına sömürmeye devam etmeyi isteyen bireyler olduğu müddetçe aşırı kullanım devam edecektir. Bunu aşırı avlanılmış stoklarda, aşırı otlatılmış müşterek meralarda ve aşırı kullanılmış yer altı sularında her gün görmekteyiz. Kendi aralarında insanların üçüncü zayıflığı, özümseme ve uygulanabilirliği başarmak konusundaki yeteneksizlikleridir. Kendi aralarında insanlar mükemmel bir biçimde, kendi çevreleri içinde, yüksek ölçütler kurmakta ve daha iyi bir sürdürülebilirliği başarmakta yeteneklidirler. Ama bu ölçütlerin toplumun tümüne yayılması her zaman kendiliğinden gerçekleşmemektedir. Yeni çözümler doğası gereği daha iyi, daha temiz, daha ucuz, vb. olduğunda bu çözümler hızlıca sahiplenilmektedir. Yine de, bireysel bir ağaç kesiciye bir yağmur ormanını sürdürülebilir olmayan bir biçimde yok etmek ve bireysel tüketici için bu sürdürülebilir olmayan odunu satın almak çekici olmaya devam ettiği müddetçe, sürdürülebilir davranış sürüp gidecektir.
 
 
 
“Sürdürülebilirlik sorununa çözüm, güçlü bir hükümet müdahalesinden daha fazlasını gerektirmektedir; bu çözüm, sürdürülebilir bir topluma adanmış güçlü bir sosyal harekete ihtiyaç duymaktadır.”
 
 
 
            Hardin (ve kendinden sonra gelen pek çoğu); bedavadan yararlanma, halk tabakasının trajedisi ve uygulanabilirlik sorunlarını çözüme kavuşturması için bir devletin otoritesine ihtiyaç duyulduğuna inanmıştır. Bir sonraki bölümde, bu görevin, ilerlemeci liberal olarak yerine getirilmesini tartışacağız. Hukuk kurallarının- ve demokrasimizin ve kamu yönetiminin- bir vasıtası olarak hükümet, toplumsal güçlerin bir sonucudur. Öyle ki pek çok önlem, toplumun önemli ölçüde bir kısmı tarafından desteklenmezse etkili olmayacaktır. Nasıl ki kendi aralarında insanlar tarafından yapılan girişimler, devlet tarafından ciddi kriz anlarında korunmalı ve desteklenmeli ise devlet de kabul edilen önlemlerin uygulanması için aşağıdan yukarıya olan girişimlerin desteğine ihtiyaç duymaktadır. Sürdürülebilirlik sorununa çözüm, güçlü bir hükümet müdahalesinden daha fazlasını gerektirmektedir; bu çözüm, sürdürülebilir bir topluma adanmış güçlü bir sosyal harekete ihtiyaç duymaktadır.
 
Kendi Aralarında İnsanlar: Ekonomi ve Piyasa
 
            “Ekonomi”; tüketici ve üreticiler, işveren ve işçiler olarak (beliren) insanlar arasındaki bağlantı sistemi olması nedeniyle kamusal alanın bir parçasıdır. Serbest piyasa kapitalizmi biçimindeki Batı ekonomisi, çoğunlukla, mevcut ekolojik krizin en önemli sebeplerinden biri olarak görülmektedir. Büyüme, kar ve tüketimsel özgürlüğün merkez konumda olduğu bir ekonomik sistemde ekolojik çıkar kaybetmiş görünmektedir. Sürdürülebilir bir toplum elde etme çabamız mevcut ekonomik sistemimizle uyumlu mudur? “Ekonomi” ve “ekoloji” arasında bir çelişki var mıdır?
 
            Ekonomi; kıt kaynakların üretimi, dağıtımı ve tüketimi sistemidir. Bu; (Politik Ekonominin İlkeleri’nde) John Stuart Mill’in, ekonominin sadece ekolojik sınırlar dahilinde gelişebileceği görüşüne dayandırdığı tanımdır. Neticede doğa fanidir ve bu nedenle doğal kaynaklar kıttır. Ekolojik sistemimiz, ayrıca, üretimimizin büyümesi ve böylece ekonomik sistemimizdeki gücümüz üzerine katı sınırlar koymaktadır. Bu sınırları aştığımız takdirde ekonomik sistemimiz istikrarsız ve yaşayamaz hale gelir. O halde, bunun yerine, “(serbest) piyasa” ile “ekoloji” arasında bir zıtlık olduğunu söyleyebilir miyiz? Piyasa, kıt kaynakların verimli tahsisini düzenlemek adına uygun olan bir sonuca ulaşmak için bir araçtır. Bireyler arasındaki tüm bağlantılarda olduğu gibi, piyasa kendi başına sürdürülebilir veya sürdürülebilir olmayan sonuçlar üretmemektedir. Bu sonuçlar, insanlar arasındaki etkileşimleri düzenleyen kurallar ve bireylerin kişisel ahlakiliği tarafından belirlenmektedir. Bu nedenle sürdürülemezliğin; “piyasa” ve “ekoloji” arasındaki temel bir çatışmanın sonucu olmadığını, aksine, bir yandan su, hava ve doğa gibi müşterek doğal kaynakların kıtlığını reddeden öte yandan ekolojik sınırlara aldırmaksızın sınırsız büyümeye, ölçüsüz kar maksimizasyonuna ve tüketimsel özgürlüğe vurgu yapan piyasanın sorunlu kurulumunun bir sonucu olduğuna inanmaktayız. “Piyasa” ve “ekoloji” arasında kökten bir gerilim mevcut değildir ancak çevreyi koruyan kuralların eksikliği ve ekolojik kaynakların ekonomik değerine gereğinden az değer verilmesi nedeniyle öyle görünmektedir.
 
            Ekonominin bu şekilde daraltılması; insanoğlunun araçsal, ihtiyaç gideren bireyler (bakınız: özel alan) olarak daraltılmasına denktir. Böylesi bir daraltma, sürdürülebilir bir toplum arayışımız açısından sorunludur. Aslında bu tamamen ekonomide neyin “değeri” olduğu ile ilgilidir. Ekonomimizi; parasal değerin en önemli değer olduğu, kullanışmış doğal sermayenin ve de insan sermayesinin her zaman denkleme yeterince dahil edilmediği bir biçimde şekillendirdik. Bu, özellikle refahı ölçe biçimimizde göze batmaktadır. Gayri Safi Milli Hasılamızı (GSMH) ölçerken; doğal kaynaklar, sağlık ya da çevrenin niteliği dahil edilmez. Bu; (döngüsel) yeniden kullanımdan ziyade kullanımın merkezi olduğu ve “değerin” öncelikle nicel olarak ifade edildiği doğrusal bir ekonomik modele yol açmaktadır.
 
Döngüsel Ekonomiye Doğru
 
            Sürdürülebilir bir topluma erişmek için, tüketim ve tüketmeye dayanan “doğrusal” ekonomiden (doğal kaynak çıkarımı ekonomisinden) yeniden kullanım temelli “döngüsel” ekonomiye geçmemiz gerekmektedir. Ekonomi ve toplumdaki sürdürülebilirliğe ekonomik değer atfeden dönüşüm, yavaş yavaş ve giderek artan bir hızla şekillenmeye başlamaktadır. Bazı şirketler (hatta ülkeler) için ekonomik büyüme; doğa, çevre ve doğal kaynaklar üzerindeki baskıların azalmasına denk gelen “yeşil (çevreci) büyüme”dir. Giderek daha da artan sayılarıyla şirketler; artırılmış sürdürülebilirliği ve toplu sosyal sorumluluğu, kar etmenin yanı sıra “ilave” bir şey olarak değil stratejik bir gereklilik olarak görmektedir. Bunu; güneş enerjisi, elektrikli arabalar ve üretimin hem karlı hem de sürdürülebilir olmasını mümkün kılan yeşil kimya gibi modern teknolojilerin gelişiminde görmekteyiz. Şirketlerin mevcut eylemlerini daha sürdürülebilir hale getirme çabaları- palmiye yağı gibi sürdürülebilir kaynakları satın almaya, enerji kullanımı ve israfını azaltmaya, daha az kirlenmeye neden olan içerikleri ve paketleme malzemelerini kullanmaya yönelik girişimler- ayrıca dikkate değerdir. Bu konuda, çoğu Hollandalı şirket (Unilever, AkzoNobel, DSM) kendi endüstrilerinde küresel öncülerdir.
 
 
 
“Gerekli yeniliklerin- girişimciler, tüketiciler ve vatandaşlar olarak insanların arasındaki girişimlerin- yeşerme alanı kendi aralarında insanların alanıdır.”
 
 
 
            Döngüsel ekonomiye geçiş için hayati önemde olan yenilikler; hükümet girişimleri ve yalnız mucitler tarafından nadiren üretilmektedir. Gerekli yeniliklerin- girişimciler, tüketiciler ve vatandaşlar olarak karşımıza çıkan insanların arasındaki girişimlerin- yeşerme alanı kendi aralarında insanların alanıdır. Bununla birlikte; ahlaki olmayan piyasanın yöntemleri, diğer bir yandan, şirketlerin sürdürülebilirlik ilerlemeleri üzerine sınırlamalar koymaktadır. Yatırımları ve fakat yüksek gelirlerce eşlik edilmeyen artan maliyetleri gerektiren artırılmış sürdürülebilirlik, şirketler tarafından ebediyen yürütülemeyebilir. Bu durumda tüketicilerin, diğer şirketlerin ya da hükümetin yardımına ihtiyaç duymaktadırlar.
 
İlerlemeci Liberal Alanın Yönünü Belirleme
 
            İlerlemeci liberalizm; kendi aralarında insanların çevrelerindeki sorunlara her zaman çözüm bulacak kadar yaratıcı oldukları inancına dayanmaktadır. Özellikle belirgin bir ortak amaç ve bedavadan faydalanma riskinin olmadığı yakın bir işbirliği mevcut iken insanlar, sürdürülebilirlik söz konusu olduğunda pek çok şeyi birlikte başarabilmektedir. İnsanlar birbirlerini sosyal etkileşimler ve görüşlerin takası aracılığıyla etkilemektedir. Bu, kendi aralarında insanların gücüdür ama aynı zamanda bu, diğer bir yandan, bir tuzaktır. Mevcut uygulamalar, kurumlar, kurallar ve çıkarlar; insanların kendi öz sürdürülebilir tercihlerini yapma özgürlüğüne- kendi aralarında insanlar tarafından yapılan girişimlerin başarısız olduğunun ortaya çıktığı noktaya kadar- engel olabilmektedir. Bilhassa üçüncü şahıslar müşterek maliyetlerin pek çok insana dağıtıldığı ya da bu maliyetlerin geleceğe doğru kaydırıldığı bedavadan yararlanmadan önemli ölçüde faydalanabildiğinde, kendi aralarında insanların kamusal alandaki işbirliği yetersiz kalmaktadır. Şirketler, şahsi olarak, toksinleri boşaltmaktan ve sera gazlarını atmosfere salmaktan yararlanabilirler; balıkçılar aşırı avlanmadan, çiftçiler toprağın aşırı kullanımından faydalanmaktadırlar. Sonunda fatura, uzun dönemde, topluluk tarafından ödenmektedir. Maliyetlerin bölüşümünü daha adil hale getirmek, engelleri ortadan kaldırmak ya da sistemleri harekete geçirmek için kanunlar, kurallar ve diğer hükümet müdahaleleri kimi zaman gereklidir. Bu kamusal alandır.
 
 
 
İNSANLAR ve HÜKÜMET: VATANDAŞLAR ve SİYASAL ALAN
 
            Sürdürülebilirlik meselesi siyaseti etkisi altına almıştır: netice olarak sürdürülebilirlik; burada, başka bir yerde ve gelecekte bireyler ve gruplar arasındaki olası çıkar çatışmalarını çözmekle ilgilidir. Diğerleri zarara uğrarken, sürdürülebilir olmayan davranış belirli bir birey ve grup için faydalı olmaktadır. İlerlemeci liberaller, bir toplumun hakkaniyeti tehdit edildiğinde güçlü bir hükümet eyleminin istenilir ve gerekli olduğuna inanmaktadır. Mevcut sosyoekonomik yapılar, edinilmiş çıkarlar ama aynı zamanda da kurallar ve hukuklar genellikle sürdürülebilirliğe yönelik (bireysel ve kitlesel) çabaları zar zor değerli kılmaktadır.
 
Hakkaniyet ve Hükümet Müdahalesi
 
            İlerlemeci liberal siyaset felsefesi, bireyin hayatına yönelik siyasi müdahale hakkında oldukça hassastır. Siyasal alan- devlet ve vatandaşın alanı- kendi sınırlarını belirleyebilen ve böylece diğer alanları (özel ve kamusal alanları)[4] daraltabilen ya da genişletebilen tek alandır. Bununla birlikte, (ilerlemeci) liberalizmin devlet karşıtı bir felsefe olmadığı yeterince vurgulanamaz. İlerlemeci liberalizmin amacı, mümkün olduğunca çok sayıda bireyin hayatlarını uygun gördükleri şekilde yaşamalarıdır (ve böylece kendi yaşam kalitelerini belirlemeleridir); ve bu özgürlüğü elde etmek için hükümet müdahalesi gerekli olabilmektedir. Özellikle adaletin tehlikede olduğu yerde- sürdürülebilirliğin maliyetinin eşit olmayan bir biçimde dağıtıldığı ve insanların tüketim ve kirlilik aracılığıyla birbirlerine zarar verebildikleri yerde olduğu gibi- güçlü bir hükümete gerek duyulmaktadır. Ya da, bir başka deyişle, burası; bireylerin haklarını ve görevlerini belirleyen bürokratik kurallara ve bunlara uyulmasını temin eden güçlü bir devlete ihtiyaç duyduğumuz yerdir. Genellikle hükümet müdahalesi; bireysel özgürlüğe, ama ilerlemeci-liberal bakış açısından bütünün özgürlüğünü (eşitliği) korumak amacıyla, bir sınırlama koymaktadır.
 
            Bürokratik kurallar aracılığıyla yapılan hükümet müdahalesi gerekli olabilmektedir ama bu müdahale kendine has sınırlamalara sahiptir. Öncelikle, (sürdürülebilir) toplum “yukarıdan dayatılan” kurallar ve taslaklarla yaratılamamaktadır. Bürokrasi; tabiatı gereği yenilikte ve ihtiyaçlara göre değişiklik yapmakta yeterince iyi olmadığından onun çözümler geliştirmesi ve taslak hazırlaması en zeki yaklaşım biçimi değildir. Dahası, hükümet tedbirlerine yönelik özel ve kamusal alanda destek olmadığı takdirde, bu tedbirler çok az elverişli etkiye sahip olur ya da bu tedbirlerin hiç elverişli etkisi yoktur. Kurallar bazen, bu kurallardan kaçınmaya veya bu kuralları birinin ihtiyaçlarına göre bükmeye yönelik yaratıcı yöntemlere yol açmaktadır. Son olarak, bürokratik kurallar istenmeyen davranışı yasaklamak ve hakkaniyeti yaratmak adına iyidir ama bu hem yeterlilik- yenilik anlamında- hem de bağlantılılığın[5] zararına olmaktadır. Her ikisi, ama özellikle ikincisi, sürdürülebilir bir toplum elde etme çabamız için gereklidir. Bürokratik kurallar, sürdürülebilir çözümler bulmaları adına insanların kendi gücüne ve kendi aralarında insanlara mani olabilmektedir.
 
 
 
“Özellikle adaletin tehlikede olduğu yerde güçlü bir hükümete gerek duyulmaktadır.”
 
 
 
Liberal-Demokratik Hukuk Kuralları
 
            Dünyanın bize ait olan bölgesinde hükümet, demokratik olarak seçilmiş organlar tarafından kontrol edilmektedir. Ve bir demokraside her birey; “insanları” ve “kamu yararını” temsil edebilecek partileri ve insanları, ve ayrıca, kimin toplum ve gelecekle ilgili görüşünün öncelikli olduğunu seçme hakkına sahiptir. Bu, demokrasinin sürdürülebilir sonuçları temin etmediği anlamına gelmektedir. Sonuç bireylerin tercihlerine dayanmaktadır. Bu sebeple sürdürülebilir gelişmenin Batılı yaşam tarzınca (garaj önünde iki araba, senede iki defa tatil uçuşları) sağlanan fırsatlardan yararlanan “tartışmalı çoğunluk”- Batılı orta sınıflar- tarafından zapt edildiği korkusu vardır. Durumun gerçekten böyle olup olmadığı sorusunu bir kenara bırakırsak- Hollanda’da üst-orta sınıfın oldukça geniş bir kısmı “yeşil (çevreci)” partilere oy vermektedir- ilerlemeci liberal bakış açısından bu, demokrasinin sürdürülebilir sonuçları nasıl üretebileceği sorusunu doğurmaktadır.
 
            Bu bizi, bu makalenin daha önceki bölümlerinde bulunan iki önemli tartışmaya götürmektedir. İlerlemeci liberaller, özel alanda olduğu gibi siyasal alanda da bireylerin özgürlüğünün ahlaki sorumlulukla bağlantılı olduğuna inanmaktadır. Demokraside vatandaşlardan; sadece kendi kişisel tercihlerini ya da Jean-Jacques Rousseau’nun 18. yüzyılda ortaya koyduğu gibi kendi kişisel “tutkularını” değil bir bütün olarak toplumun üstün yararını göz önünde bulundurdukları bilinçli ve iyi düşünülmüş bir tavırla oy vermeleri beklenmektedir. “Bu tutkuların tasfiyesi”- kamusal alanda olduğu gibi- diyaloğu, görüşlerin takasını ve paylaşılmış deneyimleri gerekli kılmaktadır. İlaveten bu ahlaki sorumluluk sadece vatandaşlar için değil aynı zamanda siyasi liderlerimiz için de önemlidir. Siyasal liderlik, politikacıların yalnızca kendi destek tabanlarının çıkarlarını ve tercihlerini gerçekleştirmeye çalışmadığı ama ayrıca onlara “rahatsız edici gerçekleri” de söyleyebilmeleri anlamına gelmektedir.
 
            Sürdürülebilir bir toplum yaratma arzumuz, liberal demokrasinin her bir vatandaşının sahip olduğu liberal temel haklara dayanmaktadır. Bu haklar insanların, hükümet müdahalesinden bağımsız bir biçimde kendi “iyi yaşam” biçimlerini yaratmalarını mümkün kılmaktadır. Öyle ki devlet, iyi yaşamın belirli bir biçimini savunamamaktadır ve dayatamamaktadır. Devlet “tarafsızlığı” ilkesi modern zaman liberalizminin önemli bir parçasıdır. Ancak bu devletin “sürdürülebilir iyi yaşamı” teşvik edemeyeceği anlamına mı gelmektedir? Bu tarafsızlığın “değerden bağımsız” olmadığını fark etmek güzeldir. Tarafsızlık ilkesi bireysel özgürlük ve sosyal çeşitlilik değerlerini korumaktadır. Buna dayanarak devlet, bu özgürlüğü ve çeşitliliği engelleyen toplumdaki sosyal yapıları düzeltebilmektedir. Anında bu, sürdürülebilirlikle bir bağ kurmaktadır çünkü ekolojik sistem tüm bireylerin kendilerini geliştirme özgürlüğü için önemli bir ön koşuldur.
 
Zarar ve Tedbir İlkeleri
 
            Bu öyleyse; ilerlemeci liberal bakış açısından, belirli yapılar veya davranış(lar) diğer insanları zarara uğrattığı takdirde devlet müdahalesinin meşrulaştırılabileceği sonucunu doğurmaktadır. Buna zarar- geniş anlamıyla, başkalarının imkanları üzerindeki kısıtlamalar olarak karşımıza çıkan zarar- ilkesi denmektedir. Elbette herkesin cevabını aradığı soru şudur: “zararı” oluşturan etmenler nedir? Ve ayrıca ne kadar zarar ya da zarar tehlikesi kabul edilebilir? Olası zarar hakkında (bilimsel) bir uzlaşı yoksa tedbir ilkesi uygulamaya girer. Bu ilke; bilinmeyen bir zarar durumunda, gerekçelendirme yükümlülüğünün sürdürülebilir değil sürdürülebilir olmayan davranış üzerine olduğunu belirtmektedir. Aksi takdirde, Temel Değerlerimizde belirttiğimiz gibi, doğanın korunması değil onun aşındırılmasının meşrulaştırılması gerekirdi. Devlet müdahalesinin temeli olarak hasarın değerlendirilmesi, şeffaf ve kanıta dayalı bilgilerin sağlanması ihtiyacını bir kez daha vurgulamaktadır. Bu sadece zararın belirlenmesi için değil, aynı zamanda bedelin değerlendirilmesi için de geçerlidir. Örneğin; doğal sermaye tüketiminin, katma değerin tesisi olarak görüldüğü bir GSMH’nın körü körüne elde edilme çabası tanımı gereği sürdürülebilir değildir.
 
 
 
“Eğer olası bir zarar hakkında uzlaşı yoksa tedbir ilkesi uygulamaya girer. Bu ilke; bilinmeyen bir zarar durumunda, gerekçelendirme yükümlülüğünün sürdürülebilir değil sürdürülebilir olmayan davranış üzerine olduğunu belirtmektedir.”
 
 
 
            Hükümet her iki ilkeyi şekillendirmek için kendi tasarrufunda çeşitli araçlara sahiptir. En etkili ama aynı zamanda en “kaba” hükümet aracı kabul edilemez (okuyunuz: sürdürülebilir olmayan) davranışı yasaklaması ve asgari ihtiyaç talimatı vermesidir. Bu araç, DDT gibi son derece tehlikeli pestisitlerin ve balina avcılığının yasaklanmasında ve aynı zamanda endüstriyel faaliyetlerle ilgili olarak güvenlik ve çevrenin korunmasına ilişkin temel ölçütlerin uygulanmasında değerini kanıtlamıştır. Yine de bu araç kendine dair belirgin sınırlamalara sahiptir; ancak siyah-beyaz tercihler mümkün ve cazip olduğunda elverişlidir. Bu, zararın ne olduğu hakkında yüksek düzeyde kesinlik kadar gerçekçi seçeneklerin mevcudiyetini gerekli kılmaktadır.
 
            Bazen belirli bir davranışı yasaklamak uygun değildir ama yine de bu davranışın zararlı etkilerini azaltmak için gereklidir. “Olumsuz dışsallıklar”, belirli bir davranıştan (örneğin balık tutmaktan) elde edilen kazançların özel, ama bu davranış tarafından üretilen zararın (balık stoklarının birden azalmasında görüldüğü gibi) müşterek olduğu ya da hatta hiç kimseye ait olmadığı zaman ortaya çıkmaktadır. Böylesi durumlarda, kendi aralarında insanlar için sürdürülebilir çözümler üretmek oldukça zordur. Nihayetinde, Hollanda’daki tüm balıkçılar sürdürülebilir balıkçılık yöntemlerine geçmiş olsalardı bile bu durum diğer ülkedeki balıkçıların denizleri tüketmesini durdurmazdı. Hükümet, “dışsallıkları içselleştirme”de önemli bir rol oynamaktadır. Devlet; müşterek mallarımızın, hepimizin ihtiyacı olan ancak özel mülkiyete ait olmayan şeylerin, koruyucusu olarak işlev görmektedir. Mülkiyet hakları yaratarak ve “kimseye ait olmayanı” müşterek mülkiyete dönüştürerek, içinde insanların- bireyler olarak ve uyum içinde- sürdürülebilir çözümlere erişebilecekleri bir haklar bağlamı ortaya çıkmaktadır.
 
 
 
Hakkaniyet, Zarar İlkesi, Tedbir İlkesi, Eşit Şartlı Faaliyet Alanı
 
            Hükümetin belirli bir davranışı makbul gördüğü ancak yasaklar, emirler veya katı çerçevelerin çok ileri gittiği durumlarda hükümet teşvikler kullanabilmektedir. Mali teşvikleri kullanmak ilerlemeci liberalizmle oldukça uyumludur. İnsanlar seçme özgürlüklerini muhafaza ederler ve özgür bireyler olarak, müşterek bir biçimde üzerinde karara varılmış kamu yararını ilerletecek kararlar almaya teşvik edilirler. İnsanların sürdürülebilir olmayan bir davranış için fazladan para vermelerini sağlamak zarar açısından düşünmekle (“kirleten öder” düşüncesiyle) ters düşmemektedir. Söz konusu ödeme o hasarın tazminatı olarak görülebilir. Bununla birlikte, miktarın ne kadar yüksek olması gerektiğine karar vermek zordur. Ayrıca bu yöntem her zaman ahlaki olarak savunulabilir değildir: “kötü” davranış “iyi” yapılmaz çünkü insanlar bunu telafi etmek için para ödemektedirler.
 
Eşit Şartlı Faaliyet Alanı
 
            Kısacası zarar ve tedbir ilkeleri, sürdürülebilir davranışı teşvik eden ve/veya sürdürülebilir olmayan davranışı teşvik etmeyen ve hatta onu yasaklayan kanunlar, kurallar, görevler ve vergilere yol açmaktadır. Ancak, tarafsızlık ilkesine dayanarak hükümetin, sürdürülebilirlik söz konusu olduğunda daha dolaylı bir biçimde oynaması gereken bir rolü vardır: hükümet, iyi yaşam görüleri arasında hakkaniyetli bir rekabet için eşit şartlı bir faaliyet alanı yaratmaktan sorumludur. Dolaylı sübvansiyonlar, izinler, görevler ve vergiler nedeniyle sürdürülebilir olmayan şirketler hala, sürdürülebilir olan seçenekler üzerinde üstünlüğe sahiptir. Özellikle de olumsuz dışsallıklar- doğal çevrenin piyasa aygıtlarınca kullanımı nedeniyle onlar tarafından neden olunan hasar- piyasa fiyatına dahil edilmemektedir. Döngüsel ekonomiye geçiş sadece hükümet oyunun kurallarını değiştirdiğinde gerçekleşebilir.
 
            Eşit şartlı olmayan faaliyet alanının bir benzeri, kazanılmış hakların kurumsallaştırılmış ayrıcalıklardan çoğunlukla hoşnut olduğu kamusal alanda bulunabilir. Kendi aralarında insanlar tarafından yapılan sürdürülebilirlik girişimleri sıklıkla (izinler gibi) bürokratik kuralların mayınlı arazisine denk gelmektedirler. Kendi aralarında insanlar için alan yaratmak hükümetin elindedir. Alan yaratmak “hiçbir şey yapmamak” değil ama çoğunlukla arzu ve çerçeve tesis etmek ve sonrasında insanlara kendi öz çözümlerini bulmaları için bir yer vermek anlamına gelmektedir. CFC’lerin (dünyanın çevresindeki gaz katmanlarına zarar veren kloroflorokarbon gazlarının) salınımı ile benzer bir biçimde ele alınmıştır. Hükümet; kendi aralarında insanların üzerinde çözümler ürettikleri bir arzu, “birkaç yıl içinde CFC’lere son” (arzusunu) beyan etmiştir. Böylece hükümet, yenilik için kendi öz kabiliyetine bağımlı olmamaktadır.
 
 
 
“Alan yaratmak “hiçbir şey yapmamak” değil ama çoğunlukla arzu ve çerçeve tesis etmek ve sonrasında insanlara kendi öz çözümlerini bulmaları için bir yer vermek anlamına gelmektedir.”
 
            Son olarak, sürdürülebilir bir toplum elde etme çabası, uzun dönemde tutarlılıktan yararlanmaktadır. Çoğu çevreci (yeşil) girişimler- bir kaçını saymak gerekirse; rüzgar enerjisi, güneş enerjisi ve biyogaz gibi- kararsız hükümet politikaları nedeniyle büyük zorluklarla karşılaşmışlardır. Ancak söz konusu araçlar; (mali) yeniden hesaplamalara yenik düşmeyecek şekilde, daha uzun bir dönem için devam ettirilebilir bir biçimde inşa edilmek zorundadır. Elbette ki bu, bağlantılı bilimsel ilerlemeler durumunda politikanın değişmemesi gerektiği anlamına gelmemektedir. Sürdürülebilirlik politikası söz konusu olduğunda; tahsis edilmiş kaynakların, devamlılığı temin ettiği Delta Projesi (Hollanda’nın güneybatısında bulunan üç önemli deltanın etrafındaki araziyi denizden korumak amaçlı yürütülen bir dizi inşaat projesi) ve yol yapımı etrafındaki zamana karşı koyan düzenlemeler örneğini takip edebiliriz. Güvenilir bir hükümet, en azından faal bir hükümet kadar değerlidir.
 
Ölçek Seviyesi: Küreselleşme ve Bölgeselleşme
 
            Hükümet müdahalesi pek çok seviyede- ulusal hükümet, belediyeler, iller, ama aynı zamanda Avrupa Birliği ve hatta Birleşmiş Milletler veya uluslararası anlaşmalar gibi olası ‘dünya hükümetleri’nde- ortaya çıkmaktadır. Sürdürülebilirlik her seviyede bir meseledir. Örneğin, atıkların yok edilmesi ve peyzaj yönetimi genel olarak yerel ve bölgesel konulardır; egzoz dumanının neden olduğu hava kirliliği Avrupa’ya özgü bir meseledir; ve iklim değişikliği ile biyolojik çeşitlilik kaybını sınırlandırma bölgesel, ulusal, Avrupa’ya özgü ve küresel seviyelerle ilgilidir. Mesele şu ki her sorun meydana geldiği ölçekte bir çözümü gerektirir. Bazen diğer Avrupa ülkeleri dahil olmak zorundadır; bazen uluslararası anlaşmalar aracılığıyla tüm küresel topluluğa ve bazen de tüm ölçek seviyelerinde aynı anda bir çözüme ihtiyaç duyulacaktır. Özellikle sürdürülebilirlik meselesine bir diğer D66 Temel Değeri uygun düşmektedir: uluslararası ölçekte düşünme ve harekete geçme.
 
            Ekolojik meselelerin “küreselleşmesi”, uluslararası ölçekte dayatılan çözümlere tüm güvenimizi vermemiz gerektiği anlamına gelmemektedir. Temel ilerlemeci liberal ilke olan insanların kendi gücüne güvenme, sürdürülebilirlik söz konusu olduğunda da, eveyakın çözümlere işaret etmektedir. İnsanlar, yerel idareciler dahil, yerel fırsatları ve engelleri görmekte ulusal devlet memurlarından ve politikacılardan çoğunlukla daha iyidirler. Siyasal karar almanın merkezden yerel merkezlere doğru dağıtılması, güçlü bir sosyal sürdürülebilirlik hareketi için ihtiyaç duyulan insanların dahiliyetine ve insanların bağlantılılığına yol açabilir. Kendi aralarında insanların kamusal alanında, dahil olan insanlar ve şirketler genellikle sınır ötesinde sürdürülebilir çözümler üzerinde çalışmaktadır. Diğer ülkelerde doğayı koruyan STK’lardan, sürdürülebilir kaynaklar hususunda şirketler (ve) STK’lar arasındaki uluslararası işbirliğine kadar pek çok örnek vardır. Hükümet için işin püf noktası, bu tür girişimlerin önüne geçmek değil istendiğinde ve ihtiyaç duyulduğunda- örneğin bu girişimler doğasında var olan sınırlarına ulaştığında, düzenleme yapma ihtiyacı aşikar olduğunda, kendi aralarında insanlar tarafından yapılan girişimler sosyal olarak kabul edilir olduğunda- onları desteklemeye hazır olmaktır.
 
“İnsanların kendi gücüne güvenme, sürdürülebilirlik söz konusu olduğunda da, eve yakın çözümlere işaret etmektedir.”
 
 
 
 
 
 
 
İlerlemeci Liberal Alanın Yönünü Belirleme: Önemli Olan Sonuçtur
 
            Hukuk kuralını savunan liberal bir demokrasi herkesin hatta gelecekteki vatandaşların bile bireysel özgürlüklerini korumaktadır. Taslaklar oluşturarak, kurallar yaratarak ve uygulayarak ya da görevler ve sübvansiyonlar aracılığıyla hükümet “oyunun kurallarını”- birbirimizle ve çevremizle ilişki kurma şeklimizi- etkilemektedir. Vatandaşlardan farklı olarak hükümet, sürdürülebilirlik söz konusu olduğunda sadece elinden gelenin en iyisini ortaya koymaktan fazlasını yapmak zorundadır. Önemli olan sonuçlardır. Eğer istenilen sonuç elde edilmezse o halde oyunun kuralları tekrar değişmek zorundadır. Belirtildiği gibi sürdürülebilir toplum elde etme çabamız düz bir yol boyunca ilerleyebileceğimiz sabit bir nihai varış noktası değil ancak karmaşık bir hedef arama sürecidir. Bireylerin ve kendi aralarında insanların deneme-yanılma için bir alana ihtiyaç duyduğu yerde hükümetin hangi tedbirlerin başarılı olduğunu eleştirel bir şekilde değerlendirmesi ve somut sonuçların peşinden gitmede öncülük etmesi gerekmektedir.
 
 
[1] Libertas özgürlük, societas yaklaşık olarak ortak bir hedef doğrultusunda birleşenler anlamına gelmektedir.
 
[2] Hans van Mierlo Vakfı (2009). “İnsanların Kendi Gücüne Güvenme”. Lahey: Hans van Mierlo Vakfı.
 
[3] Bknz: Temel Değerler “Temel Hakları ve Paylaşılan Değerleri Muhafaza Etme”
 
[4] Bknz: “İnsanların Kendi Gücüne Güvenme” (2009).
 
[5] Bknz: “Düzendeki sıralama: insanlar, piyasa ve devlet arasındaki ilişki üzerine ilerlemeci-liberal görü” (Hans van Mierlo Vakfı, 2011, 2012).
 
Toplam blog
: 46
: 361
Kayıt tarihi
: 21.03.12
 
 

Halk Sağlığı Profesörü, Kamu Yönetimi ve Avrupa Birliği Uzmanı   ..