Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Kasım '08

 
Kategori
İlişkiler
 

İlişkilerimizde mutsuzuz...

İlişkilerimizde mutsuzuz...
 

Ya benim hayatım ?


Evlililik, dostluk, arkadaşlık ilişkilerimiz yolunda gittiği sürece mutlu, aksi bir şey olduğunda hepimiz yakınmaya başlarız.

Yalnızken hayatımızı birisiyle paylaşmak isteriz. O kişiyi bulduğumuz anda da herşey çok güzeldir. İlk önceleri önemsiz gördüğümüz şeyler, sonradan 'çok değiştin sen' şekline bürünür. Oysa değişen o değildir . Farklı görme , onun da önceleri kendini farklı gösterme çabasının kaçınılmaz sonucudur bu. Amaç sahtekârlık yada dürüst olmamak değildir. Her iki tarafında ilişkiye verdiği özenden kaynaklanır.

Karşı taraf bilinmeyenlerle dolu, keşfedilmemiş bir orman gibidir. Elde edilememiştir daha. Tıpkı hayalini kurduğumuz bir ev, araba, kariyerimizde ulaşmayı düşündüğümüz nokta gibidir. Tüm bunlar elde edilene kadar hayaldir. Elde edildikten sonra ise artık 'benim' dir. O gözümüzde büyüttüğümüz ilişki sıradanlaşmaya başlar. İlişkilerde yaşanan bu sıradanlık beraberinde tatminsizliği getirir.

Öncesinde saat başı aramalar artık yoktur. Çünkü 'nasıl olsa benim' dir. Eve bir karış suratla gelen erkek, korku filminde ki başrol oyuncusi gibidir. Bir arkadaşı aradığında kahkahalarla güler, ama siz birşey sorduğunuzda duymamazlıktan gelir. İsmini telaffuz ettiğinizde öfkeyle 'yine ne var ?' demeye başlar. Sorarsınız ; 'Az önce arkadaşınla konuşurken gülüyordun. Ben bir şey söyleyince neden böyle sert çıkıyorsun hemen ?' Cevap içinizi acıtır. 'Herkes herşeyi bilmek zorunda mı ? Onlara mı surat asim ?' 'Doğru onlara asamazsın ancak bana asarsın.'
diye geçer aklımızdan. Ama söylemeyiz.

Yaşanılmak, hissedilmek istenen birbirinin gözünde farklı olmaktır. Önemsenmek, değer verilmektir. Her iki tarafta ilk adımı önce karşı taraftan bekler. Bazende bir taraf sürekli vericidir. Karşı taraf buna o kadar alışır ki işte o noktada tehlike çanları çalmaya başlar. Neden hep ben ? sorusu sorulmaya başlanır. Sanki dünya sadece onun etrafında dönüyordur. Onun mutluluğu, onun rahatı, onun sıkıntıları, onun istekleri.. Ya benim hayatım ? demeye başlarsınız. Bunu onunla paylaşmaya kalktığınızda da 'ne varmış ki hayatında ? Aç mısın? Çıplak mısın?' cevabı alırsınız. Çünkü siz 'onunsunuz' dur. Önemsenecek bir şey yoktur. Tipik kadın dırıldamasıdır. Aslında bu biten bir ilişkinin, bir kaybedişin işaretidir. İlişki çoktan bitmiş 'kerhen uzatmalar' oynanmaktadır.

Hani bazen ' hiç yoktan kızdı' denilir. Aslında bardak dolmuştur. Hiç alâkasız bir olay karşısında büyük bir tepki veririz. Karşımızda ki şaşırır kalır. Bu bir tükeniş serüveninin, bir bitişin son noktasıdır. O ilişkiyi, beynimizden de yüreğimizden de terk etmek isteyiştir. Sonrasında ödenecek bedel o kadar ağırdır ki, ne alamadığımız bir ev, araba, ne de elde edemediğimiz pozisyonla eş değer değildir.

İnsanlar hep dahasını isterler, durmaları gereken noktayı önceden kestiremezler. Karşı tarafın tahammül sınırının olduğunu algılamak yerine , sabrını sınamaya kalkarlar. Ruhlarımızda bizler gibi tüketmeye alışmıştır.

Oysa ki ilişkilerde , karşı tarafa ' kendini önemli hissettirmek', didişerek, sürekli savaşarak , tek taraflı özveriyle, ite kaka götürülen bir beraberliğe harcanan süreden ve enerjiden çok daha kolaydır. Yanı başımızda ki insana yazılacak küçücük 'benim için önemlisin' notu, akşam yemeğinde yada sabah kahvaltısında 'çok özelsin' denmesi, sabah gözlerini açtığında somurtmaktansa yanağa kondurulacak küçücük bir öpücük yeterde artar bile.

Hangimiz bir arkadaşımız yada dostumuz 'çok özel bir insansın' dediğinde şımarmayız ? O halde ilişkilerimiz de neden bu kadarcık olsun özveride bulunmuyoruz ? Cevabı basit . Nasıl olsa benim...

Her zaman kaybedecek bir şeyimiz olduğunu unutmayalım ...

Sevgilerimle.

 
Toplam blog
: 347
: 1365
Kayıt tarihi
: 31.10.07
 
 

İstanbul 25 Temmuz : /… İşletme tahsil ettim. Özel ilgi alanım olduğu için 2 yıl Psikoloji okudum..