- Kategori
- Siyaset
İlk kez… Ama lütfen tadında kalsın

Her yer direniş, her yer taksim...
Bazen hiç ummadığınız zamanda ummadığınız büyüklükte tepkilerle karşılaşır ve nutkunuz tutulur ya, bana göre Ak Parti Hükümeti ve Sayın Başbakan işte bu şaşkınlığı yaşıyor. Kendisini olaylardan sonra Fatih Altaylı ile yaptığı uzun televizyon programında izledim, hala bir inanmazlık ve hatta şok içindeydi.
***
Devlet adamları için en büyük tehlike tabanla olan bağlarının koparılmasıdır. Radikal Gazetesinden Özgür Mumcu’nun 3 haziran tarihli yazısının başlığı ilgimi çekti;
“MAĞRUR OLMA PADİŞAHIM”
Yazıda 2002 seçimleri öncesi Tayyip Bey’in bir akşam ailesiyle sohbet ederken dediğinden söz edilerek bu söz üzerine oğlu Bilal Erdoğan’ın da babasının cep telefonuna “mağrur olma” diye bir açılış mesajı yazdığı anlatılıyor.
Sanırım Başbakan o telefonu çoktan değiştirdi. Çünkü biliyorsunuz, iletişim teknolojisi çok hızlı gelişiyor ve yeni yeni telefon modelleri çıkıyor.
***
Aslında Özgür Mumcu tarafından kullanılan başlık Osmanlı geleneklerinde var olan bir uygulamadan ilham alarak Başbakan’a bir göndermedir. Osmanlı Padişahları Cuma selamlıklarında kendi muhafız alayları tarafından bu sözlerle uyarılırdı. Bir dünyevi için sonsuz bir güce sahip olan, tek bir sözüyle kitlelerin kaderini etkileyip binlerce insanın hayatına bile malolacak kararlar verebilen olan padişaha adeta bir uyarıdır bu gelenek. Ayaklarının yere basmasını, dünya malının dünyada kalacağını, önemli olanın bu kubbede hoş sada bırakmak olduğunu hatırlatmaktır.
***
Aslında günümüzde de ülkeleri ve dünyayı yöneten ya da yönettiğini düşünen devlet adamları, sermaye temsilcileri, erk sahipleri için bu türlü uyarıları sürekli yapacak olan bir yakın çevreye o kadar çok ihtiyaç var ki…
Bu dünyanın Sultan Süleyman’a bile kalmadığını, bugün olanların yarın tarih önünde mutlaka teraziye konacağını, güç ehlinin bugün yaptıkları için yarınlarda sonsuz minnet ya da sonsuz nefretle anılacağını birileri toplum önderlerine anlatabilse…
***
Sevgili okuyucu, Ak Parti Cumhuriyet tarihimizde hiçbir siyasi partiye nasip olmayan bir kamuoyu desteğiyle on yılı aşkın bir süredir ülkeyi yönetiyor. Bazı olumlu icraatları olduysa bunlar bu rahatlıktan kaynaklanmıştır. Ama sanırım Ak Parti yöneticileri bu desteğin ve bu rahatlığın değerini tam olarak anlayamadılar. Halkın önceliklerini dinlemek yerine sürekli kendi önceliklerini gündemde tuttular.
***
Sayın başbakan Fatih Altaylı’nın programında halkın yarısından çoğunun kendisine oy verdiğini söyleyerek bazı şeyleri yapma hakkına sahip olduğunu söyledi. Ama sayın başbakan halktan oy isterken bunları yapacağını söyleyerek oy istememişti ki. “İleri demokrasi” diyerek çıktığı yolda eleştiriye bile tahammül edemeyip kendi gibi düşünmeyenleri tasfiyeden bile söz etmiştir. Halbuki demokrasilerde tasfiye yok, tahammül vardır. Sizin gibi düşünmeyenlerle konuşabilme, beraber yaşama ve düşünceye saygı vardır. Siyaset rakiplerini yok etme değil, alt etme anlayışıyla yapılırsa demokrasiye uygun olur.
***
Son söz; direniş ve yürüyüşler demokratik bir tepkiydi. Bazen hem polis, hem de direnişçiler kantarın topuzunu kaçırdılar. Özellikle polisin orantısız güç kullanımı çağdaş ülke olma iddiasındaki Türkiye’ye yakışmadı.
Bence mesaj yerine ulaşmıştır. Artık iş tadında bırakılmalı ve Türkiye normalleşmelidir. Eğer bu yürüyüş ve gösteriler devam ederse, bugün gösterilen sempati yarın antipatiye dönüşür.
Ben Taksim’de başlayıp bütün yurda yayılan bu tepkilerin Sayın Başbakan tarafından da bir uyarı olarak algılanacağını ve bundan sonra vereceği kararlarda halka rağmen değil, halkla beraber hareket edeceğini ümit ediyorum.
Derler ya; bu dünya Sultan Süleyman’a bile kalmamış.