Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

07 Ocak '16

 
Kategori
Öykü
 

İlyas aga

İlyas aga
 

İlyas aga Selânik muhaciri idi.

Söke, göçmenlerle dolu bir şehir. Eski zamanlarda Giritliler, Moralılar, Selanikliler, Çerkezler, Lazlar, Kürtler, Arnavutlar, Roman vatandaşlar bu verimli topraklara sahip şehrimize akın etmişler.

Onu babamın dükkânında çalışırken tanıdım. Babama yardım ediyordu. Bulaşıkları yıkar, yerleri süpürür, bakkaldan öteberi alır, etrafa göz kulak olur, müşteri masalarını toplar, silerdi. Ara sıra eşekle Yaylaköy’den gelip dükkân önüne bırakılan ince uzun odun ve çalı çırpıları içeriye taşırdı.

Babama ben de yardım ederdim. Genelde sipariş almak, müşteriye yemek dağıtmak, yemekten sonra müşteriden para toplamak benim işimdi.

Yemek saatinden sonra dükkân tenhalaşır, bizler de dinlenmek için duvar kıyısına sıralanmış tahta sandalyelere oturur, sohbet ederdik. Soğuk havalarda önümüzdeki mangaldan ısınır, üzerinde kahve pişirirdik.

Müşterinin olmadığı saatlerde kütüphaneden aldığım kitapları okurdum.

İlyas aga ile zamanla samimiyeti ilerlettik, arkadaş gibi olduk.

- Neler okuyorsun?

- Roman.

- Roman mı? Diyerek inceden güldü İlyas aga “İnsanın kendi hayatı roman.”

- Meraklıyım, kitap okumak çok şey öğretiyor.

- Ben sana kitaplar vereyim senin okuduğun şeyler zayıf. Dünyanın nasıl idare edildiğini öğren biraz. Okuduğun şeylerle insanlığı, düzeni, dünyayı öğreneceksin.

- Kitap var mı sende? Diye hayretimi belli ettim.

İlyas aga giyecek ceket, gömlek ve pantolonu olmadığından olacak her gün aynı giysiyle gelirdi. Ayakkabısından çorabına kadar hepsi eskiydi. Çok yoksul bir görünüme sahipti. Sonradan anladım ki hakikaten çok yoksul bir insandı. Birkaç kez evine gittiğimde tek odalı bir evde yalnızca yer yatağı seriliydi, kıyıda da küçük tüplü bir ocak duruyordu. Bir de küçük bir sandık.

Tek lüksü ‘birinci’ sigarası içmesiydi. Filtresiz sigarayı ağızlığına takar, sıkıntılı bir şekilde düşüne düşüne, uzaklara baka baka dumanını içine çekerdi.

Önceleri şaka yapıyor zannettim, fakat okuduğum her kitapla ve yazarıyla ilgili ilginç yorumlarda bulunuyordu. Felsefe, psikoloji, edebiyat, din, siyaset, ekonomi, tıp, matematik velhasıl birçok konuda fikir yürütüyordu.

-Bilinenlerin dışında bir hayat var, sizlere yüzeysel şeyleri gösteriyorlar. Gerçekler ise çok farklı.

- Ne gibi İlyas aga?

-  Dünyaya hâkim güçler var. İstedikleri gibi oynuyorlar insanlarla. Birçok şey kapalı kapılar ardında kararlaştırılıyor. İnsanlar uyutuluyor. Savaşlar, ekonomi, siyaset hepsi de belli güçlerin elinde. Bizler kukla gibiyiz onların nazarında.

İlyas aga, elli yaşlarında, incecik, zayıflıktan avurtları çıkmış, sigaradan ses telleri iyice deforme olmuş, kısık sesle konuşan, harap olmuş bünyeye sahip bir insandı. Gözleri, zamanında iyi beslenememekten tam göremez hâle gelmişti. Ara sıra elimden kaptığı kitapları yüzüne iyice yaklaştırarak okuyordu. Bazen uzun yazıları bana okutturup ilgiyle dinliyordu.

Okul bitiminde, bana vereceğine söz verdiği kitapları almak için evine gittiğimde odadaki küçük sandığını açtı. Kitapları paketleyip heybe haline getirdik. Bisikletimin arkasında dükkâna getirdim.

Kitapları şöyle bir incelediğimde, gerçekten hiçbir yerde, ne okul ne halk kütüphanesinde, ne de kitapçılarda görmediğim eserlerle karşılaştım. Ne isimleriyle, ne de yazarlarıyla hiçbir yerde karşılaşmamıştım. Bu kitaplar adeta alternatif bilgiler içeriyordu. Dünya tarihi, siyaseti, ekonomisi hakkında bilinenlerin çok dışında bilgiler…

İlyas aga, bazen dükkâna gelen okumuş, mevki sahibi, kariyer sahibi insanlarla da siyasî ve felsefî tartışmalara giriyor, hepsini tek tek mat ediyordu. Çok güçlü bir hafızaya sahipti, matematiği de süperdi. Arkadaşlarından duyduğuma göre eskiden onların çocuklarına matematik dersi veriyormuş.

Dünyada dikili ağacı olmamasına rağmen komünizme karşı çıkıyordu. Milliyetçi bir görüşe sahipti. Daha o yıllarda sosyalist düzenlerin sahte sosyalistler tarafından kurulduğunu iddia ederdi. Emekçi sınıfın insanı olmasına rağmen manevî değerlere ağırlık vermesi enteresan bir olaydı.

Yoksulluğu okuma aşkını ortadan kaldıramamış, kendini yetiştirmek için çok çaba sarf etmişti. Dünyanın en önemli şahsiyetlerini tanıması, her konuda fikir tartışmasına girişebilmesi boş bir insan olmadığını ortaya koyuyordu.

Rumeli şivesi ile konuşan İlyas aga’nın dükkândan uzak olduğum sıralarda bu dünyadan ayrıldığını acı bir şekilde duymak zorunda kaldım. Cenazesine üç-beş insanın katıldığını öğrendim sonradan. O sıralarda o da hastalanmış, işyerine gelemez olmuştu.

Dükkâna gelmediği sıralarda Kemalpaşa Mahallesi’nin Çınarlı Kahvesi’nde buluşur, dünya sorunlarını konuşurduk. Olayların nedenlerini ve sonuçlarını parlak zakasıyla hemen ortaya koyuverirdi. Anlattığı şeylerle ilgili yorumlara ancak otuz-kırk yıl sonra basılan kitaplarda rastladım. Bugünün konularını daha o sıralarda onunla tartışırdık ki daha o zamanlarda Türkiye o konulara çok uzaktı.

İlyas aga, bana yoksulluğun, kimsesizliğin, bilgili, kültürlü ve ulusuna düşkün olmaya engel olamayacağını öğretti. Olaylara daha geniş açıdan ve farklı bir şekilde yaklaşabileceğini gösterdi. Nice zengin insanlar zırcahil ayrıldılar bu dünyadan ama İlyas aga gibi gönlü zengin, kafası işleyen insanlar iz bırakarak veda ettiler.

O bana her zaman söylerdi “Okuduğun kitapların özünü al, posasını at!”

Evet, dünyada da insanların özlerini alıp, posalarını atmak gerek…

 
Toplam blog
: 137
: 158
Kayıt tarihi
: 09.03.14
 
 

1958 yılında Söke'de doğdum. Esnaf çocuğu olarak ilk, orta ve lise eğitimimi Aydın ili Söke ilçes..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara