Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ağustos '08

 
Kategori
Deneme
 

İmaj Her Şey mi, Şer Şey mi?

İmaj Her Şey mi, Şer Şey mi?
 

resim: www.freewebs.com'dan alınmıştır.


Geçen hafta “Cıbıl Kabadayı” üzerine yazdığım ilk yazıdan sonra kıymetli okuyucularımdan aldığım elektronik postalardan anladığım kadarıyla çoğu insan “cıbıl kabadayı”larla iç içe yaşamaktan muzdarip.

Muzdarip ve şikâyetçi olma, sızlanma ve eleştirme eylemlerinin altını kurcaladığımda şunu da gördüm ki birçok kişi de cıbıl kabadayı olmayı beceremedikleri, kendilerini insanları etkileyecek kabiliyette göremedikleri, gösteremedikleri ve iyi bir şekilde pazarlayamadıkları için “cıbıl kabadayı”lara eleştirilerde bulunmaktadırlar. Ben bunlara cıbıl kabadayılara acıdığımdan daha çok acıyorum. Bunlarınki de maalesef “ulaşamadığı ciğere kıh” demek oluyor. Bunlar kendilerini istediği gibi dışarı vuramayanlardır ki “içinden cıbıl” tiplerdir.

Hani bir zamanlar bir reklam spotu, sloganı dillere düşmüştü: “İmaj hiçbir şey, susuzluk her şey!” Hatırladığım kadarıyla söz, böyleydi. Bu sözü bulup sloganlaştıran dahi, halkımızdaki “desinler” merkezli davranışı, bu davranışın insanları nasıl da hesapsız ve çılgın bir biçimde etkileyip insanların tüm aklını, zamanını, enerjisini “her şeye rağmen iyi bir imaj” için harcadığını çok iyi tespit etmiş. Kitlelerin tutum ve davranışlarıyla en öne çıkardıkları “imaj” kültürüne bir başkaldırıdır bu söz.

“Susuzluk, açlık, niteliksizlik, hayata dair telafi ve tamir edilmesi gereken tüm olumsuzluklar hiçbir şey; imaj her şey!” diyen kafalardır cıbıl kabadayılar!

“İmaj”ı böylesine önemli kılan en önemli etmen, hem bireylerin hem kurumların kendilerini “reklam ve pazarlama” sevdası ve kaygısı içinde görmeleridir. Sosyal bir varlık olan bireyin ve kurumun reklam ve pazarlama kaygısı taşıması normal karşılanmalıdır. Özellikle bireyin sosyal bir varlık olarak içinde yaşadığı toplumda yer edinebilmesi, toplumun takdir ettiği, benimsediği, imrendiği ideal insan tipi olma kaygısı, toplumun ve sosyal hayatın “norm ve değer yargıları”nın da normal bir sonucu olarak görülebilir.

Normal karşılanmaması gereken, kişinin kendini aslında hiç olmadığı; fakat olmak istediği bir insan modeli olarak gösterme gayretinde olmasıdır. İşte bunu halk “cıbıl kabadayı” “desinler’e düşkün” ifadeleriyle adlandırır. Başka bir ifade şekliyle bu tip insanlar ne kadar imajları için çaba sarf ederlerse etsinler; ruhları ve kalpleri niteliksizlikle yoğrulmuşsa “balon insan modeli” olmaktan kendilerini kurtaramazlar. Evet balon insandır, cıbıl kabadayılar…

Cıbıl kabadayılar, dıştan süslü, cancanlı, cafcaflı, rengârenk, çekici olsalar da en küçük bir gerçekle karşılaştıklarında o gerçek, küçük bir diken gibi o balon insanların cıbıllıklarını ortaya çıkarır, tüm cakasını bozar, onları cıscıbıl bırakır. İşte bu nedenle “yalancı imaj” için yaşayanlar, topluma çok fazla sokulamazlar; topluma sokuldukça, insanlara yaklaşıp, yakınlaştıkça sakladıkları o büyük gizemlerinin, yalanlarının ifşa olmasından çekinirler.

Güzeller güzeli ve rengârenk tüyleri olan tavus kuşunun güzelliği nasıl ki o çirkin sesiyle ötene kadardır, işte cıbıl kabadayıların havaları, gerçek ulu kişilere rastlayana kadardır.

Başrollerinde Şener Şen, rahmetli Adile Naşit ve Kemal Sunal’ın oynadığı “Tosun Paşa” filminde “Şaban” karakterine ailelerden biri, çıkarları için paşa kıyafeti giydirmişler ve şehrin yöneticilerinin karşısına Şaban’ı gerçek “Tosun Paşa”ymış gibi çıkarmışlardı. Gel gör ki sahte Tosun Paşa her tutum ve davranışında, konuşmalarında sürekli pot kırmış ve nihayet sahtekârlığı ortaya çıkmıştı. Sanırım, cıbıl kabadayılar ile sahte Tosun Paşaların pek farkı yok.

Geçen haftaki yazımda belirttiğim üzere imtihan sırrı hikmetince Allah’ın kendisine bahşettiği, güzellik ve zenginlikleri kendinden bilen gafil insan, en büyük cıbıl kabadayıdır. Acziyetini ve haddini bilmez; kendisini mutlak güç sanıp kendisine tapar.

Yazımı mesneviden bir hikâye ile bitirmek istiyorum:

“Bir çakal dolaşıp dururken bir boyacı küpüne düştü. Küpten çıktığında tüylerinin rengârenk boya olduğunu gördü. Boz tüyleri rengârenk olan çakal, hayli keyiflendi ve koşup kendini diğer çakallara gösterdi. Çakallardan biri:

“Ey çakal kardeş, sen ya hile yapıyorsun ya da ulu kişilerden biri oldun! Böyle renk renk boyanarak halkın gözünü mü boyamaya niyetlisin yoksa?” dedi.

O renkten renge bürünmüş çakal, kendisini kınayan diğer çakallara:

“Ey çakallar! Aklınızı başınıza alınız. Bana da artık “çakal” demeyiniz! Bu kadar güzellik hiç çakalda olur mu?”

Bütün çakallar, mum etrafında dolaşan pervaneler gibi boyalı çakalın etrafını sardılar.

“O halde, sana ne isim verelim, seni nasıl çağıralım?” diye sordular.

“Müşteri yıldızı gibi parıl parıl parıldayan erkek tavus kuşu deyin!” dedi süslü çakal.

Çakallar bunu duyunca:

“Peki, ama; o gerçek tavuslar cilveli cilveli, nazlı nazlı gezerler. Sen de öyle gezinebilir misin?”

“Hayır, ben öyle yapamam!”

“Peki, onlar gibi ötebilir misin?”

Boyalı çakal bu soruya da:

“Hayır, ötemem!” diye cevap verince, diğerleri toplaşıp onun üzerine yürüyerek:

“Ey sahtekâr! Sen tavus filan değilsin! Tavusun tüylerindeki renkler kökünden gelir. Sen boya ile, iddia ile nasıl tavus olabilirsin!”

Blognot: Bu yazı "Cıbıl Kabadayı" adlı önceki yazımın devamıdır.

 
Toplam blog
: 143
: 2341
Kayıt tarihi
: 22.08.07
 
 

Bu âlem içinde aileme zaman ayırmak, gezmek, okumak, fotoğraf çekmek, resim çizmek ve iş hayatı h..