Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Mart '07

 
Kategori
Kültür Turizmi
 

İnlice, Tanrı Zeus ve Tesla!

İnlice, Tanrı Zeus ve Tesla!
 

Kış güneşiyle sarhoşuz... Kışın ortasında açan bir papatya gibi duruyor Akdeniz. Maviyle yeşille öpüşe öpüşe, damarlarımızda daha bir köpürüyor kanımız...

Göcek’ten sonra yemyeşil ormanlar üstünüze düşüyor sanki. Tertemiz bir hava... Huzur her yana sinmiş... Ne şehrin gürültüsü, ne koşturmaca, ne iş stresi. “İşte yaşam bu!” diyor içinden insan; “İşte doya doya yaşamanın güzelliği... Yaşamdan geriye yüreğin coştuğu bu güzel anlar dışında ne kalacak ki?...”

Gitmek, yaşama doğru ve coşkuyla... Çünkü bizi bekleyen bir tek o var!... Ne diyordu şiir ve yazılarıyla bize hayatın coşkularını hatırlatan Oğuzhan Akay, “Bekleyişin Şiiri”nde?

Bir şiir beklemez bir başka şiiri.
Bir şair, her sabah
bir başka şiiri bekler.
Bir muz, bir kadın gibi soyulmayı narin.
Dağlarda çıplak rüzgârlar bekler.
Ateşli. Dolgun. Mitolojik.

Bekleyiş, yabancı bir şehre benzer.
Gümüş çerçevelere sığmaz.
Kâlp, limandır sığ. Ve hiçbir gemiyi fazla
oyalamaz, inceyse. Barok bir müzikle uğurlar
aynadaki hayali.

Güneş daha çok parlar ölürken.
Ölüm, ölümü beklemez.
Yorgun bir tarihtir herkes.
Kendini bekler.
[1]

Biz de, “kendimizi ve hayatı” bekletmeden, karışıyoruz yollara, dağlara doğru...

Dağlar, şairin dediği gibi:

Dağlarda çıplak rüzgârlar bekler.
Ateşli. Dolgun. Mitolojik.”

Yemyeşil ormanlar içinde, İnlice Ovası’na iniliyor. İnlice Köyü de, Daidala adlı eski bir Likya kentinin içinde, yeşillikler içine saçılmış. Köyün tepesindeki kayalık mezarlar, Likya’lıların sonsuzluk evleri... Öyle güzel bir manzara karşısında uyuyorlar ki!... Buradan gözüken tüm Fethiye Körfezi’ne, adalara ve Akdeniz’e, tarihin efsanelerini fısıldayıp dururlar... Fısıldadıklarından biri de, Zeus ile Hera arasındaki bir efsane...

Eski adıyla Daidala, yeni adıyla İnlice, yüzyıllar boyu süren şenliklerin merkezi olmuş. Tanrıça Hera adına düzenlenen şenlikler yapılmış burada. Analık ve kadınlık her yıl yeniden kutsanmış.

“Likya Efsaneleri” yazarı Hasan Barışcan’ ın üslûbuyla dinleyelim bu efsaneyi:

Tanrıların en büyüğü, göklerin hâkimi Tanrı Zeus ile karısı Tanrıça Hera arasında bir sürtüşme olmuş. Karı koca birbirlerine darılmış. Tanrıça Hera, kocası Tanrı Zeus’un zamparalıklarına dayanamamış. Zeus’u terk eden Hera, tanrıların yaşadığı, yüksek Olimpos tepesindeki evini terk ederek Daidala’ya gelmiş. Hera, bu güzel doğanın içinde, tanrılar dünyasının kargaşasından uzak kafasını dinliyormuş.

Uzun süre Zeus’la Hera ayrı yaşamışlar. Bir müddet sonra Zeus, bir kurnazlık düşünmüş. Karısının kıskançlıklarını bilmekteymiş. Bütün ölümsüz tanrılara ve ölümlü insanlara bir haber yayılmış.

Tanrı Zeus, yeniden evleneceğini ilan etmiş. Bu arada da düğün dernek hazırlıkları başlamış. Haftalar aylar süren düğün başlamış...

Zeus, zamanının en ileri gelen heykeltıraşlarını, dokumacılarını, ustalarını çağırmış. Bir güzel kadın heykeli yapmalarını, en güzel giysilerle giydirmelerini, en güzel kokularını sürmelerini, bir tahta oturtmalarını istemiş. Heykeltıraşlar ağaçlardan ağaç beğenmişler. Öyle güzel bir heykel yapmışlar ki, güzellik tanrıçası Afrodit bile kıskanmış onu...

En güzel ipliklerle dokunan kumaşlarla giydirilmiş. Bin bir çeşit kokulardan süzülen enfes kokular sürülmüş her yanına. Götürülmüş, çiçeklerle, taçlarla süslenen tahta oturtulmuş. Taht, dört erkek tarafından taşınan, kraliçelere, tanrıçalara layık bir biçimde düzenlenmiş.

Tahtın içindeki heykelin yüzünü gören delikanlılar, gördükleri güzellikten çarpılıp tahtı taşıyamamışlar. Gözlerine kimse bakamazmış onun. Öylece duran bakışlarıyla bir kez baktığında, parçalarmış tüm kalpleri... Dudakları öpülmeye hazır, yanakları al almış.

Ak gelinliğin tülleri bile saklayamazmış bu güzelliği. Bir can eksikmiş. O da olsa kalkıp yürüyecekmiş. Ak gelinliği sürünecekmiş yerlerde. Gülüşündeki tebessüm artacak, inci dişler yansıyacakmış İnlice Ovası’na.

Tanrı Zeus’un evleneceği ağızdan ağza dolaşmış. Fethiye Körfezi’nin batısındaki Likya kentleri, kuzeydeki kentler; Nif Dağı’nın eteklerindeki Talandros, bugünkü Çöymen Köyü yakınlarındaki Hippokome, Fethiye Ovası’nın dibindeki Telmessos velhasıl tüm Likya ülkesi duyduğu gibi, batıda Kayra, kuzeyde Pisidya, doğuda Pamfilya komşu ülkelerine dek olay duyulmuş.

Tanrı Zeus, düğün gününü ilan etmiş. Tüm ölümsüz tanrıları, ölümlü Likya ülkesi insanlarını, düğününe davet etmiş. Bin bir bezemelerle, kokularla, kurbanlarla başlamış düğün alayı.

Tanrıça Hera, olanı biteni duyuyor, kendi kendini yiyormuş, ama çevresine hiç belli etmiyormuş. Günler geçtikçe, yerinde duramıyor, bir şey yapamadığı için de, içi içini yiyormuş.

Düğün alayı; yaşlısı, genci, gelini, kızı, delikanlısı, çoluğu çocuğuyla İnlice Ovası’nı dolduruyormuş. Akın akın, tüm Likya kentlerinden insanlar geliyormuş düğüne. Kimi Tanrı Zeus’un evleneceği yeni tanrıçayı görmek istiyor, kimisi de dillere destan gelinin güzelliğini seyretmeye geliyormuş...

Düğün alayının ortasında, tahtta taşınan yeni tanrıça, tüllerin arkasından sürekli tebessümlerini gösterirken, karısı Hera’nın içinde yanan ateşi fark eden Zeus, bulutların arasından onu gözlüyor, için için gülüyormuş.

Düğün alayı İnlice Ovası’nı doldurmuş. Kırk gün, kırk geceden beri sürüyormuş düğün. İnliyormuş tüm ova. Coşku, yeşil çam ağaçlarının dallarında kozaklaşmış. Tortop olmuş, sessizce akan İnlice Çayı ile Akdeniz’e karışıp, deniz yaratıklarını da katmış, Tanrı Zeus’un coşkusuna... Ormanın azgın hayvanları usluca bakarlarmış, ağaçların arasından, İnlice Ovası’na. Kuşlar kıpırdatamazlarmış dalların uçlarını...

Kırkıncı gün, Tanrıça Hera, daha fazla dayanamamış. İnmiş tepelerdeki evinden aşağılara. Bir gürleme, bir haykırıştır yayılmış İnlice Ovası’na. Birdenbire kesilmiş düğünün sesi, cümbüşü! Herkes kalakalmış ovanın ortasında öylece...

Tanrıça Hera inerken dağlardan ovaya doğru, tüm ağaçlar yeşil dağlarını eğekoymuşlar yanlara. Çimenler, çiçekler canlanmış. Emzikteki bebekler, bırakmış annesinin memesini... Tanrıça Hera, kadının, evliliğin kutsallığı imiş. Tüm anaların yüreklerinden bir sevinç seli toplanıp akmış İnlice Ovası’na.

Tanrıça Hera, düğün tahtında oturan geline yaklaşmış. Görkemli tahtın perdesini kaldırınca irkilmiş, gördüğü güzellik karşısında! Bir an tereddüt etmiş, dokunamamış geline. Gözlerinin içinde kendi gözlerini görmüş. Gülümseyen dudakları sevgi haykırmış. Yanaklarındaki gamzelere yumuşakça dokunmak istermiş insan.

Birden irkilmiş. Ak duvak altındaki gelinin, lüle lüle omuzlarından aşağılara doğru dökülen saçlarından tutması ile kahkahalarla gülmesi bir olmuş. Çınlamış İnlice Ovası... Yankılanmış Tanrıça Hera’nın sesi ağaçtan ağaca, kayadan kayaya. Tanrıça Hera, ağaçtan yapılma gelin adayını düğün tahtından indirerek, kendisi binmiş. Başlayan düğün, durduğu yerden devam etmiş. Tüm Likya halkı sevinçle kucaklaşmışlar! Tanrı Zeus ile karısı Hera’nın barışması yayılmış kent kent Likya’ya...”

Bu kutlu gün, analara armağan edilmiş böylece... Her yıl aynı günde, tüm Likya halkı bir araya gelip ağaçtan ana tanrıça heykelleri yapmaya başlamış. En güzel heykeli, gelin ana olarak seçip, süsleyip, bir tahta oturtarak bu geleneği yıllar yılı sürdürmüşler...

Böylece analık, kadınlık kutsanmış her yıl, yeniden ve yeniden..." [2]

Efsaneyi dinleyince, “Yorgun bir tarihtir herkes. Kendini bekler” diyen Oğuzhan Akay’a bir kez daha hak verdim...

Sizi bilmem ama ben bu efsaneyi, “Tesla” adlı rock grubunun ünlü “Love Song” adlı şarkısı ve “ateşli, dolgun ve mitolojik” rüzgârlar eşliğinde dinledim...

O halde yazımı, girişindeki akustik gitar melodileri ve elektro sololarıyla bizi uçuran, en yalın sözlerle tarihin en etkileyici ballad’larından biri olan bu şarkının sözleriyle bitireyim:

Böylece sen bittiğini düşünüyorsun
Senin aşkın sonunda sona uzandığında
Bazen aradın, gece ya da gündüz
Senin için orada olmam doğru,
eğer bir arkadaşa ihtiyacın varsa.

Küçük bir zamanını alacak
Zaman emindir kırılmış kalbini onaracağından.
Hatta üzülmeyeceğinden, tatlı sevgili.
Biliyorum sen tekrar aşkı bulacaksın. Yeah.

Aşk senin etrafında. Yeah
Aşk kapını çalıyor
Senin için bekliyor bu aşk, ikinci kez için
Kalbini açık tut ve aşk tekrar bulacak seni, biliyorum.

Aşk bir yolunu bulur.
Sevgili, aşk bir yolunu buluyor
Sana geri dönmenin yolunu.
Aşk bir yolunu bulur.
Etrafına bak, gözlerini aç.
Aşk bir yolunu buluyor.
Aşk buluyor, aşk bir yolunu buluyor.
Aşk bir yolunu bulacak.
Aşk bir yolunu buluyor arkanda, yeah
Biliyorum, biliyorum, biliyorum.
[3]


[1] Oğzıhan Akay, "O Uzak Ay", Adam Yay.
[2] Hasan Barışcan, "Lilkya Efsaneleri", İnkilâp Yay.
[3] Yazan: Tesla, Türkçesi: Ersan Erçelik.

 
Toplam blog
: 353
: 3712
Kayıt tarihi
: 28.02.07
 
 

"29 Temmuz 1980’de İstanbul’da doğdu. Celal Bayar Üniversitesi, İşletme mezunu. Şiir, deneme, öykü, ..