Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Ağustos '06

 
Kategori
Felsefe
 

İnsan, toplum ve değişim

İnsan, toplum ve değişim
 

Bugün itibariyle, ilk insansı türün 2-3 milyon, modern günümüz insanının ise 50.000 yaşında olduğu düşünülmektedir. İnsan varlığının sebebi ve yaşamının bir sonunun olup olmadığı, varsa tarihin sonunun ne zaman geleceği gibi sorulara, bugünkü değerlerle çok uzun sayılabilecek en azından milyonlarca yıllık tarihsel süreçte cevap verilememiştir. Bilimin sınırlarının ulaştığı nokta henüz bu soruları cevaplamaya yetmediği gibi cevap bulacağı da kuşkuludur. Bundan dolayı sosyal bilimler doğal bir şekilde insanın zihninde uyanan sorulara ya da arayışlara çeşitli şekillerde, dönemin şartlarına paralel olarak subjektif açıklamalar getirmiştir. Sosyal bilimler doğası gereği sürekli bir değişim ve hareketlilik içerisindedir. Bu yazının amacı ne bu tür soruları ya da bu konulara getirilen yaklaşımları incelemek ne de bu alanda bir tez ortaya koymaktır. İnsanlığın geçirdiği dönemleri ve mevcut durumdaki sorunların çözümünü kapsayıcı durumları içerecek olan ve bir kaç yazıda yer alacak düşüncelerimi, nihayetinde bulunma fırsatı edindiğim ve bugünkü şartlarda benim için halihazırda bir model olarak değerlendirdiğim bir ülkenin kültürünü ve yaşama tarzını paylaşarak sizlere aktarmak istiyorum. Ayrıca daha güncel, farklı ve zevkli yazılarıma da yer vereceğimi belirtmek isterim.

Tarihe kabaca ilgi duyan birisi olarak herkesin genelde üzerinde mutabık olduğu bir hususu yeniden vurgulamak istiyorum. Tarih bir insanın, bir devletin, bir ekonominin, bir şirketin hayatının çeşitli evrelerini bünyesinde barındırır. Depresyonlar, savaşlar, çöküşler, yükselişler, refah, saadet dönemleri gibi. Bir insanın dünyaya gelişi, büyümesi, en zinde dönemlerini yaşaması, psikolojik bunalımlarla boğuşması, ihtiyarlaması gibi. Bir işçinin hayatı ile bir multitrilyonerin hayatını da aynı devrelere ayırmak mümkün olduğu gibi, Türkiye ile ABD’nin tarihsel sürecini ya da bu ülkelerin ekonomik dinamiklerini de aynı evrelere ayırmak mümkündür. Türkiye’de ortalama gelirin yüzde yüz artması, bir büyüme göstermediği varsayılacak ABD ile kıyaslandığında, nihai anlamda mutlak olarak Türk insanının refahının bir Amerikalıya göre düşük olduğunu göstermekle birlikte, göreceli olarak Türkün bundan duyacağı haz ve geleceğe bakışı ABD’li den çok yüksek olacaktır. Bu Türk insanının duygusu gelirini ikiye katlayacak olan Bangladeşli ile ya da geçmişte gelirini katlayan Amerikalı ile aynıdır. Tüm varlıklar ve bizlerin kavramlarla ifade ettikleri olgular tepeden bir bakışla aynı süreçleri ifade etmektedir.

İlkçağ, ortaçağ, yeniçağ kavramları insanlık tarihinin büyük dönüşümlerini ifade etmekle birlikte bahsettiğimiz süreçlerin varlığına bir etkide bulunamamıştır. Bugün geriye bakan insan için ateşin ya da yazının bulunması, Aydınlanma Döneminin yaşanması bir ilerleme olarak görülmekle birlikte yukarıda anlatılan tepeden bakışta farkedilen hususlarda en ufak bir değişikliğe yol açmamıştır. Doğa ile yaşam mücadelesi verdikten sonra ortalama ömür süresini uzatan insan “zaman” kavramı içerisinde kaybolmakta, hayatta bulunduğu ana kadar yaşadığı evreler kendisi için bir anlam ifade etmemektedir. Toplumlar ve insanlar kendi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla çeşitli kurallar ya da uğraşılar edinmişler ve zaman içerisinde bunlar radikal ya da yavaş şekilde yapı değişikliğine gitmiştir.

Peki bu tarihsel süreçte değişen nedir? Yukarıdaki açıklamalar ışığında değişen sadece kavramlar ve simgelerdir. Savaştaki kılıçların yerini füzeler, habercilerin ya da elçilerin yerini yüksek teknoloji ürünleri iletişim araçları, at sırtında günlerce süren yolculukların yerini havada saatler hatta dakikalar süren uçuşlar, baskınlarla yağmalanan malların yerini zeka ve teknoloji bilgisi gerektiren komplike ve usta dolandırıcılıklarla zimmete geçirilen kaydi paralar, devası bulunan hastalıkların yerini yeni hastalıklar almıştır. Ama değişmeyen olgular vardır.

Size acı veren ama en ufak bir harekette içinizi titreten aşk, sevgiliye ya da sevilene duyulan özlem, bilinenin ötesine geçme arayışı, mevcut olanla yetinmeyerek bir adım ötesini talep etme, iktidar gücünü eline geçirme gayreti, hırs, mütevazilik, heyacan, sukunet vb duygular.

İnsanın üzerindeki giysiler ya da etrafındaki varlıklar fiziksel değişimler geçirmekle birlikte insanın iç dünyasında herhangi bir değişim görülmemiştir. Tabiki değişen toplumsal ve kişisel teamül, gelenek, sistem ve kaidelere göre insanın görünürdeki durumu değişiyor gibi görülmekle birlikte hareket tarzı ya da tepkisi aynı kalmaktadır. Birileri karşılıklı olarak diğerlerini sistem dışı olmakla, geleneklere aykırı hareket etmekle, radikal olmakla, iktidar yanlısı ya da muhalif olmakla itham etmektedir. Radikal olarak görülen bir görüşün erke sahip olmasından sonra kendisinden daha radikaller ortaya çıkmakta, bir ülkede radikal olan kişi başka bir ülkenin değerler sisteminde ılımlı olmaktadır. Her dönemin mütevazi, içten, samimi, hırçın, saldırgan insan tipleri vardır.

Anayasalar, kurallar ya da gelenekler toplumsal yaşayış, dinamikler ve tarihsel süreç tarafından şekilllendirilmekte ve dönemsel olarak değişmektedir. Değişmediği belirtilen kurallar ise yeni yorumlarla aslında özsel olarak farklı telakki edilmektedir. Bu kuralları değiştirmek isteyenler ile kendisini bunları koruma misyonuna adayanlar arasındaki mücadelede taraflardan birisi “kazanan” olarak ilan edilmekle birlikte, zaman içerisinde roller değişebilmekte ve nihai olarak insanın talepleri ve sosyal koşullar süreci nihayetlendirmektedir. Bundan dolayı aynı sistem, farklı toplumlarda farklı yaşayışları beraberinde getirmekte, farklı çıktılar oluşturmaktadır. 1945 yılının iktisadi anlamdaki galibi Keynes 1970’lerde mağlup olmuştur. Şiirdeki hakim güç aruz vezni yerini hececilere bırakmış, yüzyıllar öncesinin etkili aracı basılı kağıt ve matbaa internet ve teknolojinin tehdidiyle sarsılmıştır. İlerleyen süreçte ise farklı sıfat ve isimler altında yeni “hakim”ler ortaya çıkacaktır. Değişmeyen ise her dönemde farklı isimlerde de olsa aynı rolleri paylaşan birilerinin ya da akımların olmasıdır.

Görünen değişimler içinde aslında değişmeyen ve çekirdek niteliğinde olan unsurların varlığı hayatın anlamının “Arayış”, bu arayışa aracılık edenin ise henüz deşifre edilememiş olan “zaman” olduğunu kanaatimce göstermektedir. İnsan sürekli olarak “bir öte”sini istemiş, ancak kendisini tanıma sürecine ve varlık gayesinin sebebine bir açıklama getirememiştir. Bu arayış değişik enstrüman ve bakış açılarıyla bir gelişim çizgisinde seyir halindedir. Ancak bir ilerleme olup olmadığı bilinememektedir. Felsefe alanında en ilerde olan filozofların binlerce yıl önce yaşamış olmaları da bunun göstergelerinden biridir.

Biraz soyut şekilde ifade ettiğim düşüncelerimi sonraki yazımda güncel gelişmelerle biraz olsun somuta aktaracağım.

 
Toplam blog
: 28
: 1654
Kayıt tarihi
: 22.08.06
 
 

İstanbul'dan tarih, ekonomi, siyaset ve kültüre ilgi duyan, güzel bir dille ifade edilen, edebi v..