Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Mart '07

 
Kategori
Felsefe
 

İnsan doğamızın dikotomileri

Yazdığımız her söz, her cümle, her satır, her paragraf, her sayfa, her bölüm, her kitap bize neyi anlatmaktadır? Elimizden hayat gören her şiir, her roman, her tablo, her heykel, her sanat eseri bize neyi ifade etmektedir? Biz tarafından yapılan her yapıt bize bizi anlatmaktadır. Bizim gelmiş durumumuza, ulaşmış olduğumuz halimize ışık tutmaktadır. Biz tarafından imal edilen her şey, aydınlatıcı bir biçimde insanlığımızı ve her birimize has duygularımızı, belirsizliklerimizi, hatalarımızı, yanılgılarımızı, mutluluğumuzu, umutlarımızı, hayallerimizi, alışkanlıklarımızı ifade etmektedir. İnsanımızın yenilgilerini, galibiyetlerini, kaybettiklerimizi ve ganimetlerimizi, medeniyet olmanın yolunda feragat ettiğimiz ve sahiplendiğimiz tüm şeylere, barbarlıktan vazgeçme yolundayken rafa kaldırdıklarımızı ve hala da kurtulamadığımız özellikleri ifade etmektedir. İnsan olabilmenin ve kalabilmede çabaladığımız her anı, her saniyeyi, her asrı ve her çağı ifade etmektedir yaptığımız, gerçekleştirdiğimiz tüm eylem ve adımlarımız. Kant’ın erekliliğine ulaşma yolundaki ilerleyişimizi de ifade etmektedir. Ve nereden ve nereye doğru ilerlediğimizi iyice ve doğruca anlayabilmemiz için ilk önce insanımıza ve yaratmış oldukları dünyalara, anlam verdiği her öğeye bakmamız gereklidir.

Nereden geldik? Nereye varırız? Nasıl ve ne zaman? Aslında, tüm uğraştıklarımız da bu tür sorulardı. Dünyamız sorulardan ve verdiğimiz cevaplardan ibarettir. Gözlerimizi açar açmaz, ilk nefisimizi alır almaz, bilir bitmez sorulardan hareketle kavramaya çalıştık ‘insan doğamızı’. Verdiğimiz cevaplar ise, kendimizi ve yaşamış olduğumuz tüm dünyamızı şekillendirdi. Cevaplarımız doğru olsun veya olmasın… Sorularımız sayesinde ve cevabı bulabilmek neticesiyle hep harekete geçtik ve hep bir şeyler üretmeye kalktık, sorularımız bünyesinde şekillendiği dünyamızı içimizden dökmek için ürettik tüm eylemlerimizi, tüm felaketlerimizi, tüm şaheserlerimizi, tüm acılarımızı, eziyetlerimizi, şiddetlerimizi ve insancıllığımızı ve iyiliklerimizi. Sorulara cevap bulabilmede umutlarımızı yitirirken, çıkmaza girerken ve güçsüz kalırken yarattık yine de dünyamızı, acı çeken ve yararlanan yine de biz olduk. Cevaplarımızı pekiştirmek ve meşruiyet kazanmak amacıyla yarattık yine de dünyamızı ve tabii ki yineden ya galiptik, ya yeniktik, ya üstündük, ya aşağılıktık. Evet, biz hep böyleydik ve ne kadar her nesille yaratmış olduğumuz dünyamızı birikimimiz sayesinde kavramaya çalışsak ve bazı şeyleri değiştirmeye çabalasak ve artık son noktamıza geldiğimizi hissetsek bile, içimizdeki ve tüm insanlığımızı birleştiren gerçekten de evrensel olan ‘umut ışığı’ sönmedi. Bu umut ışığı, annenin gözyaşı ve çocuğun gülümseyişi gibi evrenseldir ve bizi tüm farklılıklarımıza rağmen birleştiren bir unsurdur.

Tüm yaptıklarımız ne kadar bizi kendimizden ayırt ettiyse bile, bizi birleştiren ve bizi bir arada tutabilecek şey bizzat kendimiz ve geleceğe dair iyimserliğimiz. Bizi birleştiren, hayatımızda, kendimize verildiği zaman diliminde gerçekleştiremediğimiz ve ulaşamadığımız düşlerimizi bizden gelenlerin gerçekleştirebilme imkanı tanınsın duygusudur. Tanrı’ya bağlılık göstermeyen maneviliğimizin bir ürünüdür. Düş kırıklılığına uğradığımız bu dünya bizimdi ve yaratan da biz olduk. Onu iyileştirmek, ona yeniden mutluluk kazandırmak, umutlarımızın yeniden yeşermesini sağlamak bizim de elimizde. Ve hep bunu unuttuk veya göz yumduk. Yaşadıklarımıza göz atsak bunun hala devam ettiğini görürüz. Ama, iyi olsun olmasın hep değiştirmeye çalıştık. Nihilist değildik! Boş vermişlik duygusu hep yanımızdaydı, ama onu yenmeye çalıştık ve yine de elimize aldık ya kalemlerimizi, ya da kılıçlarımızı. Zıtlarımızı, karşıtlıkları, uçurumları kendimiz yarattık, anlamlandırdık ve ona hangi tarafındaysak karşı durduk, savaştık. Kalemle olsun, ya da kılıçla. Panzehirimize zehirimizi kendimiz bulduk. İyiliği tanımlayacak kötülüğü de kendimiz yarattık. Yin’imizi Yang’ımıza karşı tanımladık. Seçimimizi kendimiz yaptık ve mecburduk. Ve hep bu ikilem paradoksal bir biçimde yanımızdaydı. Birbirlerini kendilerine göre tanımladı ve birbirlerini yok etmeye çalıştı, tıpkı insanımız gibi (ve belki de, Fichte’ci veya Schelling’ci bir üslupla –tez, antitez, sentez- daha üst bir düzlemde birleşir ve bu diyalektik içinde başka birliklere doğru gidecektir?). Ve tıpkı bir mıknatıs etkisiyle de, hep ayrılmazdı, kan kardeşleriydi birbiriyle. Fark ettiğiniz gibi, yazım da çelişkilerle doludur. Ama bizi ve dünyamızı harekete geçiren ve nihayetinde ‘iyiliğe’, ‘gelişmeye’, Aydınlanmacı ‘ilerlemeye’, durmak bilmeyen modernleşmeye iten bu çelişkili doğamız ve dünyamızdı. Zıtlar arasında sıkışan dünyamız evrimleşmeye ya da devrimleşmeye mecbur kaldı.

Yazdıklarım, ezelden beri bulmaya çalıştığımız ‘doğa yasaları’nı bulmak amacıyla değil, kafamı kurcaladığı sorulara yanıt bulmak içindi. Zıtlaşan fikirlerimle baş edebilmek içindi. Ruhumu bir yandan öbür yana atan duygularıma, hisselerime hakim olabilmek içindi. Ve nihayetinde, kendimi diğerlerine kanıtlamak ve kendimi değerli hissedebilmek içindi. Menfaat içindi. Bencilliğim içindi. Ve tabii ki, hayallerimi gerçekleştirmede çabalamama neden olabilmek içindi. Diğerlere faydalı olabilmem içindi. Erekliliğimiz içindi. Evrenselliği, bizi bütünleştiren ‘kutsallığı’ bulabilmem içindi de. Belki de, hepimizi bir bünyede birleştiren Tanrı’mız içindir. Sıraladıklarım nedenler zıtlarla doludur. Ama beni oluşturan da bu, bizi oluşturan da bunlar. Hepimiz içimizde bu zıtları barındırıyoruz, ortak yaşattırmaya çalışmaktayız. Ve onlar da bizimle gelişir ve içimizde birleşerek bizim varlığımızı temsil etmektedir.

Yazımı Hobhouse’ın dediği şu sözlerle bitirmek istiyorum: “İyilik gibi kötülüğün de bir evrimi vardır”…

P.S. Yine de tekrar soralım, Nereden geldik? Nereye varırız? Nasıl ve ne zaman?.. Bu sorulara ekleyecekleriniz mutlaka ve umarım vardır!

*Bu yazım daha önceden www.populeryasam.org sitesinde yayımlanmıştı.

 
Toplam blog
: 3
: 1576
Kayıt tarihi
: 13.03.07
 
 

Ana yurdunuz Kazakistan'dan hakiki insanımızın ruhunu anlamak/anlamlandırmak ve bir taraftan da haya..