Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Şubat '10

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

İnsanlığın gönlündeki Leyla'lar ölüyor mu?

Bugünlerde insanların adına aşk dediği ancak aşktan fazlasıyla uzak olan duygularıyla sıksık karşılaşıyoruz. Aşk gerçekten Kays'ın Leyla'ya duyduğu cinsten duygu felsefesinin ön plana çıkması mıdır, yoksa ayrılınca adı aşk olan duygu mudur? Bence bugüne uyarlarsak iki düşünce de bugünü barındırmıyor. Belkide aşk bu şekilde konuşulacak bir duygu da değildir..! Bu konuda Diyarbakırlı şair Yılmaz Odabaşı'nın düşüncelerine katılmamak elde değildir...

Odabaşı şöyle düşünüyor;

"Leyla hiç güzel değilmiş diye Mecnun’a sormuşlar: “O kadar eziyet bunun için miydi?” Mecnun yanıtlamış: “Hayır, gönlümdeki Leyla içindir…”

Herkesin gönlünde bir Leyla var. Günümüzde insanın yazgısı, birazda gönlündeki “meçhul” Leyla’yı bulmamak olmalı. Üstelik herkes bir başkasını seviyor ve büyük çoğunluk kendisini sevene âşık değil…

Sokrates, “benim tek bilgim var, o’da aşktır” derken, günümüz insanının büyük oranının en son bilgisi aşk şimdi. Aşk, dünyamızın en eski, en evrensel ideolojisi de sayılabilirse, ona yabancılaşmak insanın doğasına, miladına da yabancılaşması değil midir?

Etle tırnağın ayrışması gibi doğadan koparılan insan, metropollerin geniş caddelerinde bir hız ve karmaşaya kapılırken, kuşkusuz aşk da doğasına yabancılaşıyor.

Aşkın şeffaflığına, temizliğine aşkın kendisinden başka her şey karılınca, metalaşan aşk özünden yalıtılıyor. Bu yüzden nice yanılsamanın ve salt cinsel tercihin adı yine “aşk” olarak aramızda dolaşıyor. Adı dolaşıyor ama kendisi pek ortalıkta görünmüyor…

Şiddetin örselediği çocuklukların onulmaz yaralarını hasta ilişkilere taşımak için insanlar yine de Leylalar’ını hummalı bir bekleyişle arıyorlar… Asla bulamayacaklarını, buldukları an yitireceklerini ya da nasıl heba edip bir çırpıda tüketeceklerini hiç bilmeden…

Bizim insanımız daha çok “koşullu” seviyor; oysa aşk koşulsuz sevebilmektir. Aşk programlanıyor; bu da doğasına aykırıdır. O programlanamaz; gelir bulur sizi ve “git” diyemezsiniz…

“Benim istediğim gibi biri olursan seni sevebilirim gibi üsluplarla aşk pazarlığı yapılıyor; hâlbuki aşk, pazarlık konusu edilemeyecek beklide ilk insani erdemdir. Aşk sevgiliyi nasılsa öyle sevebilmektir…

Bizdeki aşk anlayışında öncelikle “sahiplenme” ve “mülkiyet” duyguları öne çıkıyor. Bu da “kavuşma” ile ifade ediliyor; oysaki çoğu zaman kavuşulan an’dır ayrılık…

Bu yüzden aşk, her zaman kavuşmak değil, gerektiğinde bırakıp gitmesini bilmek oluyor… A. Camus, “bir şey elde edildiğinde yitirilmiştir” diyor…

Aşkın öznesiyle gerçek bir özdeşleşmeyi ille de benzemekte arıyoruz. Oysa herkesin tek kişilik demokratik özerk cumhuriyet olabildiği sağlıklı kişiliklerde soluk alabilir aşk…

Benzerleriyle ancak iyi dost olabilir insan. Üstelik aşklar değil, en çok da dostluklar kalıcıdır.

Gerçek aşk tutkudur. Tutku yıkıcıdır. Acı çekmeyi koşulsuz göze almaktır aşk. Şimdilerde hafta sonu eğlenceleri için âşık olunuyor(!) Mutlu olmak için! Oysaki mutluluk diye bir şey yoktur yaşamda; olsa olsa “mutlu an”lar olabilir insan ömründe…

Aşk, kişiliğin harcıdır; acıyla başlar ve çoğu kez acı çekerek o ilişkiyi tüketirsiniz. Yaralanır ve yaralarsınız. Bazen sevginiz mağlup gelir. Yenilmesini de bilmektir aşk…

Şimdi kimileri tahakküm ve mevzi kazanmak için öne atılıyor; sürmüyor ve bu nedenle nice ilişki yatakta başlayıp bitiyor.

Aşk tenhalığı severken, metropol aşkları, merkezi caddelerde, Caferlerde, barlarda kümeleniyor; herkes birbirinin vitrini…

Barların loş ışıkları arasında gecenin ilerleyen saatlerinde alkol ve parfüm kokusunun baş döndürücülüğü eşliğinde fısıldanan sevgi sözcükleri, sadece cinselliği kışkırtıyor. Sonra sevgisiz, dağınık, terli yataklardan geriye tanımsız bir öfke ve bir yalnızlık duygusu kalıyor…

Rousseau, “gerçek aşk bağlılığın en temizidir” diyor; şimdi görülmekte ki, aşk adına toplumumuzda nice kirlilikler yaşanıyor. Aşk, her gün mevzi kaybederek biraz daha ihanete uğruyor.

Gerçek aşkın Leyla’nın kendisine de gereksinimi yoktur aslında; herkes kendi sevgisini sever ya da aşk, tek kişiliktir!

Ve en haklı aşk, alkışsız sürebilendir…

Benim öğrendiğim ise, aşk, iyi bir cehennemdeki mutsuzluktur. Bu yüzden böyle bir sosyokültürel ortamda ve böyle bir şiddet toplumunda aşkta sağduyuyu arayanlar, şimdi evlerine birer Şanso Panço olarak dönen yapayalnız birer Don Kişot’tur!"

Siz ne dersiniz; fazlasıyla abartılı mı buluyorsunuz..?

 
Toplam blog
: 2
: 703
Kayıt tarihi
: 24.09.09
 
 

"Balıkesir'de yaşıyorum. Mühendisi olarak resmi bir kurumda çalışıyorum. Foroğraf çekmeyi seviyorum...