- Kategori
- Dostluk
İnsanlık Öldü mü Dersiniz?

İzmir’de Kemeraltı Caddesi’nin Konak meydanına ulaştığı köşede oturan “satıcı” ya gözünüz ilişti mi? Vilayet Konağı’nın duvarına sırtını dayamış, önündeki tezgâhında incik boncuk, çakmak ve bir de milli piyango bileti satıyor.
Beş trilyon kadar tutacak büyük ikramiyenin günün birinde bana çıkacağına inandığım için fırsat düştükçe bilet satın almayı ihmal etmeyenlerdenim. Altmış yılı aşkın süredir amortinin üzerinde ikramiye yüzü görmedim. Öyleyken bu inanışım hiç zedelenmedi. Delikanlımızdan bir bir bilet satın aldım.
Ayrılıp giderken genç adamın beklemediğim temizlikte bir Türkçe ile benim için güzel sözler söyleyişi dikkatimi çekti. Geri döndüm. “Delikanlım, sen ne kibar insansın böyle, ” dedim. “Hele sen bana bir bilet daha ver bakayım, hem de tam bilet olsun.”
Bu arada otuz yaşlarında görünen bu zayıf yüzlü ve sevimli satıcı “Size bir şey sorabilir miyim?” dedi ve epeyce hüzünlü bir edayla anlattı ki, birkaç saat önce adamın biri tezgâhı üzerinde duran çakmaklardan birini incelerken yere düşürmüş ve kırmış. Sonra da hiç bir şey olmamış gibi çekip gitmeye kalkışınca da aralarında tartışma çıkmış.
Çakmak beş YTL imiş. “Hiç olmazsa üç lira ver, ” demiş ama adam dinlememiş. Bırakıp giderken peşine takılmış. Adam biraz da çevredekilerin tepkisinden çekinmiş olmalı ki, arkadaşın ayaklarının dibine doğru iki YTL atıp sıvışmış.
“Şimdi ben parayı aldım almasına da adam kendi rızasıyla vermedi. Bu para bana helal olur mu?”
Şaşırmıştım. Benim halimde, tavrımda öyle İslam adına ahkâm kesecek gibi bir görüntü yoktu ama, bu genç adam belli ki, bir arayış içindeydi. Ve ben dilimin döndüğü kadar bir şeyler söylemeye çalışırken öğrendim ki, adam ona “Allah zaten seni çarpmış, ” demiş.
“O ne demek oluyor?” dedim.
“Sakatım ya ben...” demez mi? Birden bire gözlerim doluverdi. Vilayetin duvarına yasladığı bir çift koltuk değneğini göstererek “Ben sağlam olsaydım, onu...” Piyangocunun neler söylediği kulağıma girmiyordu.
“Allahım, insanlık bu kadar mı öldü?” diye haykırmamak için kendimi zor tuttum. Vilayetin kapısı önünde bekleşen Polis Memurları var. Ya bir konuk gelecek, ya da içeride Vali var, onun çıkış saatini bekliyorlar. Onlardan bir ikisi baktım, bize kulak misafiri oluyorlar. Ondan sonra ne söylesem, o memurlara gösteri gibi geleceğinden çekindiğim için oradan ayrıldım.
Birkaç gün sonra hemen hemen ayni saatte yine arkadaşın karşısındaydım. Piyango çekilmişti. Benim büyük ikramiye hayalim bir başka çekilişe kalmıştı. Amorti bile yoktu. Beni görünce tanıdı. Kendisini suçlayıcı bir giriş yaptım. “Amorti bile çıkmayacak bileti bana yutturdun, ” dedim. Güldü, “İkramiye çıkacak biletleri kendime ayırıyorum ağabey..” dedi.
Zeki insanlar şaka yapabilirler. Ve zeki insanlar şakadan anlarlar.
Epey zaman önce İzmir’de Anadolu Ajansı Muhabiri olarak çalıştığım dönemde Milli Piyango Genel Müdürü’nün de eşiyle birlikte katıldığı bir gezideydik. Genel Müdür beyin o zaman için annem yaşında bulunan eşi beni pek sevmişti. Bundan yüz bularak kendimi ailenin oğlu gibi hissetmek gafletine düşmüştüm. Milli Piyango Genel Müdürü”ne şöyle bir takılmaya kalkışmıştım:
“Beyefendi.. Emir verseniz de bana bir büyük ikramiye vurdursalar..”
Genel müdür bey “Git kardeşim başımdan, ” diyerek beni yanından kovmuştu. Bu ülkenin genel müdürlerinin zekâ seviyesi o günden bu yana sokak satıcılarının zekâ seviyesinin üstüne çıktı mı, bilemiyorum. Çünkü ben artık emekliyim. Hiç bir genel müdürle yüz yüze gelmemenin şansını yaşıyorum.
Evet, biletçi arkadaş beni tanıdı, demiştim. Beni tanıdı. Ancak yeni biletleri henüz satın alamadığı için bana bilet veremeyeceğini söyledi. Yakasını bırakmadım. Cebimden helalından bir on YTL çıkardım. Kendisine uzattım:
“Bak şimdi, ” dedim. “Bu parayla bir bilet alacaksın... Büyük ikramiye çıkarsa ben yeniden gelinceye kadar parayı bankaya yatıracaksın.. Hiç bir şey çıkmazsa paranın geri kalan kısmıyla yeniden bilet alacaksın.. Para biter de iflas edersek, bir dahaki gelişimi bekleyeceksin. Ortaklığımızı sürdüreceğiz. Haziran’dan önce de gelemem.. Bunu da bil. Tamam mı?”
Parayı aldı, “Ağabey adın ne?” dedi. Kalemi hazırdı. Zeynel Kozanoğlu adımı özenle yazdı. Ben yürüyüp giderken arkamdan sesleniyordu:
“Şimdi ben vilayete gideceğim ve şu adamın bana yüz bin YTL borcu var, diyeceğim, ” diye sesleniyordu. Ben de onun şakasına karşı haykırdım:
“Ben işçi emeklisiyim beş yüz YTL aylığım var. Bari on bin YTL de ki, inandırıcı olsun.”
Karşılıklı gülüştük. Bu yazıyı Kopenhag’tan yazıyorum. Haziran başında Türkiye’ye döndüğümde adını bile öğrenmediğim bu dostuma uğrayacağım ve inanıyorum ki, o güne kadar büyük ikramiye benim ona bıraktığım parayla satın aldığı biletlerden birine çıkmış olacak. Haziran’dan sonra borç paraya ihtiyacı olanlar bana başvurabilirler.
Not: Başvurabilirler sözcüğünden sonra görünmez mürekkeple yazdığım iki sözcük daha var. Açıklamamı ister misiniz? “SAKIN HAAA!”