Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Mayıs '14

 
Kategori
Deneme
 

İnsanoğlunun Uzaylı ile imtihanı

İnsanoğlunun Uzaylı ile imtihanı
 

GİRİŞ

Bundan milyonlarca yıl önce evren oluşmaya başladı. Zamanla keşfedilen gezegenler oldu, kimsenin adını sanını bile bilmediği kıtalar bulundu bazı canlıların nesli tükenirken bazı canlılar da ortaya çıkarak yaşamın gizemini bize tekrar tekrar fark ettirdi.

İnsan kuşkusuz şimdiye kadar yaratılmış en karmaşık bir o kadarda en basit canlıydı. Kimine göre topraktan yaratılmış ve bir yasak elmanın yenmesiyle yaradan tarafından ceza olsun diye dünyaya şuan üzerinde yaşadığımız, nefes aldığımız sahaya gönderilmişti. Adem ve Havva ile başlayan bu sürecimiz kabil ve Habil’in doğumuyla gelişti. Ne yazık ki en utanç duyulması gereken olayımız olan kardeşin kardeşi vurması, insanın insanı öldürmesi kabusu da Habil’in kabil tarafından öldürülmesiyle yaşadığımız çağa kadar en utanılası vaka olarak süregeldi.

İnsanlık zamanla çoğaldı, çoğaldıkça birbirinden uzaklaştı, uzaklaştıkça yabancılaştı, yabancılaştıkça da barbarlaştı ! Medeniyetler kuruldu. Peygamberler geldi, kitaplar indi, insanın cehaletinin önüne geçilmeye çalışılsa da beşer olan bu varlık nefsinden ödün vermedi.

Yalnız değildi insan doğada ona yardım eden onun uygarlaşma gelişiminde önemli katkılar yapan isimleri Türkçede hayvan diye geçen başka canlılar vardı. İnsandan farklıydılar en basitinden akılları yoktu, düşünemiyorlardı ve yabaniydiler. Kaçıyorlardı uzaklaşıyorlardı fakat insanoğlu zamanla bazılarını evcilleştirmeyi başararak adeta ona verilmiş olan aklının değerini ortaya koyuyordu. Bu hayvanlara zamanla isimler koydu. Yem verdi, büyüttü  bazen de dost oldu.

Unutulmayacak bir canlı türü daha yaratılmıştı ki o da bitkiydi. Doğaydı. İnsan belki de en büyük kıyımı en acımasız yanını burada gösterdi. Yaşamasının, solunum alabilmesinin ürün hasat edip yemesinin sebebi doğaydı, suydu, bitkiydi. Acımadı talan etti ağaçları kesti, sulak alanları kuruttu ve adına medeniyet dediği en yapay oluşumu kurarak bugünün küresel ısınma gibi büyük felaketlerle karşı karşıya kalmasının zeminini hazırladı.

Yazarının göreceli olduğu, doğum, yaşam ve ölüm olmak üzere 3 perdeden oluşan isminin hayat olduğu kısacık bir tiyatro oyununun baş figüranı olan insanın macerası ütopyalarla renklendi ve kendine yeni mecralar açarak farklı bir boyuta geçti.

İNSANOĞLUNUN UZAYLI İLE İMTİHANI

Sene 2043 10 Ekim Salı günü saat 15:07 de haber ajanslarına kayıp bir uçak haberi düştü. Türkiye’den Brezilya’ya uçan bu uçağa kalkıştan 2 saat sonra ulaşılamadı ve sinyaller kesildi. İlk etapta bir düşme olayı olduğu düşünülen vakada dakikalar geçtikçe çok farklı bir durum ortaya çıktı ve insanlık tarihinin dönüm noktası olacak gelişmeler yaşanmaya başladı. ABD’nin NASA isimli kuruluşunun yöneticisi kameralar karşısına çıkıp tüm dünyaya THY’e ait 255 kişilik yolcu ve 10 kişilik mürettebatıyla Brezilya-Türkiye seferini yapan uçağın uzaylılarca kaçırıldığını açıklıyordu. Kimdi bu uzaylılar ? Gerçekten de onlar mı kaçırmıştı ? Bütün dünya bu habere kilitlenmiş Türkiye saatiyle saat gündüz 15:07 den sonra herkes başka türlü düşünmeye başlamıştı. Yıllarca insanoğlu uzaya gitmiş gezegenler keşfetmiş fakat uzaylıların varlığını bir türlü kanıtlayamamıştı.

Türkiye’de devlet bürokrasisi kırmızı alarma geçmiş ulusal güvenlik ile ilgili alınması gereken her türlü önlemi almış ve kamuoyuna sakin olunması gerektiği mesajlarını iletiyordu. İnsanlar hem hayret hem de tedirginlik içerisinde bekliyor ve bunun gerçek olamayacağını düşünüyorlardı. Daha önce Ufo görmüş insanlar televizyon kanallarına çıkıp karınlarından konuşmaya başlamışlardı bile ; “ben zaten uzaylıların olduğunu ve bir gün bizimle tanışmak için dünyaya geleceklerini biliyordum ama bunu uçak kaçırarak yapacaklarını düşünmüyordum” diyen kafası kel göbeği nerdeyse burnuna değecek bir bakanın  konuşması o atmosferde açıklamayı  izleyen insanları kızdırıyor ve hayrete düşürüyordu. Türkiye  ile birlikte bütün dünya da şoktaydı. Hayal miydi tüm bu olanlar? Kaçırılan uçak nereye götürülmüştü ? nasıldır bu uzaylılar ? Başka saldırılar planlıyorlar mı? gibi onlarca soru cevap bekleye dursun uçaktan 2 gün yani 48 saat geçmesine rağmen hala tek bir iz bile yoktu. Umutlar gittikçe azalıyor, kaygı düzeyi her geçen dakika  artıyordu.

Amerika Uzay Dairesine gelen tek bir mesajın dışında herhangi bir ibarenin olmaması ile birlikte uzayda görev yapan astronotlara ulaşılıp haber alındığında da onların verdikleri cevaplarda uydu bağlantıları ile ilgili herhangi bir sorunun olmadığı Dünya’nın dışındaki alanların rutin seyirlerini devam ettirdikleri notu düşürülüyordu. Bu tam anlamıyla içine düşülen girdabın insanoğlunu eli kolu bağlı şekilde bıraktığının fotoğrafıydı. Dünya tehlike altındaydı. insanlık yeni bir düşmanla karşı karşıyaydı. Milyonlarca yıldır uğraşan ,nefes aldıkları dünyada kendilerine yaşam alanları kuran, burası benim toprağımdır deyip sınırlar çizen oralara da bayraklar diken bunun için canını vermeye hazır olan ülke insanları bu sefer ne yapacaklardı ? 14 Ekimde 250 devletin üst düzey temsilcileri sadece kendilerinin bilgi sahibi oldukları bir yerde toplanıp bu olaya karşı birlikte hareket etmeye dair mutabakata vardıklarını beyan ediyorlardı. Bilim-Kurgu filmleri gerçek oluyordu.

İnsanlık tarihi boyunca yapılan araştırmalarda sadece Mars gezegeninde hayat olabileceği düşüncesi vardı. Çalışmalar devam ediyor böyle bir emarenin varlığı doğrulanmaya çalışılıyordu. Demek ki insanın daha keşfetmediği gezegenler de varmış ki uzaylılar dünyaya saldırıp uçak kaçırabiliyorlardı.

Havaalanları olaydan hemen sonra kapatılmış havadaki tüm uçaklar en yakın yerlere zorunlu iniş yapmak zorunda kalmıştı. Çoğu yolcu dilini bilmediği ülkelerde konaklamak mesele aydınlatılıncaya kadarda orda beklemek zorunda kalmıştı. Dünyanın dört bir yanındaki turistlerde aynı duruma düşmüş ülkelerine dönememişlerdi. Dünya ekonomisi durma aşamasına gelmiş büyük şirketlerin Ticaret hacmi bir günde küçülmüş ve ekonomik darboğaz kapıya dayanmıştı. Korku çok büyüktü bu bir kıyamet alameti miydi? Spor müsabakaları, sanatçıların vermeyi planladıkları konserleri, yardım kuruluşlarının çalışmaları, diplomatik seyahatler gibi birçok  küresel ölçekli organizasyon sekteye uğramış hatta tamamen iptal edilecek duruma gelmişti.

17 ekim günü tüm dünyada yayın yapan uydu frekansları ele geçirilerek televizyon kanallarında sadece bir tek görüntü vardı. Ayakları ve elleriyle insanı andıran ama yüz şekilleriyle çok sempatik olan 25 ile 75 santim dolaylarında ki bu yaratıkları o an ekranları başında olan herkes görebilmekteydi. Bu sefer her şey gerçekti gördükleri tamamen uzaylılardan ibaretti. Sadece ağızları ve gözleri olan bu yaratıkların başında iki çift kulak olmakla birlikte bembeyaz kanatları  vardı. Konuşabiliyorlar mıydı ? Hangi dili biliyorlardı ? derken uçaktaki insanların görüntüsü verilmeye başlandı. O an tarih yeniden yazılıyor, savaşlar dönemi kabuk değiştirerek yeni bir evreye dönüşüyordu.

İnsanlık ava giderken avlanmıştı. Çünkü uzaylılar kendi gezegenlerindeki suyun tükenmesi üzerine farklı arayışlara girmiş ve dünyayı keşfederek oradaki su kaynaklarına sahip olmayı düşünüyorlardı. Çoğu kişinin gelecekte olmasını beklediği su savaşları dünyalılar arasında değil dünyalılar ve uzaylılar arasında gerçekleşiyordu.

Herkes taarruza geçmiş her an saldırı olacak vaziyette beklemeye koyulmuştu. Dünya tehdit altındaydı. İnsan su olmadan yaşayamayacağının farkındaydı. Su sadece insan için değil uzaylı içinde hayatiydi savaşı kazanacak olan hayatı da kazacak ve böylece nefes alamaya devam edecekti.

Korku dolu anlar başlamıştı. Nükleer silah depolarına sahip olan büyük ülkeler yaptıkları çalışmaları durdurmuştu. Santrallere gelebilecek herhangi bir saldırı etkisi yüzyıllarca hatta binyıllarca sürecek felaketlere neden olabilirdi. Hava koruma sistemleri işleyemez duruma gelmeye başlamıştı. ABD, Rusya, Almanya, Fransa gibi dünya siyasetinde ve dizaynında rol sahibi olanların eli kolu bağlanmış yaşananlar karşısında süt dökmüş kediye dönmüşlerdi.

Zaman geçtikçe bazı durumlar netleşmeye başlamıştı. İnsanların duyduklarında küçük dillerini yuttukları bir iddaa vardı ki eğer bu gerçek ise gidişat daha da karışık bir hal alacaktı. Kuzey Kore Cumhuriyeti elindeki Nükleer silahları imha etmeyeceğini deklare ededursun yer altında ilk defa isimlerini ve işlevlerini açıkladığı laboratuvarlarının olduğunu tüm dünyaya açık açık aktarıyordu. Dünya rejimler tarihinde  Komünizm ile yönetilen son ülke olarak Kuzey Kore kalmıştı. Ondan önce Çin, Küba, Venezuella gibi Ülkeler global dünya düzenine entegre olmuş ve dışa açılma politikalarıyla da küresel ekonomide söz sahibi olmak ya da pay almak istiyorlardı. Ne zaman eski zamandı ne de dünya eski dünyaydı.

Haçlı seferleri sırasında binlerce insan hayatını kaybetmişti. Yüzyıl savaşlarında da aynı durum vardı. İnsanlık tarihi kanla yazılıyordu.2.Dünya savaşında ülkeler alt üst oldu, ırk kıyımları yaşandı, atom bombası kullanılarak toplu katliamlar yapıldı. Doymadı insanoğlu kendisi gibi düşünmeyeni ezdi, dışladı, inkar etti, zulüm yaptı. Sömürge imparatorlukları kurdu. Kendisinden  binlerce kilometre uzaktaki yerleşimleri işgal etti, insanları kendi topraklarında esir hale getirdi. Din ayırımı yaptı, kendisine karşı çıkanı hakkını arayanı öldürdü. Toplu mezarlar yaptı bir türbeyi dahi çok gördü. Tüm bunların yaşandığı bir dünyada şimdi “su” en büyük sorundu.

21 ekim günü NASA’dan bir açıklama geldi ve uzaydaki astronotlarla bütün iletişimin kesildiği, Kriz merkezlerinin toplanıp acil tedbir kararları alması gerektiğini beliriyordu. Yavaş Yavaş dünyaya yaklaşıyorlardı.

23 ekim de Türkiye saatiyle saat 18:20 de son uydu fotoğrafında Afrika kıtasının görüntüsü tamamen değişmişti. Evler yok olmuştu. İnsanlar uçaktakilerin akıbetinden çok kendi akıbetlerinin ne olacağını kara kara düşünmeye başlamışlardı. Görenleri hayrete düşüren bir durum vardı. Afrika tamamen düzlük olmuşken mısırdaki piramitler yerli yerindeydi. Keops isimli 140 metre dolaylarındaki koskoca piramit bütün ihtişamıyla yerinde duruyordu. Bu akıl almaz bir olaydı bu olanlar sadece filmlerde olacak türdendi. Bin yıllardır sırları deşifre edilmeyen piramitlerle uzaylılar arasında bir bağ mı vardı ? bir bağ olmalıydı ki her taraf dümdüzken o heybetli yapılar yerli yerindeydi.Durum gittikçe farklılaşmıştı. Her şey bitme noktasına geliyordu. Ekonomi, düzen diye bir şey kalmamıştı. Birleşmiş Milletler, NATO, Avrupa Birliği gibi kurumlar işlevsiz kalmıştı. İnsanlar erzak toplamaya hayatta kalmaya çalışmaktan başka hiçbir şey yapmıyorlardı. Nerden inceldiyse oradan kopsun demek başka çareleri kalmamıştı.

Vatikan ve  Kudüs sessizdi. Olanlar kıyamet değildi. İsrafil düdüğü çalmamış Mehdi de dünyaya inmemişti ama tablo tam bir vahşetti.

Küçücük bedenleriyle  ilginç yapılarıyla ve sempatik oluşlarıyla dikkat çeken bu yaratıklar bu zamana kadar neredeydiler? Yok ediyorlardı. Yavaş Yavaş tüm dünyaya hakim olmak için gelişmiş bir teknolojileri vardı. Hiçbir radarın göremeyeceği  teknolojik donanıma sahip yaklaşık 500 metre dolaylarında bir uzay gemisiyle taarruza geçmişlerdi. Ateşli silah kullanmıyorlardı. Asit gibi bir sıvı ile istedikleri yerleri yerle bir ediyorlardı. Mucizeydi  sanki olanlar. Her şey planlanmıştı bu dünyayı ele geçirme ve yeni bir düzen verme operasyonuydu. Koskoca gökdelenler yumurta akı gibi süzüle süzüle yerlere dökülüyordu. Hiçbir şey kalmamıştı. Sanki birisi zaman tünelinin düğmesine basmış dünya düzenini tarih öncesi çağlara götürmüştü. Mühendislik harikası yapıların bu hale gelmesi gören insanlar akıllarını yitirmiş gibiydiler.

Dünyalıların uzaylı dedikleri bu canlılar da insandan farksızdı. Beyinleri vardı. Üst düzey bir teknolojiye sahiptiler. Sahi isimleri var mıydı ? ya da ortalama yaşam süreleri ne kadardı? Zebralardaki çizgiler her ailede farklılık göstermektedir. Aynı durum uzaylılar içinde geçerliydi. Hepsinin ortalama yaşam süresi dünya zamanıyla 20 yıldı. Vücutlarındaki çizgilerde aileleri ve yaşlarını gösteriyordu. Baştan aşağı doğru gelen bu çizgilere bakarak onları ayırt etmek mümkündü .Gizemlerde dolu bir gezegenden gelmişlerdi ama buna rağmen insanlardan uzak değillerdi. Peki ya hayvanlar ?

Uzaylıların yaşadıkları gizemli gezegende canlı olarak sadece onlar vardı. Hayvanlarla iletişim kurabilecek donanımdaydılar. Doğduklarında beyinlerine enjekte edilen kalıcı öğrenmelerle aynı zamanda birer dünyalı gibi de oluyorlardı. Her şeyi kodlamışlardı beyinlerinde. Hayvan dostuydular. Dünya üzerinde yaşayan tüm canlıları sınıflandırmışlardı. Dünyaya saldırı yapmadan önceden eylem planlarının hepsini hazırlamışlardı.

Hayatları düzen içerisindeydi. Her şey bir makinanın çarkı gibi işliyordu. Hata yoktu. Yaşadıkları ortam sanki birileri tarafından hazırlanmış bir laboratuvar gibiydi. Küçücük bedenlerinin içerisindeki büyük beyinleriyle insanlığa meydan okuyorlardı. Kim yaratmıştı bu düzeni ? Tüm yaşananların anlaşılması için cevaplanması gereken tek soru buydu belki de.

Savaşı uzaylılar kazanmıştı. Dünyalılar yenilmiş ve yok olmuşlardı. Bu oluşturulmuş bir senaryoydu. Bir nevi geleceğe dönük bir tatbikatın simülasyon ortamında gerçekleştirilip sonuçlarının ne olacağı çalışmasıydı. Su savaşlarının gelecekte nelere mal olabileceği ilgili gizli çalışmaların temeli 1980’li yılların sonuna dayanıyordu. Dünya düzeni II. Dünya savaşından sonra iki kutuplu olmuştu. Doğu-Batı olarak ikiye bölünen ülkelerin güç gösterisine sahne olan yıllarda insanlık için önemli olaylar yaşanmıştı. SSCB‘nin uzaya insan göndermeyi başarması ve Ay’a bir insanın ayak basması kuşkusuz mahiyeti önemli olan bir gelişmeydi. Savaşlar silahla değil bilimle yaşanıyordu. Kızışmalı bir ortam vardı. Aynı zamanda bu durum beraberinde tedirgin bir dünya düzeni de oluşturuyordu. Atom bombasının Japonya da kullanılmış olması belki de böyle bir ortamın yaratmaktaki en önemli etkindi. Ülkeler korkmuyordu. İnsanlık, yaşama hakkı, ekolojik denge bunlar ülke çıkarlarının gerisinde kalmıştı. Kim daha çok nükleer çalışma yapıyorsa, kimin elinde daha çok kimyasal silah varsa güç ondaydı. Böylesi yıllarda uzay çalışmaları da gelişti, ilerledi ve 2000’lere doğru giden dünyada 1989 da Berlin duvarının yıkılması ardından 1991 de SSCB’nin parçalanmasıyla yeni bir düzen oluşmaya başladı. Savaşlar, ölümler devam etse de küresel dengeler bir anda değişivermişti. Dünyanın tek süper gücü olarak ABD kalmıştı. 1990’lı yıllarda savaş Ortadoğu’da kızışmaya başlamıştı. İran-Irak arasında gerçekleşen körfez savaşında binlerce insan hayatını kaybetmişti. Bu savaş kendiliğinden çıkmamıştı. Temelleri I.ve II. Dünya savaşlarında atılmıştı. Emperyalist ,sömürgeci ülkeler dünya haritasını cetvelle çizer gibi çizmiş ve kaos dolu her an patlamaya hazır bir bomba gibi duran yapay düzenler oluşturmuşlardı. Yeraltı kaynakları bakımından zengin olan gelişmemiş ülkelerin hepsi sömürülmüş ve bu kaynaklar için savaşlar yaşanmıştı. Zaman geçtikçe hayati öneme sahip olan öyle bir kaynak vardı ki bunun yokluğunda yaşam dahi olmayacaktı. O kaynak da kuşkusuz suydu.

Tüm bu gelişmeler insanoğlunun geliştirdiği teknolojik imkanları kullanarak ileriye dönük oluşabilecek durumları öngörmesini ve bunu önlemek için bu imkanları kullanmasını sağlıyordu. Sonuç itibarıyla oluşturulan senaryonun parçası olan tüm bu gelişmeler önemli bir noktada biterek insanoğlunun mağlubiyetiyle sonuçlanıyordu. Varlıkları hakkında henüz somut verilerin olmadığı uzaylıların gelecekte insanoğlunun yaşadığı gezegeni bu denli ağır bir saldırıyla ele geçirecek olması herkesi kuşkulandırmış ve suyun ne kadar hayati bir kaynak olduğunu tekrar tekrar göstermesi açısından önem taşıyordu.

Gelecek mutlu günlerin özlemini geçen insanlık bu dünyayı vermemekte kararlıydı. Gün gelir de yaşar ve görürsek bazen senaryoların sadece uygulamada kalabileceğinin tanığı olur ve bu korku dolu ihtimali tarihin çöp sepetine atarız. Ya da gerçeklerle yüzleşip alamadığımız önlemlere yanıp tabiri caizse kafamızı vuracak duvar dahi bırakmayacak olan bu yaratıkların ne kadar tehlikeli olduğunu o zaman anlarız. 

 

 
Toplam blog
: 3
: 388
Kayıt tarihi
: 13.06.08
 
 

..