Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

22 Mart '13

 
Kategori
Meslekler
 

İşimiz öğretmek

Ben bir öğretmenim. Bu işi de (ki ben bunu iş olarak görmüyorum) severek yapıyorum.
Yolun başında, pek çoğu gibi ben de, sistem gereği çok istediklerimden, hiç istemediklerime doğru bir tercih sıralaması yaptım. Allah’ın işine bakın ki hiç istemediğim ve anne-babamın zoruyla yazdığım en son tercihime yerleştim. 3 gün 3 gece ağladım. İstemeyerek de olsa okula başladım. Okulda verilen eğitimle de içimdeki heves uyanmadı. Ta ki öğretmenliğe başlayana kadar.

Mesleğimi uygulamaya başladıktan sonra gördüm ki ben çocukları seviyorum, ben onlara değer veriyorum, ben onlara hayranım ve BEN ÖĞRETMENLİK İÇİN YARATILMIŞIM.
Evet, bu iş için yaratılmışım. Bundan daha az ya da daha çok değil. BEN BU İŞ İÇİN YARATILMLŞIM.(Erdal Demirkıran buna ne derdi acaba?)
Duymayanlar da duysun; bu bir gönül işi, bu bir adanmışlık, kendini verme işi.
Para için yada mesai karşılığı yapılacak bir iş değil. Doğuştan gelen bir yetenek. Bu konuda abarttığımı sanmıyorum. Çünkü, iyisiyle kötüsüyle, yanlışıyla, doğrusuyla pek çok örnek gözümüzün önünde. Öğretmenlik, bunu severek yapmayanların üstünde çirkin bir elbise gibi duruyor.
Hata kimde? Hata nerede? Ne yanlış? Neden yanlış? Bile bile hatayı yapmaya neden devam ediliyor?
Aslında, özellikle eğitim camiasında, mümkün olsa da tüm idareci ve öğretmenler büyük bir eleğe konup elenebilse. Bu nasıl yapılabilir?

Benim naçizane fikrim şu: Tıpkı yetenek sınavı ile öğrenci kabul edilen okullarda olduğu gibi, stajyerlik döneminin bitiminde  ya da belli belli arlıklarla, bu mesleğin henüz daha başındayken, insanlar bir yetenek testine tabi tutulmalı ve geçemeyenler geri hizmete alınmalı. Eleğin üstünde kalanlar, yani sınıfı geçenler, öğretmenliği hakkıyla yerine getirebilenler olmalı. İşte o zaman Mili Eğitim’in her türlü amacına ulaşılır.’ Hiçbir şey olamıyorsan, öğretmen ol.’ Sözü tarihe karışmalı. Tatili uzun diye, çoğu yerde yarım gün diye(bana göre, kendini öğretmenliğe adamış hiçbir öğretmenin kalan zamanlarını boşa geçirdiğini sanmıyorum.) Öğretmenlik istenmemeli.
Konuşmaktan aciz, birkaç insanın karşısına çıktığında eli ayağı titreyen, yaşadığı sürece iki kitap okumamış, ağzını açtığında ise konuşmamasının daha hayırlı olacağının düşünüldüğü bir insan, bir sınıf dolusu çocuğa ne verebilir ki?

Niyetim hep eleştirmek değil aslında…İyi ve güzel örnekleri de sunmak isterim. Ancak, yanlışları da birilerinin dile getirmesi gerek. Öyle değil mi?

Çocuklar senin, benim, hepimizin. Benim de iki çocuğum var. Onların kendilerine örnek olacağı bir insanın mükemmel olmasını hepimiz istemez miyiz? Çoğu yerde, bir çok anne-baba çocuğunu okula kaydettireceği zaman, semt semt, okul okul geziyor. Çok öncesinden öğretmenin ve mezun edeceği öğrencilerin başarıları gözlemleniyor. Kayıt aşamasında pazarlıklar yapılıyor. M.E.’in sahip çıkmadığı okullara, hesabı tutulmayan bağışlar yapılıyor. Tüm bu çabalara rağmen, sizin çocuğunuz belki de hiç benimseyemeyeceği, çocuk psikolojisinden hiç anlamayan, konuşmayı dahi bilmeyen ve ya dünyayla iletişimi olmayan bir insanla gününün çoğunu geçirmek zorunda kalıyor.

Anne-baba olarak, her birimizin farklı istekleri ve farklı beklentileri var. Ama hepimiz şu ortak noktada buluşuyoruz sanırım: Çocuğumuz iyi eğitilmeli. İyi eğitilmeli de NASIL?
İyi bir öğretmen hangi yeteneklerle donanmış olmalı? Kişiliği, görüntüsü, konuşması, giyimi nasıl olmalı? Çocuklara ve ailelere yaklaşımı nasıl olmalı?
Hiç kimse mükemmel değildir. Tabii ki öğretmen de bir insandır. Eksikleri olabilir. Ancak, öğrencinin gözünde kusursuz olan öğretmenin, eksiklerini kahvehanelerden ya da TV dizilerinden tamamlaması imkansızdır.

İçimizdekilerle, yaşadıklarımızla, okuduklarımızla önümüzdeki yüz yılı, bin yılı aydınlatacak öğretmen görüntüsünü çizmeye çalışmak niyetim. Biraz da özeleştiri yapmak tabii ki…Son yıllarda insanların gözündeki itibarı oldukça düştü. Çünkü bizler kendini geliştirmeyen, yerinde sayan, yeniliğe kapalı bir grup insan olup çıktık. Bu durumu değiştirmek, itibarımızı geri kazanmak için neler yapılabilir?

Her şeyden önce mesleğimizi seçerken ne istediğimizi bilmeliyiz. Yeteneklerimizi, ne yapmaktan hoşlandığımızı, hangi işi yaparken mutlu olup, başarı seviyemizi en üst sınırda sergileyebileceğimizi tespit etmişsek seçim herhalde zor olmaz. Bu da kısaca, önce kendini tanımak demek. Kendini tanımayan bir genç, lise 4. sınıfa gelmiş ve büyük bir ihtimalle hala ne istediğine karar verememiş demektir. ‘ O mu olsam, bu mu olsam.?
Olması  gereken, gününden önce hedefe kilitlenmektir. Dost rüzgarlarla bir o yana, bir bu yana savrulmak değil.
Mesleğini isteyerek seçtiğinde, zaten içinde varolan cevher, okulda verilen eğitimle de paha biçilmez bir mücevhere dönüşecektir.
Mesleği seçmekle, istediğin bir okulu okumakla da iş bitmiyor elbette… Teorik eğitimin verilmesi gerekli olmasına gerekli de eğitim fakültelerinin öğretmen kadrosunun uygulamaya yönelik pratik bilgileri kazandırma şekli de gözardı edilmemesi gereken bir konu.
Henüz kişiliği tam olarak oturmamış bu ilk gençlik çağlarında, öğretmen yaklaşımı kişiyi mesleğe bağlayabilir ya da soğutabilir.

Zaman zaman okulumuza stajyer öğrenciler öğrenciler geliyor. Üniversite 4. sınıf öğrencisi bunlar.1-2 yıl içinde mesleğe adım atacak yetişkin insanlar. Bu genç insanlarda gözlemlediğim şu: Cesaretleri yok. Öğrencilere yaklaşmaya, onların gözünün içine bakmaya, onlara dokunmaya korkuyorlar. Kısa bir süre sonra bu insanlar, bir sınıf belki de bir okul dolusu çocukla baş başa kalacaklar. Eğitim sistemimiz, öğretmen olmaya hazırlanan bu insanlara kendine güveni verememiş. Çünkü uygulama eksik. Sonra da yüzmeyi bilmeden okyanusun ortasına atıveriyoruz. Ve diyoruz ki: ‘Hadi toparlan. Hem kendini kurtar, hem de öğrencilerini.’
Hal böyle olunca, öğretmen dediğimiz, bu evrimini henüz tamamlamamış insan; 5 yılda ancak kendine gelip işi kavrıyor, 7-8 yılda da öğretmen denilebilecek kıvama geliyor. Bu arada sistem değişiyor, kanunlar ve yönetmelikler değişiyor, uygulamalar değişiyor, teknoloji değişiyor, öğrenci ve ailelerin talepleri değişiyor. Doğal olan mutlaka öğretmenin de değişmesi ve kendini yenilemesi değil mi? İşte film orada kopuyor.

Benim bu konuyu ele alma sebebim de bu değil mi zaten. Filmin koptuğu noktaları eleştirmek ve öğretmenlerimizin (3,5,7,17. yıl fark etmez) kendilerine ayna tutmalarını sağlamak.
Vatan-millet-Sakarya deyip sözde kurtardığımız değerler var. Her gün, her saat. Bu arada kaybettiklerimizi görmüyoruz nedense.
Sevgili öğretmen arkadaşlar, sizlere sesleniyorum. Öğretmenlik sıradan insanların yapacağı bir iş değil. Eğitmek, öğretmek, insan yetiştirmek bir sanat. Belki de her meslekten daha çok özveri istiyor. Annelik ya da babalık evde bitiyor ama öğretmenlik okulda bitmiyor. Gittiğin her yere beraberinde taşıyorsun.

ÖĞRETMENİM…YA BU İŞİ HAKKIYLA YAP, YA DA BIRAK! İkisinin ortası yok. 

 
Toplam blog
: 8
: 163
Kayıt tarihi
: 22.03.13
 
 

Öğretmenim ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara