Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Haziran '10

 
Kategori
Siyaset
 

İsrail dost mu düşman mı?

İsrail dost mu düşman mı?
 

“Van minut”le başlayan bir süreçten geçiyoruz. Sayın başbakan o kızgınlık ve heyecanla ayağa kalktığı zaman birçok şey için bunun bir “milat” olacağını aklına getirmiş miydi, bilemiyorum. Gerçi daha o gün ikiye bölünmüştük. Kimimiz Türkiye’nin uluslararsı bir platformda ilk kez kişilikli bir duruş sergilediğinden dem vurarak başbakana alkış tutuyor, kimimiz de, “eyvah! İsrail gibi bir ülkeyle başımız derde girecek” diye endişe ediyorduk.

Diplomatik bazı girişimler sonucu İsrail, göstermelik de olsa bir özür beyan edip meseleyi daha fazla uzatmadı. Sıradan bir insan bile karşısındaki tarafından rencide edilmek istemez. Eğer böyle bir durum yaşadıysa, önünde sonunda bunun acısını çıkarmak için fırsat kollar.

Bu doğru. Hepimiz, İsrail gibi bir ülke, bunun altında elbette kalmak istemez, hiç ummadığımız bir zamanda ve yerde bunun misillemesini bize yapar, diye düşündük. Ama bazılarımız korku ve endişe duyarak, bazılarımız da, işi gücü bir nevi bizi içimizden yıkmak isteyen her düşman gibi İsrail’e karşı da sürekli uyanık olmamız gerektiğini bilerek bu endişeyi yaşadı.

Bilinen çok klasik bir sözdür. “Uluslar arası diplomaside dostluk ve düşmanlık yoktur, çıkarlar vardır.” Çıkar dediğin şey mutlaka birinin aleyhine olacağına göre, o zaman diplomasi, sürekli uyanık olmayı, güçlü olmayı, haklı olmayı gerektirir.

“İsaril’le başımız derde girecek" diye korkan ve daha sonra da “bak işte girdi” diye sevinenler, daha önce İsrail’in bizim bir dostumuz olduğunu, bize hiç zararı dokunmadığını, hatta dost olarak yardımını esirgemediğini mi düşünüyorlardı acaba? Şimdi onu düşman olarak mı görüyorlar? Peki düşmanın desteği niye onları bu kadar mutlu ediyor ve nasıl düşmanla aynı paralelde hareket ediyorlar?

Ben bu bağlamda hiçbir ülkenin bize kayıtsız şartsız dost da düşman da olmadığını düşünüyorum. Nasıl kişisel çıkarlarımız için hiç tanımadığımız insanlarla yerine göre ballı börekli ilişkilere giriyorsak, bu arada en ufak bir menfaatimiz zedelendiğinde, komşumuzu, arkadaşımız, hatta kardeşimizi yerden yere vurup mahkemelerde süründürüyorsak, ülke olarak da dostluğumuzu ve düşmanlığımızı belirleyen bazı kriterler vardır.

Öte yandan belki peşin hükümle, belki de yanlış bir kanaatle, “müslüman olduğumuz için herkes bize düşman” diye bir inanışımız varsa, kabul etmek gerekir ki, bu biraz da müslüman olarak bizim herkesi düşman görmemizden ileri gelen bir sonuçtur.

Cumhuriyet dönemi boyunca “Yurtta sulh, cihanda sulh” sloganına sığınarak, güya kimseye bulaşmamaya çalıştık. Bize bulaşanlara da ses çıkar(a)madık. Ve sanki har şey güllük gülistanlık, “sulh” içinde yaşayan bir ülkeymişiz gibi davranmaya gayret ettik. Bunun böyle olmadığını biliyorduk ama kurcalamak hiçbirimizin işine gelmiyordu.

*****

Otuz yıldır devam eden bir terör belasıyla karşı karşıyayız. Beş binden fazla askerimiz şehit oldu. İnsanın bu rakamı düşününce çıldırası geliyor. Beş bin yiğit delikanlı ne uğruna can verdi arkadaşlar? Askerlerimizin ölüsüne “şehit” payesi vererek onları ve ailelerini takdis etmek acıları belki azaltabilir. Ancak gerçekleri saklayabilir mi?

Ne yazık ki sakladı. Otuz yıllık terör döneminde 5000 asker ve 40 bin de karşı taraftan insan hayatını kaybettiği halde, ordumuz terörü hiçbir zaman ülke için “1. tehlike” olarak görmedi. Varsa yoksa irtica tehlikesiyle bizi korkuttu durdu. Bu arada atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiş, Kadıköy’e doğru yol almaya başlamıştı.

Askerliklerini terör bölgesinde yapanların yaşadığı pek çok garip ve şaibeli olaylar vardı. Dünyanın sayılı orduları arasında sayılan TSK, 30 yıldır önleyemediği terör için, "gerilla savaşı başka bir şey, bu düzenli bir harbe benzemez" diye bizi avutuyordu.

Analar “vatan sağolsun” diyerek evlat acılı yüreklerine taş bastıkça, her gün birer ikişer şehit haberleri almaya devam ediyoruz.

Sonunda bu iç içe geçmiş karmaşanın temelinde yatan tuzakları aydınlatacak bir noktaya parmak basıldı. “Ergenekon” adıyla bir yapılanmanın varlığı ortaya çıktı. Anlatılanlar, yazılanlar, dehşet vericiydi. Ancak meseleye siyasal açıdan bakılınca bunu hükümetin bir oyunu olarak lanse etmeye çalışanlar, medya gücüyle üstün gelmeye çalıştılar.

Bütün bu olayların üstüne geçtiğimiz günlerde, Gazze’ye yardım götüren sivil toplum kuruluşlarının gemilerinden sadece birine İsrail tarafından uluslarası karasularında baskın yapıldı, ateş açıldı ve 9 Türk vatandaşı hayatını kaybetti. Her şey bir tarafa, şeklen İsrail’in kendi karasuları dışındaki bir gemiye müdahale etme hakkı olmadığı için yanlış bir hareket yaptığını bütün dünya kabul ederken, üstelik bu müdahalenin pek çok biçimi olmasına rağmen İsrail askerleri gemiye çıkarma yapıp 9 kişiyi öldürerek insanlık dışı bir vahşet sergilerken, içimizdeki bazı dostlar bu olaydan İsrail’i değil, hükümeti sorumlu tutmayı tercih ettiler.

İç politikada farklı partilerin farklı siyasi düşüncelerin hükümete karşı farklı çıkışlar yapması normaldir. Ama bu olayda İsrail’le birlikte hareket etmelerindeki temel mantık nedir?

Bu yönüyle ortaya çok çirkin bir manzara çıkmış olmasına rağmen, bu vahşetin şöyle bir faydası oldu: Bugüne kadar gizli gizli konuşulan ve pek de dillendirilemeyen terörle Ergenekon, Ergenekonla İsrail ve İsrail’le terör arasındaki bağlantı açık açık konuşulur oldu.

Sizce de taşlar yerine oturmuş değil mi?

Ülkelerindeki kontrogerilla yapılanmasını silip atan ülkeler, bunun için elbirliğiyle hareket ettiler. Çünkü oralarda ülkenin ve toplumun refahı ve mutluluğu ön planda. Bizim ülkemizde ise, hâlâ kontragerilla yapılanmsından nemalananların sayısı o kadar çok ki, üstelik bunlar bürokraside, siyasette ve medyada da etkin mevkilerde bulunuyorlar.

Siyasi yazılar yazarken hep farklı ve karşı görüşteki tanıdığım insanlar gözümün önüne geliyor ve onların canını yakmaktan dolayı üzülüyorum. Aslında onlar da benim gibi düşünenlerin sürekli canını yakıyorlar. Dahası ülkeye zarar veriyorlar ve toplumu baskı altında tutarak gelişmesine engel oluyorlar. Üstelik de bunu çağdaşlık ve ilericilik adına yapıyorlar. Farklı düşünenleri de gericilikle itham ediyorlar.

İki farklı grubun bakış açıları değişmedikçe bir kısır döngü içinde bulundukları mevziden çıkamayacaklarını biliyorum. Bize belki bir hakem lazım. Kim haklı kim haksız söylesin.

Ancak ben diyorum ki, iki taraf da bu ülkenin menfaatleri, bu toplumun geleceği, refahı, mutluluğu için çalıştığını zannediyorsa, İsrail ve diğer dış düşmanlarımız bizden bir tarafı niye destekliyor veya o grup İsrail’le aynı paralelde nasıl hareket ediyor? Bu kadar basit bir mantık yürütmek de çok mu zor?

Ülkenin köşebaşlarını ele geçirenler, bürokrasi, medya, yargı ve hatta gerektiğinde ordudan bir kısım kimselerin desteğini de alıp silaha ve güce dayanarak bir kere daha bu ülkenin kaderini değiştirebileceklerini düşünüyorlarsa, bunun için de İsrail’in desteğine güveniyorlarsa, bu plan bu sefer yürümeyecektir. Yürüse de bu onları haklı kılmayacaktır.

Eğer bıyık altından gülerek “Güçlü olan kazanır” diyen varsa, onların çağdaşlık, demokratlık gibi kelimeleri bari bir daha ağızlarına almamalarını rica ediyorum. Madem güçlüsünüz, bu oyunlara ne gerek var? Kodum mu oturturum deyin, siz de rahatlayın biz de rahatlayalım, değil mi?

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..