Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Haziran '16

 
Kategori
Dünya Şehirleri
 

İsrail notlarım

İsrail notlarım
 

Mukaddes Kudüs


19-22 Haz. 2016 Tarihleri arasında, ilk defa olarak İsrail’i gezdim. Esas itibariyle, Kudüs’te gördüklerimi, kısaca da, İsrail hakkındaki intibalarımı paylaşacağım.

İsrail’de ilk göze çarpan üç şey var; biri din, öteki askerlik, üçüncüsü de değişik ırk ve din mensuplarının bir arada yaşamaları. Sokakta oldukça fazla asker görüyorsunuz, epeyce genç erkek ve kızlar. Erkekler genellikle uzun boylu ve iri yapılı cinsten. Kızların arasında seyrek de olsa güzeller de var. Omuzlarında kocaman upuzun makinalı tüfekleriyle geziyorlar. Her an, en kısa zamanda savaşa dahil olabilecek şekilde. Erkeklerin bazılarının başında bizdeki dini takke karşılığı sayılabilecek “kipa”lar var.

Ülke yaklaşık 8 milyon, kabaca yarısı Yahudi. Galiba 2-3 milyon kadar Arap var, onların da kabaca yarısı Müslüman yarısı Hristiyan. Müslümanlar da kendi aralarında Şii, Sünni olarak ayrılıyorlar. Kalanı da karışık, Habeş vs ırklardan. Hristiyan Araplarla, Müslüman Araplar arasında bir sorun yok. Görünürde asayiş problemi de, terör de yok. Ama Filistin sorunu dolayısıyla Araplarla Yahudiler arasında potansiyel bir sorun var. Filistinliler, en azından önemli bir kısmı bu toprakların aslında kendilerine ait olduğuna ve Yahudiler tarafından işgal edildiğine inanıyorlar. Tabii ki hükümet, emniyet, vb Yahudilerin hakimiyetinde. Buna karşın, haftanın bazı günlerinde, bazı günlerin bazı saatlerinde Müslümanlarca kutsal sayılan bazı yerlere, mesela Mescid-ül- Aksa ve Kubbe-tül Sahra’nın olduğu bölgeye Müslümanlar dışındakiler giremiyor. Bu, dini koruma kaygısından ziyade, buralarda bizim sözümüz geçer mülahazasıyla yapılıyor gibi geldi bana. Ben iki defa yaşadım, bu mekana giden yol üstünde, iki kontrol noktası var. Birincisinde gayet sert bir yüz ifadesiyle durdurulup Müslüman olduğunuzu ispat etmeniz isteniyor. Bundan 50-100 metre sonra sanki daha evvel kontrolden geçmemişiniz gibi yine sert bir şekilde tekrar durduruluyorsunuz. Durduran silahlı emniyet güçlerinin (tabii ki Müslüman) yüzündeki ifade, sanki asrın casusunu yakalamış gibi. Tekrar aynı soruları cevaplıyorsunuz, pasaportunuzu gösteriyorsunuz. Bu da yetmiyor Kelime-i şahadet getirmenizi istiyorlar. Bu kontrolden sonra yürüyüp Kubbe-tül-Sahranın kapısına gelince yine nöbetçiler birden ayağa fırlayıp sizi durduruyorlar, çok önemli bir iş yapıyor havasında sert bir ifade ile aynı soruları soruyor, tekrar pasaportunuza bakıyorlar. İlginçdir, benim için bunlar da yetmedi, nöbetçi namaz saati olduğunu, niçin namaz kılmadığımı da sordu. Allah'tan o anda aklıma geldi, namaz abdestim yok dedim de paçayı ucuz kurtardım. Bu kontroller maalesef İslam dini uygulamalarında fanatizm eğilimi kanaatini kuvvetlendiriyor.

Koyu dindarlık uygulamaları devam ediyor. Yolda, sokakta, kutsal mekanlarda, bol miktarda siyah pardesülü, siyah fötr şapkalı, zülüflü Yahudi din adamlarını görüyorsunuz. Bunlar askerlik yapmıyorlar. Askerlikde, kızların, kadınların erkeklerle bir arada bulunması sebebiyle bunu reddediyorlarmış; başka sebepleri de var herhalde. Bu Yahudi din adamları vergi de vermiyorlarmış. Devlet veya resmi bir organ bunlara asgari ücrette maaş veriyormuş ki bu da 1000 dolar. Asgari ücret 1000 dolar ama orta halli bir apartman dairesinin aylık kirası da yaklaşık 1000 dolar. Ayrıca her çocuk başına ayda 50 dolar kadar yardım alıyorlarmış. Bunların her birinin 10-15 çocuğu varmış. Tevrat’a göre çocuk aldırmak veya çocuk olmasın diye korunmak külliyen harammış. Çünkü bir gün kurtarıcı Mesih’in geleceğine inanıyorlar. Eğer herhangi bir çocuk aldırılırsa veya oluşması önlenirse, belki olacak çocuk Mesih olacaktı, böylece Mesih’in gelmesine mani olunur inancı varmış.

Dindarlık bununla da bitmiyor. Mesela Ağlama Duvarına kadınlarla erkekler bir arada gidemiyor. Erkekler, kadınları göremeyecekleri ayrı bir bölümde, kadınlar da erkekleri göremeyecekleri ayrı bir bölümde gidebiliyorlar. Keza Hz Davut’un Türbesine de kadınlar ayrı bir bölümde, erkekler ayrı bir bölümde, bir birlerini göremeyecek şekilde girebiliyorlar.

Bu koyu dini uygulama sadece Yahudi mekanlarında değil. Bazı kiliselerde, bazı bölümlere de kadınlar ve erkekler ayrı ayrı yollardan ve ayrı bölümlerde girebiliyorlar. Müslümanlıkta olduğu gibi, hem Yahudi hem de Hristiyan kutsal mekanlarına, kadınlar kısa etekle, omuzları, kolları açık kıyafetlerle, başı açık olarak giremiyorlar. Doğrudur, yanlıştır, gereklidir, gereksizdir, ama kimse bunu yadırgamıyor, yargılamıyor, dini inançlara bir saygı ifadesi olarak görüyorlar.

Gezdiğim mukaddes yerlere gelince,  daha önceki tahminimin aksine, beni en çok etkileyen yerler, ne Ağlama Duvarı oldu, ne Mescid-ül- Aksa, ne Kubbe-tül Sahra, ne de Hz. Davut’un Türbesi.  Ağlama Duvarı’nın, şimdiki haliyle, Hz. Davut’un başlayıp da Hz Süleyman’nın bitirdiği hali ile alakası yok. Birkaç defa yıkılıp yeniden yapılmış. Önce Babil’liler tarafında tahrip ediliyor, sonra Pers İmparatoru Darius ve Vali Sirus zamanında Babil’den dönmelerine izin çıkarılan Yahud’lar tarafından tekrar yapılıyor, sonra MS 70 yıllarında Romalılar tarafından iyice bir daha yıkılıyor vb. Kubbetül Sahra ve Mescidül Aksa ise zaten MS 7 yüzyıl sonlarında yapılıyor yani tarihi olarak  çok eski değil. Hz Davud’un Türbesi ise herhalde rivayetlere göre sonradan sembolik olarak yapılmış olsa gerek, yoksa ta o zamandan bu güne bir mezar kalmış olabileceğini düşünemiyorum.

Gezdiğim, gördüğüm yerler arasında beni en çok etkileyen “Via Dolorosa” oldu, yani acı yolu, ızdırap yolu veya ölüm yolu. Malüm Hz. İsa arkadaşlarıyla son akşam yemeğini yedikten sonra havarilerinden birinin ihanetiyle yakalanıyor. Yakalandıktan sonra en azılı suçluların kaldığı bir hapishaneye getirilip konuyor ve orada 12 saat kalıyor. Burasını gördüm, Hz. İsa’nın konulduğu hücreye ayakta üç kişi zor sığar. Oturacak bank gibi yatay bir taş var, o taşın üstünde yan yana iki delik var. Meğerse Hz İsa’nın bir ayağı bir deliğe, öbür ayağı da öbür deliğe sokuluyor. Bedeni deliklerin üst tarafında kalacak şekilde.. Ayakları da aşağıda bilekten tekrar bağlanıyor, Yani hiç kıpırdayamayacak şekilde. Hz. İsa, küçük, korkunç,  iptidai bir mağaraya benzer bu hücrede 12 saatini geçiriyor. Sonra o zamanki adetlere göre kırbaçlanmak üzere birinci istasyona götürülüyor ve orada kırbaçlanıyor, tokatlanıyor. Sonra buraya bir kilise yapılıyor. Sonra mahkeme edilip, mahkum edildiği ve sırtına haçın yüklendiği ikinci istasyona götürülüyor. Buraya da sonradan bir kilise yapılmış. Böyle, böyle, yaklaşık bir kilometreye yakın, sırtında haçı, başında dikenleri olan bir bitkiden yapılma tacı ile yürütüldüğü yolda 12 istasyondan (duraktan) geçiyor. Son durağı ise çarmıha gerildiği yani ellerinden ve ayaklarından çarmıha çivilendiği yere getiriliyor. Orada vefat ediyor, çarmıhtan indiriliyor, annesi ve yakını birkaç kişi tarafından yıkanıp, güzel kokulu yağlarla ovulduktan sonra gömülüyor. Şimdi burada, cesedinin yıkandığı taşın olduğu, ve gömüldüğü mezarının bulunduğu yerin üstüne muazzam büyüklükte bir kilise yapılmış. Hz İsa’nın gömüldüğü mezar herhalde ilk önce yapılan, küçük bir türbe gibi bir yer. O odaya girmek için ayrıca sıraya giriyorsunuz ve Hz İsa’nın mezarını (bizim mezarlıklarda bulunan bildiğimiz sade mezarlara benziyor) , üstünü kaplayan mermeri görüyorsunuz. Hristiyanlar ellerini yüzlerini sürüyor, öpüyor, şallarını, örtülerini evire çevire taşın üstüne sürüyorlar.

Kudüs'teki diğer ilginç yerlerden ikisi de şunlar. Birisi Ziyon tepesi veya Ziyon Dağı, ikincisi de Zeytin Tepesi veya Zeytin Dağı. Ziyon Tepesinde Hz. Davut’un Türbesi var, Hz. İsa’nın son akşam yemeğini yediği mekan var ve tabii bir çok kilise var. Zeytin Dağında ise Hz. İsa’nın vefatından 40 gün sonra Göğe Yükseldiği yer var.Tabii, sonradan burası da kilise haline çevrilmiş. Zeytin Dağında ayrıca kutsal kişilerin, eski peygamberlerin mezarları var.

Küdüs öyle bir şehir ki neredeyse adımınızı attığınız her yerde tarih var, kutsal bir mekan var. Hiçbir şey yoksa, yürüdüğünüz yol kutsal, veya tarihi şehir duvarları var. Kudüs’te ki müzeler arasında en önemli iki tanesi ise, birincisi bir nevi arkeoloji müzesi gibi olan İsrail Müzesi, ikincisi ise Soykırım müzesi. İkisi de çok ilginç.

Hükümet Merkezi Kudüs’te. Parlamento, Başbakanlık, Bakanlıklar Kudüs’te. Kudüs çok yeşil değil ama çok da kurak değil. Su sorunu yokmuş, yer altı suları çok zenginmiş. Çeşme suları içilebilir nitelikte temiz imiş.

Tel Aviv’ de pek bir şey yok dersem yanlış olmaz. Şehrin ilk yapılan bölümü hiç de etkileyici değil. Bir de yeni yapılan, geniş yeşil alanların, ve çok modern, güzel, büyük binaların olduğu bir bölümü var. Tabii, deniz kenarında plajların olduğu bir bölüm de var. Jaffa, (Yafa) ise Tel Aviv’den arabayla 15-20 dakika mesafede eski bir şehir. Akdeniz sahilinde, fevkalade güzel bir manzarası olan, Osmanlıdan kalan binaların, bir caminin, bir iki minarenin, şimdi hala han denilen eski küçük han odalarından kalma dükkanların bulunduğu, eski bir çarşısı, ve pazarı olan tarihi ve epeyce eski bir şehir. Ne Tel Aviv’in ne Jaffa’nın, tarihi ve dini açıdan, Kudüs’ün yanında lafı bile edilemez.

Epeyce uzadı. Sanırım bu kadarı yetti de arttı bile. Sürç-ü lisan ettiysek af ola.

 

 
Toplam blog
: 326
: 941
Kayıt tarihi
: 10.03.11
 
 

Okullar: TED Ankara Koleji, ODTÜ, Bogaziçi Üniversitesi (Master) İş Hayatı: Philips, Anadolu Endü..