Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

12 Nisan '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Israr etmeyin, roman yazamam ben!

Israr etmeyin, roman yazamam ben!
 

Roman yazsana şekerim, diyor, bazı dostlarım, akıcı yazıyorsun, rahat okunuyorsun, hem de bakarsın tutar da, para da kazanırsın…

Ay, aman, keşke!... Severek yaptığın bir işten maddi kazanç sağlamak, bununla geçimi sağlamak…

Sağlık da olduktan sonra, ne mutlu bir hayat!...

Yok, şekerim, mümkün değil!

Yazamam!

Neden ama, yaşamsal deneyimlerin, yüksek empati gücün var…

Sağol, var hakikaten, ne yalan söyleyeyim… De…

Sabır yok bende be anacım!...

Kurgu yok, bir de, ne yapayım!

Hadi, kurgusuz başla, nasıl giderse öyle gitsin, yanlış anımsamıyorsam Elif Şafak da öyle yazıyorum demişti bir yazısında, ana karakter gibi başlayıp, ölebiliyorlar bazen romanın başında… Yanılıyorsam hem kendisinden hem de sizlerden özür dilerim, bu arada…

Ancak, sabır olmadan yazılır mı bir roman?

Şu kadarcık yazıları bile düşünmeden yazıp, bir daha geriye bakmaya bile sabır gösteremeden, ekleyiveriyorum…

Yatıp uyuyorum, sabah kalktığımda, dur bakayım ne yazmışım diyerek bilgisayarı açıyorum…

Hadi, sabır işini hallettik diyelim ki, çok zor, her yeni bölüm yazarken, dur bakayım ne yazmışım ki diyerek, her seferinde baştan okuyarak yazılır mı hiç roman?

Yok… Yok!... Olsa, dükkan sizin dostlarım!...

Sabır konusunu, yani sabır yoksunluğumu, kendi ölçülerinizle tartıyorsunuzdur, her birimizin yaptığınca ama, benimkisi az biraz uç noktalarda…

İlişkilerde sabırlıydım, hem de fazla, ancak gelin görün ki diğer konularda…

Örneğin, işe giderken vapuru kullanıyorsunuz, iskeleye geldiniz, beş dakika var vapurun kalkmasına, ne yaparsınız, geçer güzel bir yer seçip oturursunuz…

Ben ne yaparım, o beş dakika orada bekleyemeyeceğim için, koştur koştur ya bir tekel bayiine gider, sigaramı alırım, ya bir pastaneden poğaça… Koştur koştur son anda vapura yetişirim…

Oysa, indiğim yerde de tekel bayii vardır, pastanede…

Üniversitedeyken de öyleydim, sınava girerdim, kağıdı ilk teslim edip gidenlerdendim… İlk olmayabilirim çoğu kere, boş kağıt vererek tavır koyanlar, ya da yazacak bir şeyi bulunmayanlar olabilirdi, elbette…

Sorular dağıtılır, yanıtlarım, verir kağıdı çıkarım… Eksiğim varsa, eksiktir… Ne bekleyebilirim bir yerlerden bir yardım alır mıyım diye, ne de kontrol edebilirim yanıtlarımı, yüreğim daralır!...

Haa, bu arada, tartışma çıkmıştır sınav salonunda, duymamışımdır…

Adam öldürseler yani o an yanımda, görmem!

Konsantre olur, yanıtlar ve çıkarım!...

Soruları da hatırlamazdım çoğu kere, “ne bileyim, yaptım işte bir şeyler” der, notlar açıklanınca da çoğu kere arkadaşların çatık kaşlarıyla karşılaşırdım…

İş yaşamımda da böyle sürdü…

Bildiğimden sabırsızlığımı, yaptığım her işe hep fazla konsantre oldum, tek seferde hatasız olmalıydım!

Bu nedenle, çok fazla ortalık konulardan habersiz kaldım, hoş, pek de önemli değildi kimin ne yaptığı özelinde…

Genelde de dikkatsiz olarak algılandım…

Doğrudur da...

İlginç olan, herkesin gördüğünü hiç göremedim, ama kimsenin görmediğini gördüm!

Başkalarının işleri ilgilendirmedi beni, kırk yılda bir şey dikkatimi çekti ise, kendi işimin dışında, hep de çok önemli bir problemdi…

En basiti, ortada dönen oyunları görmem, minicik bir vida arıyorsa onlarca kişi dakikalarca, ilk dakikada bulurum, nasıl oluyorsa artık!

Sonra da, saf gibi gözüken cadı…

Saman altından su yürüten…

Salak ayaklarına yatan akıllı…

Yine nereden nerelere gelmişim ben…

Tıp dilinde vardır elbet bunun bir adı…

Çok söz de keserim, örneğin… Lafın nereye gideceğini anladığımda, sabredemiyorum, hop, aradığı kelimeyi pıt diye söylüyor, sazı da karşıdan alıp devam ediyorum!

Maalesef…

Konuyu algılamam doğru, istenilen fikir ise, verdiklerim de doğru, yanlış olan, karşımdaki insan henüz tam ifade etmemiş hissediyor kendisini…

Çok da haklı!

Doğru anlaşılmak, paylaşmak için konuşuruz ama, insanın kendini tam olarak ifade etme hakkı var…

Bitirmeden sözünü, tamamladığımda ben, elbet mutlu oluyor, anlaşılır olmak, aynı duyguları paylaşmak…

Eksik kalan yer ise, istediğince tamamlayamamış olması kendi ifadesini…

Ah bu sabırsızlık, vah bu sabırsızlık!...

Tıp dilinde adı vardır mutlaka…

Dilim hep hiperaktifliğe kayıyor ama… Bilemiyorum…

Bildiğim tek şey: Dostlarım, zengin oluruz diye boşuna heveslenmeyin, gördüğünüz, tanıdığınız üzere, roman yazamam ben!

Ay, bir espri geldi aklıma, hani korkan olursa(!), yok, yok, girmeyeceğim bu roman konusuna!...


Gülgün Karaoğlu
Nisan,12/08

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara