Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

01 Aralık '06

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

İstanbul' dan Mardin'e bıldırCAN...

İstanbul' dan Mardin'e bıldırCAN...
 

Mardin’e giden otobüsün içindeyim. Aylardan temmuz ve çok sıcak! Hayatımda Mardin’e hiç otobüsle gitmediğim için yolculuğun kaç saat süreceğini kestiremiyorum. Valizimi bagaja muavinle beraber yerleştirdim. Valizin içinde çok önemli eşyalar yok. Don, gömlek, tıraş takımları çorap vs...

Elimde karton bir kutu var. Bu kutuyu bagaja koymanın imkânı yok. Yaptığım yolculuğun amaçlarından bir tanesi de, karton kutunun içerisindekileri sağ salim Mardin’e ulaştırmak.

Yolculuğun uçakla değil de otobüsle yapılmasının sebebi de bu kutu ve içindekiler zaten. Uçaklara canlı hayvan sokmak yasakmış. İki bıldırcın, iki civcivden ne olacaksa?

Bıldırcınların biri dişi biri erkek, civcivlerde bildiğiniz civcivlerden değil. Biri mavi diğeri de pembe, o dönem bu renkli civcivler moda, çarşıda pazarda satılıyor. Mutlaka sizlerde almış, bakmaya çalıştırmışsınızdır!

Kümes hayvanlarını mısır çarşısından aldım. Aldığım adama da Mardin’e götüreceğimi, ölmemeleri için ne yapmam gerektiğini sordum. Büyükçe bir karton kutu bulduk. Hayvanlar hava alsın diye her yerine kalemle delikler açtık. Başka bir kartonla kutuyu ikiye böldük. Yemler ve sular için küçücük kaplar, bıldırcınları bir tarafa, renkli civcivleri bir tarafa, valizi sırtıma, karton kutuyu iki elimle sıkıca tutaraktan doğru otogara.

Bu kadar zahmete neden katlanıyorum derseniz, izinin bitmesine yakın Başçavuşuma telefon ettim.

“ Komutanım Ali Gülcü Tekirdağ, izinden dönüyorum da buralardan bir emriniz var mı? ” Ben ne bileyim adamın evinin bahçesinde bir kümesi olduğunu, bu kümeste de envai çeşit kanatlı hayvan olmasına rağmen renkli civciv ve bıldırcının eksik olduğu, rakı ister zannettim. Tekirdağlıyız ya!

Otobüs hareket etti. Kutu elimde uyumaya çalışıyorum ama zor. Çok sıcak, mendili çıkarttım ıslattım, enseme koydum. Su soğuk, ensemden aşağılara doğru süzülüyor.

Yanımda bir adam oturuyor.

Nemrut suratlı bir şey! Gazeteyi açtı, stokta da bir sürü gazete dergi var. Hazırlıklı adam. Yol boyunca benimle hiç konuşmayacak belli.

Muavin geliyor yanıma.

—Ne var o kutuda?

—Bıldırcın,

—Ölür onlar sıcakta, otobüsün içini kokutmasın?

—Yok, ölmez, onlar ölürse ben de ölürüm.

—Neden

—Başçavuş istedi, ona götürüyorum.

—Ölürse atarız ama.

—Ölmez dedim ya arkadaşım!

Muavine bıldırcınlar, ölmez diyorum ama bir taraftan da üç buçuk atıyorum. Ölürlerse bitmez benim askerlik!

Ölseler bile götüreceğim, komutanım diyeceğim yolda öldü bunlar. Beni yarı yolda bıraktılar. Gerisi onun insafına kalmış.

Mola veriyoruz, yanımda ki adam tahmin ettiğim gibi tek kelime konuşmadı benimle, gazetelerin hepsini ezberledi.

Annem yolluk koymuştu onları çıkarttım. Yerken bir hasretlik bir hüzün! İç geçirişler rüzgâra savrulan sigara dumanları.

Arkasından mola yerindeki anlaşılmaz, anons yine otobüs, yine yolculuk. Bıldırcınlar ve civcivler sağ. Kutunun içinde tapırtılar, Allah’ tan ötmüyor bu hayvanlar. Uyumuşum. Rüyamda askerlik bitmiş sahildeyim kızlar, deniz...

Otobüsün ani fren yapmasından mı yoksa sarsıntıdan mı bilmem uyanıyorum. Hemen kutuya bakıyorum,

Kafayı yiyeceğim, civcivlerden biri yok! Muavini çağırıyorum yak diyorum otobüsün ışılarını civcivlerden biri yok. Pembe olan.

Işıklar yanıyor, uyuyanlar uyanıyor. İnsanlar kafalarındaki soru işaretleriyle bana bakıyorlar, ağzını açıp soru soran yok ama benim oturduğum koltuğun altından başlayarak tüm koltukların altına bakıyorum. Yok, yok yok...

Bir civcive sahip çıkamadım işte!

Tam umudu kesmişken muavin sesleniyor.

“Hemşerim burada kapının önündeki merdivenlere gitmiş”,kapı bir açılsa hapı yuttum. Yumulup kalacağım orda. Söylene söylene alıyorum civcivi

Senin şerefsiz civciv seni, senin renginde meymenet yok zaten...

Kutuya koyuyorum.

Tam Mardin’e girerken, yanımda ki gazete dergi ezbercisi dilleniyor.

—Mardin’e mi?

Şaşkın şaşkın adamın yüzüne bakıyorum ama soruya da cevap veriyorum.

—Evet.

—Asker misin?

—Evet

—Bende askerim.(!)

Birliğin önünde iniyorum. Nizamiyeden yel gibi geçip, yatakhanelere gidiyorum. Üzerimi değişip doğru başçavuşun yanına... Odasının kapısını vuruyorum. İçeriden “gel” sesi. Tak bir topuk selamı.

—Getirdin mi lan bıldırcınları sarı?

—Evet komutanım.

Kutuyu masasına koyuyorum.

Başçavuş kutuyu açıyor ve değişiyor adam.

“ Canım canım, yerim bensizi kerhaneciler... ”

—Başka rengi yok muydu bu civcivlerin?

—Yoktu komutanım, iki renkmiş bunlar(yalan).

—Bıldırcınların biri erkek biri dişi değil mi?

—Evet, komutanım bakıp aldım.

—Civcivler?

—Biri horoz komutanım.

—Hangisi horoz?

—Pembe olan komutanım.

—Tamam, sen git.

Başçavuşun bir de, yazıcısı var. Lojmanlar yakın kümesteki hayvanlara da o bakıyor.

Gıcığım ama o da Tekirdağlı.

Başçavuşun küçük bir köpeği var. Onun adını “BONCUK” koymuş. Benim de lakabım boncuk ya!

Arkamdan sesleniyor “boncuk” diye. Bakıyorum. “Sana demedim” diyor. İyi diyorum iyi! Başçavuştan korkuya ses çıkartmıyorum ama sivilde bir yakalarsam paralıycam...

Aradan bir buçuk ya da iki ay geçti. Mehmetçik gazinosunda otururken yazıcı geldi yanıma koşarak. Soluk soluğa Ali dedi Başçavuş seni çağırıyor’ gittim. Başçavuş ağlamaklı, benim de dizlerim çözülüyor korkudan. Odadan çıkıyor, bende arkasından gidiyorum. Lojmanlara giriyoruz, oradan kümese.

—Şu iki horozu görüyor musun?’

—Evet komutanım.

—Onlar senin getirdiğin renkli civcivler

Renk menk kalmamış.

—Bıldırcınlardan biri de öldü.

Yeni ölmüş, ölüsü kümesin içinde hala.

—Bu bıldırcın neden öldü Ali? Diye kükrüyor. ( veteriner miyim ben, nereden bileceğim ama )

Bakımsızlıktan ölmüştür komutanım diyorum. Aldığım adam çok iyi bakılması gerektiğini söylemişti.

Yazıcının üzerine uçtuğunu görüyorum...

 
Toplam blog
: 1280
: 1114
Kayıt tarihi
: 09.08.06
 
 

Deniz tutkunu.Amatör kıyı balıkçısı. Aynı Şarkı ve Ilık Havada Hoşça Kal adlı kitapların yazarı ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara