Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

18 Aralık '19

 
Kategori
Öykü
 

İstanbul 1894 - 15 Saniye

10 Temmuz 1894, 12:20 – 12:25

 

            Divanyolu’nda Sirkeci yönünde giden tramvay bugün tıkış tıkış dolu. Hava bir hayli sıcak olduğundan bütün pencereleri açık ama yolcular hararetten bunalmış durumda. Yelpazeler bir damla serinlik ümidiyle sağa sola sallanıyor. Tam Ayasofya’nın köşesinden hafif inişe geçilmişti ki yeraltından sanki onlarca araba geçiyormuş gibi bir uğultu geldi. Herkes ne oluyor diye birbirine bakarken vatman aldırmadı, tramvay yoluna devam etti. Hemen hiç kimse bu olaya anlam verememiş, arkasından gelecek on beş saniyelik kıyameti tahmin edememişti.

            Bu sırada Yıldız Sarayı’nın geniş penceresinden Boğaziçi’ne bakmakta olan Sultan Abdülhamit de benzer bir gürültü duymuştu. “Hayırdır inşallah “ diye mırıldanarak masasına doğru yürüdü. 

            Büyük Postane’de öğle tatiline rağmen vantilatörlerin verdiği suni serinlikle çalışmakta olan telgraf operatörleri koca binanın altından gelen derin uğultuyu duymuşlardı. Daha sarsıntı başlamadan birisi:

            - Zelzele oluyor, diye bağırdı.

            Tam şaşkın bakışlar kendisine dönmüştü ki, aniden hızlanan bir “Hareket-i arz”  ile ayağa fırladılar.

            Kumkapı’da balıkçılık yapmakta olan Giresunlu Hüsnü Reis kayığında balık ağlarını tamir etmekle meşguldü. Hava çok sıcak, deniz bir hayli durgundu. Mendiliyle alnındaki terleri silerek işine devam ediyordu ki durgun sular birden kaynaşmaya, deniz geriye çekilmeye başladı. Bereket kayık kıyıdaki bir demir halkaya bağlı olduğundan fazla uzaklaşamadı. Kalın halatı gerip öylece kaldı. Bu şansı bulamayan birçok tekne açığa doğru sürüklenmeye başlamıştı. Yılların Hüsnü Reis’i bu işte bir anormallik olduğunu sezdi ve elbiseleriyle hâlâ geri çekilmekte olan suya atlayarak kıyıya doğru yüzmeye başladı.

            Kapalıçarşı’nın Kuyumcular Caddesi’nde işlemiş oldukları altın yapraklara şekil vermeye çalışan ustalar dipten gelen bir uğultuyla duraladılar. Sanki aşağılarda birileri dörtnala at koşturuyor gibiydi. Buna hiçbir anlam veremediklerinden hiçbir şey olmamış gibi işlerine devam ettiler.

            *  *  *

            10 Temmuz 1894, 12:26 – 12:35

            Gülhane kapısına doğru inen tramvay dipten gelen güçlü bir sarsıntıyla beşik gibi sallanmış, dehşetli bir fırtına uğultusuna benzeyen ürkütücü bir yırtılma sesi duyulmuştu. Birdenbire neye uğradığını şaşıran yolcular adeta birbirini ezerek aşağı atlamaya başladılar. Kimileri ipnotize olmuş gibi yerlerinde mıhlanmış, dehşet içinde salavat getirmeye başlamıştı. Aşağı atlayanlar korku ve panikle deniz misali kabarıp alçalan caddede ayakta kalmaya çalışıyorlardı. Gemisini en son terk eden kaptan misali araçta kalan vatman dehşete kapılmış, büyüyen göz bebekleriyle bir yılan gibi kıvrılan raylara bakakalmıştı.

 

 

            Masasına kadar ulaşan Sultan Abdülhamid, uğultuların giderek artmasıyla beşik gibi sallanan zeminde ayakta durmaya çalışıyordu. Baş Mabeyinci Tahsin Paşa “Hünkarım!” diyerek içeri daldı ama ayakta duramıyarak yere yuvarlandı. Padişah her şeye rağmen soğukkanlılığını muhafaza ediyordu. Masanın kenarına sıkıca tutunmuş, duvardaki kıymetli tabloların patır patır yere dökülüşünü seyrediyordu. Zamanın en ileri tekniğiyle inşa edilmiş Yıldız Sarayı’nın dayanacağına emindi ama İstanbul halkının şimdi ne halde olduğunu düşünmek bile istemedi.

            “Zelzele oluyor!” diye ayağa fırlayan telgraf operatörleri, koca Sirkeci Postanesi ileri geri, aşağı yukarı sallanmasına rağmen soğuk kanlıklarını korumuşlardı. Böyle anlarda iletişim çok önemli olacağı bir içgüdüydü onlar için ama masalardaki cihazların yerinden sökülerek yere düşmesiyle birlikte paniğe kapıldılar. Ancak saniyeler içinde kendilerini toparlayıp, cihazların sağa sola çarparak kırılmalarını önlemek onlara düştü. Dehşet içinde bir yıl gibi uzun gelen saniyelerin geçmesini beklerken en şiddetli sarsıntı en sonda geldi. Memurlardan birinin gözbebekleri, duvarda bir sarkaç gibi sağa sola sallanan duvar saatine kilitlenmişti. Sarsıntının kesildiği anda 12:35’i gösteriyordu. Saatin durduğunu ancak birkaç dakika sonra kendine geldiğinde anladı.

            Hüsnü Reis karaya doğru yüzerken hâlâ geriye çekilmekte olan denizle mücadele ediyordu. Açığa sürüklenmeden karaya çıkabilmek için insanüstü bir gayret göstermesi gerekiyordu. Bereket, her türlü akıntıya karşı şerbetli olduğu için sonunda kumsala ulaşmayı başarmıştı. Kendisi takip eden diğer balıkçılar da şaşkın bir halde birbirine bakarken Hüsnü Reis Yassıada yönünden hızla gelmekte olan Tsunamiyi gösterdi.

            - Koşun, içeriye doğru koşun!  diye bağırdı.

Deniz kurdu Hüsnü Reis, tsunaminin ne olduğunun bilinmediği o çağda uzaktan gelen şeyin hiç de hayır getirmeyeceğini hissetmişti. Surlardaki

 Yıkık bir kapıdan içeri daldıklarında yıldırım hızıyla gelen tsunami karaya ulaşmıştı bile. Azgın bir dalga gibi çağlayarak geldi ve olanca gücüyle surlara çarptı. Hatta surdaki kapıdan içeri dalarak sokaklara kadar taştı. Bu sırada yıkılmakta olan evler nedeniyle bir can pazarı yaşanmakta olan Kumkapı sahilinde ikinci bir dehşet dalgası oluşturdu. Hüsnü Reis ucuz kurtulduğuna çok sevinecekti. Çünkü Yedikule sahilinde tsunami dalgasının surların üzerinden aştığını görmüşlerdi.

 

 

Sarsıntının ilk saniyelerinde Kapalıçarşı’da çok fazla ciddiye alınmayan deprem şimdi burasını kasıp kavuruyordu. Yüzlerce yıllık bina sağa sola, yukarıya aşağıya hareket etmeye başlayınca lâbirent gibi sokaklarında tam bir can pazarı yaşanıyordu. Özellikle Kuyumcular Caddesi tam bir facia alanı gibiydi. Can yongası, altın maltın demeyip, can havliyle dışarı fırlayan esnaf ve müşteriler korku ve panik içinde birbirine karışmış bir halde çıkış kapılarına hücüm etmişti. Ancak şiddetli sarsıntı kapılara zarar verdiğinden açmak mümkün olmuyordu. Buna yer yer dökülen, çöken kısımlar da eklenince “Allah..Allah “ nidaları, feryatlar birbirine karıştı. Sarsıntı sona erdiğinde bu feryatlar enkaz altında kalanların canhıraş feryatlarına dönüşmüştü. Kapalıçarşı’da birçok yer gibi Kuyumcular Caddesi adeta darma duman olmuştu.

 *   *  *

             İnanılır gibi değil ama tüm bunlar on beş saniye içinde olup bitti.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

  

 
Toplam blog
: 343
: 446
Kayıt tarihi
: 19.02.11
 
 

Marmara Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi mezunuyum. Teknoloji Yönetimi dalında mast..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara