- Kategori
- Güncel
İstanbul sular altında

Lafı fazla uzatmadan, açılış cümleleriyle...ya da giriş gelişme sonuç endişesinden bağımsız olarak hemen yazmak istiyorum düşündüklerimi.
Yağmurun bu şekilde İstanbul’a geleceği belliydi.
En azından gerekli uyarılar yapılabilirdi.
Mesela en basitinden "yağma" durumuna önlem alınması bakımından "yağma" yapacakların kanunun el verdiği en şiddetli ceza ile cezalandırılacağını ve SIFIRtolerans ile müdahele edileceği duyurulabilirdi.
Bugün basına yansıyan manzara tam bir sefillik ve cahillik görüntüsüdür.
Hatırlıyorum bundan bir on sene önce bu kadar olmasa da, yine İkitelli otobanını sular altında bırakacak kadar yağmur yağmış, "yine" oradaki dere yatağı taşmıştı.
Eğer yaşadıklarından ders alan insanlar olsaydık. O dereyi de, çevresini de düzene koyardık. Bugünkü gibi bir olayda ya da daha hafifi ile yüzleştiğimizde bu rezillikler yaşanmazdı.
Kimse işinin ehli olmadığından ve günü kurtarma gayreti içinde yaşadığımızdan olacak, sürekli bu rezillikler başımıza geliyor.
İyi ki İstanbul ve diğer şehirlerimiz yılda bir iki kez kasırgaların uğradığı bir coğrafyada değil.
Yağma görüntülerini görünce ise tiksindim!
Eğitimsizliktir bu, açlık ya da fakirlik kesinlikle değil.
1999 depremi olduğunda ailem de bir süre hem korkudan hem de binaların sağlamlığı bilinmediğinden ve de sürekli yaşanan artçıllardan dolayı dışarda, çadırda kalıyorlardı (Büyük halamız vermişti çadırı).
Ben de burada dağ sporları malzemesi satan bir mağazaya gitmiş ve çadır bakıyordum bizimkilere gönderilmek üzere.
Mağazanın müdürü olduğunu sonradan öğrendiğim “Bill” bana nasıl bir çadır baktığımı sordu. Dağcı ya da kampçı olmadığımı depremden dolayı aileme iyi bir çadır almak istediğimi söyledim.
“Şunlar iyidir, bunları seçebilirsin” diye gösterdiği çadırdan iki kişilik olanı seçtim. Oldukça iyi bir çadırdı. Yaz kış kullanılabilecek bir çadır. Sonra anne ve babamın hangi renkleri sevdiğini sordu. Hiç düşünmemiştim daha önce.
“Mavi ve kırmızı” deyiverdim.
Mavi ve kırmızı yumuşacık iki battaniye getirdi.
“Bunlar benden anne ve babana hediyemdir” dedi.
Buna gerek olmadığını söylesem de ısrar etti. Kabul etmemek kabalık olacaktı. Teşekkür ettim.
Kasaya gittim ödemeye. Çıkan hesap doğru değildi. En az 300 dolar olması gerekirken 90 dolar bir fiyat söylediler.
“Yanlışlık var. Sadece çadır 259 dolardı” dedim.
Yanlışlık yok mağaza müdürümüz (Bill)söyledi dedi.
Gözlerim onu aradı, böyle yapmasına gerek yoktu demek için ama yoktu. Ortadan kaybolmuştu. Bilhassa kaybolmuştu.
Odasına gittim. Israr etsem de kabul etmedi indirimi geri almayı.
Teşekkür ettim tekrar.
Çadırı bir doktor arkadaşımla gönderdim.
Bizimkiler o çadırda bir süre daha kaldılar.
Bir kaç zaman sonra bir haber geldi. Bizimkilerin çadırda olmadığı bir an. Çadır bıçakla kesilmiş ve içine girilmiş. İçerde ne varsa alınmış...pardon ne alınması ÇALINMIŞ!
Çalınan şeyleri bir bilseniz o kadar sıradan o kadar basit şeyler ki!
İşte bugün de ,yağmacıları gazetede görünce tiksindim.
Aklıma bu yaşadığımız olay geldi.
Sular çekildiğinde umarım ders alınır ve gerekli önlemler neyse artık hepsi ona göre uygulanır.
Şu son satır ne kadar da ütopik değil mi? İnanmadan yazdım ne yazık ki!
Bu dileklerin olabilmesi için önce her iş kolunda işi hakkıyla ve bilgiyle yapanların olması gerekiyor. Hani hatta belediye başkanlarının bile konularının uzmanı olması gerekiyor.
Herkese çok çok geçmiş olsun!
NOT: Dün işe giderken tesadüfen gözüme çarptı. Yolun kenarında bir afet işareti vardı. Sel baskınlarında bu yol kullanılacaktır diyordu. Yani her türlü kurtarma ve şehri boşaltmak için. Halbuki yaşadığım yer öyle afetlere nadiren maruz kalan bir yer, hani İstanbul gibi hani 80 yılda bir belki.
Yağmurun bu şekilde İstanbul’a geleceği belliydi.
En azından gerekli uyarılar yapılabilirdi.
Mesela en basitinden "yağma" durumuna önlem alınması bakımından "yağma" yapacakların kanunun el verdiği en şiddetli ceza ile cezalandırılacağını ve SIFIRtolerans ile müdahele edileceği duyurulabilirdi.
Bugün basına yansıyan manzara tam bir sefillik ve cahillik görüntüsüdür.
Hatırlıyorum bundan bir on sene önce bu kadar olmasa da, yine İkitelli otobanını sular altında bırakacak kadar yağmur yağmış, "yine" oradaki dere yatağı taşmıştı.
Eğer yaşadıklarından ders alan insanlar olsaydık. O dereyi de, çevresini de düzene koyardık. Bugünkü gibi bir olayda ya da daha hafifi ile yüzleştiğimizde bu rezillikler yaşanmazdı.
Kimse işinin ehli olmadığından ve günü kurtarma gayreti içinde yaşadığımızdan olacak, sürekli bu rezillikler başımıza geliyor.
İyi ki İstanbul ve diğer şehirlerimiz yılda bir iki kez kasırgaların uğradığı bir coğrafyada değil.
Yağma görüntülerini görünce ise tiksindim!
Eğitimsizliktir bu, açlık ya da fakirlik kesinlikle değil.
1999 depremi olduğunda ailem de bir süre hem korkudan hem de binaların sağlamlığı bilinmediğinden ve de sürekli yaşanan artçıllardan dolayı dışarda, çadırda kalıyorlardı (Büyük halamız vermişti çadırı).
Ben de burada dağ sporları malzemesi satan bir mağazaya gitmiş ve çadır bakıyordum bizimkilere gönderilmek üzere.
Mağazanın müdürü olduğunu sonradan öğrendiğim “Bill” bana nasıl bir çadır baktığımı sordu. Dağcı ya da kampçı olmadığımı depremden dolayı aileme iyi bir çadır almak istediğimi söyledim.
“Şunlar iyidir, bunları seçebilirsin” diye gösterdiği çadırdan iki kişilik olanı seçtim. Oldukça iyi bir çadırdı. Yaz kış kullanılabilecek bir çadır. Sonra anne ve babamın hangi renkleri sevdiğini sordu. Hiç düşünmemiştim daha önce.
“Mavi ve kırmızı” deyiverdim.
Mavi ve kırmızı yumuşacık iki battaniye getirdi.
“Bunlar benden anne ve babana hediyemdir” dedi.
Buna gerek olmadığını söylesem de ısrar etti. Kabul etmemek kabalık olacaktı. Teşekkür ettim.
Kasaya gittim ödemeye. Çıkan hesap doğru değildi. En az 300 dolar olması gerekirken 90 dolar bir fiyat söylediler.
“Yanlışlık var. Sadece çadır 259 dolardı” dedim.
Yanlışlık yok mağaza müdürümüz (Bill)söyledi dedi.
Gözlerim onu aradı, böyle yapmasına gerek yoktu demek için ama yoktu. Ortadan kaybolmuştu. Bilhassa kaybolmuştu.
Odasına gittim. Israr etsem de kabul etmedi indirimi geri almayı.
Teşekkür ettim tekrar.
Çadırı bir doktor arkadaşımla gönderdim.
Bizimkiler o çadırda bir süre daha kaldılar.
Bir kaç zaman sonra bir haber geldi. Bizimkilerin çadırda olmadığı bir an. Çadır bıçakla kesilmiş ve içine girilmiş. İçerde ne varsa alınmış...pardon ne alınması ÇALINMIŞ!
Çalınan şeyleri bir bilseniz o kadar sıradan o kadar basit şeyler ki!
İşte bugün de ,yağmacıları gazetede görünce tiksindim.
Aklıma bu yaşadığımız olay geldi.
Sular çekildiğinde umarım ders alınır ve gerekli önlemler neyse artık hepsi ona göre uygulanır.
Şu son satır ne kadar da ütopik değil mi? İnanmadan yazdım ne yazık ki!
Bu dileklerin olabilmesi için önce her iş kolunda işi hakkıyla ve bilgiyle yapanların olması gerekiyor. Hani hatta belediye başkanlarının bile konularının uzmanı olması gerekiyor.
Herkese çok çok geçmiş olsun!
NOT: Dün işe giderken tesadüfen gözüme çarptı. Yolun kenarında bir afet işareti vardı. Sel baskınlarında bu yol kullanılacaktır diyordu. Yani her türlü kurtarma ve şehri boşaltmak için. Halbuki yaşadığım yer öyle afetlere nadiren maruz kalan bir yer, hani İstanbul gibi hani 80 yılda bir belki.