- Kategori
- Kent Tarihi
İtimat bakkaliyesinin sonu

Süper ve hiper marketlerden çok önceleri bakkallar vardı. Bizim neslin çocukluğu bakkal önlerinde ellerinde elli kuruş, akide şekeri kuyruğunda geçmiştir. Yeni nesil itiraz edecektir; “biz de biliyoruz bizim mahallede de var onlardan” diye. Kısmen haklı bir itiraz olsa da benim bahsettiğim bakkallar, Ahilik geleneğini tevarüs etmiş Türk esnafının son temsilcilerindendir. Mahallelerimizde yaşamaya çalışan günümüz bakkalları ise market geleneğinin değişik bir formudur. Onlar da bundan rahatsız değildir, o yüzden çoğunun isim “mini market”tir.
İsimleri Kanaat, İtimat, Huzur gibi ol demler hayata hakim olan ruhu çağrıştıran bakkallar önce küçüldüler daha sonra sokaktan çekildiler. 80’lerle beraber kanaatin yerini tüketim alınca önce itimat kayboldu, itimadın olmadığı yerde de huzur zaten olmazdı.
Çocukluk yıllarımla ilgili hatıralarımın en güzel tarafları İtimat bakkaliyesi ile ilgili olanlarıdır. Büyüdüğüm kasabanın en büyük esnaflarından olan Hoca Emmi'nin İtimat Bakkaliyesi çevrenin en büyük bakkaliyesi, bir nevi toptancısı idi.
Hoca Emmi 50’li yılların başında Trabzon’dan kalkıp kasabanın civarına imamlık yapmaya gelmiş, bir dönem imamlık yapmış ve her Karadenizli gibi bir süre sonra esnaflığa başlamıştı. İsmi Salih olmasına rağmen imamlık geçmişi dolayısı ile özellikle çocuklar tarafından Hoca Emmi diye çağrılırdı. İtimat bakkaliyesi biraz dostların yardımı, biraz da imamlık döneminden biriktirilen paralarla kurulmuş, geceli gündüzlü uğraşlarla belli bir noktaya gelmişti.
İtimat Bakkaliyesi sadece bir alışveriş merkezi değil, muhabbet halkasının kurulduğu, kendi çapında ehl-i dil ehibbanın bir araya geldiği bir mekandı. 50 metrekare büyüklüğünde, kapıdan girince karşıda maşallah’ı, yanında veresiye satan peşin satan levhası ve bereket duası ile 50’li yılların karakteristik Türk bakkalının bütün özelliklerini taşıyordu.
Modüler mobilyalardan yaklaşık yirmi yıl önce imal edilen portatif yazıhane Hoca Emmi’yi kışın soğuğundan koruyordu. Yazıhane on metrekarelik bir alanı kaplasa da insanlar üst üste gelecek şekilde oturur, muhabbetin lezzetine varmaya çalışırdı.
Her Karadenizli gibi konuşmayı aşk derecesinde seven Hoca Emmi'nin mekanı civar köylerin ve kasabanın çarıklı erkânı harbiyelisinden mektepli muallimlerine, cami imamlarından mahallenin delilerine kadar herkesin uğrak yeriydi.
Çevresine göre oldukça sosyal olan Hoca Emmi, At pazarına gide gele edindiği çevresini dost ve ahbabın yararına kullanmakta da pek mahirdi. Çevrede hastası olanlar onu bulur, dükkanı kapatıp günlerce hasta peşinde Ankara’da gezer, yaralara merhem olmaya çalışırdı.
Sermayesiz esnafın, doktorsuz hastanın, evsiz garibin uğrak yeri idi itimat bakkaliyesi. Sokak kedileri bile oradan nasibini almadan gitmezdi.
Bu çizdiğim tablo sadece itimat bakkaliyesi için mi geçerlidir?. Tabii ki hayır. İtimat bakkaliyesi son otuz yıla kadar Türkiye’de hakim olan ticari mantığın herhangi bir temsilcisi idi. Bu mantık basitti; her mahallenin bir bakkalı, her bakkalın nasibi ve her müşterinin kısmeti vardı.
Bakkalından nalburuna, zücaciyecisinden kalaycısına “çarşı” sadece ticaretin değil hayatın merkezi idi. Burada alışveriş yapıldığı gibi mahalleye ait her türlü mesele çözüme kavuşturulmaya çalışılırdı.
Küçüktük, Hoca Emminin bize vereceği akide şekeri veya bisküvi arasında lokumu bekleyerek büyüdük. Büyüdük, hacı emmilerin, muhtar dayıların, öğretmenlerin muhabbetlerine katıldık ve sözün bir gün bize gelmesini bekledik. Yazık, söz bize gelmeden bakkal muhabbetleri bitti…
Her şey on iki eylülle başladı. On iki eylül 1980 askeri bir darbe gibi görünse de Türk toplumu için bir milattır. Onunla beraber her şey değişti.
Önce tüketimin ne “yüce” bir şey olduğunu keşfettik. Sonra, insanlar üretmeden tüketmeye başladılar, kanaati kaybettik. Kanaat felsefesi ile kurulan bakkaliye, zamana ayak uyduramadı ve tabii olarak ihtiyaca cevap vermedi.
Önce marketler, sonra süper marketler ve nihayet hiper marketler. İsimleri gibi, alışkanlıkları ve tarzları da batılı olan yeni dönem alışveriş merkezleri önce büyük şehirlerdeki mahalle bakkallarını yok etti. Çocuklar akide şekeri, açık lokum ve bisküvi bulamaz oldular.
Gazozun içine koymak için bir avuç leblebi “eşantiyon”dan sayılmaz oldu. Elektronik teraziler on grama bile “tamah” eden “tüketim çağı”nın alamet-i farikası oldu.
Muhabbeti ve mahalleyi arayan zaten yoktu. Çarşı ise, mekanik bir mekan; camekanlara hapsedilmiş, topraksız ve susuz… Sabah ezanı ile beraber dükkanın önünü sulayarak süpüren esnafa ve ıslak toprağın yaydığı kokuya hasret kaldı insanlar.
Daha sonra sıra kasabalara geldi, süper marketler oralara kadar gelince “değişime” ayak uyduramayan tüm bakkallar gibi İtimat bakkaliyesi de sarsıntı geçirmeye başladı. Önce işler kötüleşti. Yıllardır “Hoca Emmi”lerinden alışveriş yapan mahalleli daha ucuz satan süper marketlere gitti. Gariptir, sohbete yine Hoca emmi’ye geliyorlardı. Yaşlılıkla beraber, bakkalla ilgilenemedi; çocuklarının ilgisizliği mukadder sonu hazırladı.
İtimat Bakkaliyesi türünün son örneği olarak zor da olsa 21.yy’a intikal etti. Geçenlerde büyüdüğüm kasabaya gittiğimde Hoca Emmi’nin yanına uğradım. Tek başına oturuyordu. Yalnızdı, 73 yaşında idi; çoğu arkadaşı bu dünyadan göçmüştü. Ehibbadan son kalanlar da evden dışarı nadir çıkabiliyorlardı. Çıktığında ise yine eski halkayı biraz zayıf da olsa, bakkaliyenin önündeki yarım yüzyıllık dut ağacının altında kurup mazinin güzelliklerinden bahsediyorlar.
Hal hatır sorduktan sonra, bir gün önce yazar kasayı maliyeye teslim ettiğini resmen kapanmak için başvurduğunu biraz üzgün biraz sitemkâr söyledi. Son bir yıldır zaten kapalı olan bakkalın resmen kapandığını duyunca içimi bir hüzün rüzgarı kapladı. O bakkalın etrafında geçirdiğimiz günler miydi beni üzen?. Elbette onun da tesiri vardı. Lakin İtimat Bakkaliyesi benim için bir dönemin son temsilcisi; her şeye rağmen ayakta kalan “son kale”ydi. Onun kapanması ile bir dönem kapandı; o dönemin alışkanlıkları, lezzeti ve muhabbeti.
Peki, yeni tüketim alışkanlıkları uğruna o muhabbetlere ve bizi biz yapan hasletlere kıymaya değer miydi?...