- Kategori
- Kent Tarihi
'Çeşm-i Cihan bu mu ola?'
Büyük şehrin tantanasından sıkıldıysanız, haftasonu için kaçış planı arıyorsanız, beş yıldız otellerde nasıl davranacağını bilememenin sıkıntısı sizi ürkütüyorsa, balığınızı üçer beşer çatal bıçakla yemek yerine elinizle yemeyi özgürlük olarak görenlerdenseniz ve tatil yöresi klişelerinin dışına çıkmak sizin için cazipse bu teklife hayır dememelisiniz...
Hayır hayır, bir gezi yazısı değil bu. Turizm acentası reklamı da değil, endişelenmeyin. Sadece bu köşede size anlatacağım kent hikayelerinin bir başlangıcı olsun diye seçtiğim Amasra'nın vaad ettikleri bunlar. Amasra'yla başlıyorum öykülere, tesadüf değil. Basit sebebi: profilime eklediğim resmim orada çekilmiş.
Ben bu köşede dilim döndüğünce kent hikayeleri anlatacağım size. Bazen şehir efsanesi olacak bunlar, bazen tarih sayfalarında yer almış gerçek öyküler. (Tarih yazan tarih yapana sadık kaldıysa tabii!) Kendi kendime, kent hikayeleri.
Kentikentime yani...
Hadi bakalım...
***
Fatih Sultan Mehmet, ki kendisine olan hayranlığımın sınırı yoktur, İstanbul’un fethinden sonra Anadolu’nun iç kesimlerinde kendisine problem çıkaran birtakım ufak tefek devletin üzerine yürümeye karar verir. Karaman’ın yarattığı baş ağrısını gidermeden önce Anadolu’dan gelecek diğer tehditleri ortadan kaldırması gerekmektedir çünkü. Karamanla meşgulken ayağına dolanacak sıkıntı istememektedir. Bu nedenle 1460 yılında Bartın, Kastamonu, Sinop ve devamında Trabzon’u içeren bir sefere girişir. Bu seferdeki asıl amaç Bizans’ın mirasçısı olduğunu iddia eden ve bir süre Bizans’ın da yönetimini üstlenmiş Komnenos ailesince idare edilen Trabzon Pontus Rum Devleti’nin ortadan kaldırmaktır.
Bartın ve çevresi Osmanlı hakimiyeti altındadır ama Amasra bir Ceneviz Kolonisi olarak bağımsız bir yönetimdir. Amasra Karadeniz ticareti için çok kritik bir noktadır ve doğal limanı sayesinde pek çok denizci için uğrak yeridir. Dillere destan güzelliğini Fatih öteden beri bilir. 1460 yılı sonbaharında ordusuyla birlikte Bartın’a karargahını kurar büyük sultan. Osmanlı Donanması da denizden Amasra açıklarına varmıştır. Savaşmanın akıl karı olmadığını düşünen Ceneviz Senyörü kan dökülmeden şehrin anahtarını Bartın’da bulunan padişaha yollar. Fatih vezirleri ile birlikte yaklaşık on beş kilometrelik yolu atıyla kısa sürede alıp şimdi Bakacak adıyla anılan yere gelir. Amasra’nın enfes manzarasına işte tam da bu noktada şahit olur Fatih. Amasra’nın doğal güzelliğinden çok etkilenen Fatih’in hocasına dönüp “Lala, lala, Çeşm-i Cihan* bu mu ola ?” dediği rivayet edilir. Bu ünlü sözün öyküsü işte budur.
B.nin Notu: Amasra gerçekten de gerek doğası, gerek tarihi güzellikleri, gerekse deniziyle bana kalırsa cennetten bir köşedir. Son beş yılın tamamında Amasra'da bir kaç gün geçirmek B.’nin gelenekselleşmiş bir ritüelidir. Kalesi, Çekiciler Çarşısı, Bizans döneminden kalan kiliseleri, harabeye dönmüş olsa da ana hatlarıyla görülebilen Bedesten’i, 1850 yılından kalan camiisi, Anadolu’daki tek yol anıtı olan Kuş Kayası benim gibi bir tarih delisi için eşsizdir. Balık lokantaları ziyaret edilmeli, enfes gözlemeleri mutlaka tadılmalıdır. Bir de kayalıklara vuran dalgaların sesleri arasında uyumak Adalet Ağaoğlu’nun dediği gibi “Ölmeye Yatmak” gibidir. Ölmek demişken, Amasra'da güneşin batışını seyretmeden ölmemek gerekir.
Ünlü Alman tarihçi Babinger Fatih Sultan Mehmet’in bu cümleyi sarfetmesinin imkansız olduğunu, çünkü ordu Amasra’ya girerken Fatih’in doğrudan Kastamonu’ya geçtiğini söyler. Babinger’e göre Fatih Amasra’yı hiç görmemiştir. Böyle bir yaklaşım tamamen gerçek dışıdır. Zamanın Osmanlı tarihçilerinin anlattıklarının yanısıra, bizzat Fatih tarafından camiiye çevrilen kilise de bunun kanıtıdır.
* Çeşm-i cihan: dünyanın gözü