- Kategori
- Güncel
İttihatçı ruhu tanımak
Osmanlılarda padişah gölgesinde anayasal-parlamenter yönetime geçiş 1876 yılındadır. Bu meclis 1878 Osmanlı-Rus Savaş’ı nedeniyle kapatılır. Yeniden açılması asker-sivil kadroların çabalarıyla 1908 de mümkün olur. 2.Meşrutiyet’in başlangıcı sayılan 1918’e kadar süren bu evre "cumhuriyetin laboratuarı" olarak ta tanımlanır.
Dönemin belirgin özelliği bugün hala tartıştığımız modernleşme ve bunun yarattığı laiklik, kalkınma, yabancı sermaye, yerellik, merkeziyetçilik, Kürt sorunu gibi konuların tartışılmaya başlanmasıdır.
Aynı zamanda bu dönem 100 yıllık problemlere dönük yönetici kadro zihniyetinin şekillenmeye başladığı devirdir. Asker ve sivil bürokrasinin kilit noktalarını ele geçiren bu zihniyetin ilk uygulamalarına İttihat ve Terakki Parti'si döneminde rastlanır.
"İttihatçı zihniyet" dediğimiz bu düşünce dünyası farklı bireysel/toplumsal talepleri şüpheyle değerlendirerek devletin varlığı için risk olarak görür. Halkı küçümseyerek kendilerine Edison’un lambası rolünü biçerler. Anadolu’ya bilim ve tekniği taşımak yerine Batılılaşma diye balolar, çağdaşlaşma diye de Batı dünyasının yaşam biçimini dayatmaya çalışırlar.
İttihatçı anlayışın temel özelliğini ise iktidar tutkusu oluşturur. Burada amaç iktidarın sağladığı güçle toplumu kontrol edebilmektir. Bu yolda vicdani-ahlaki ölçütler yok sayılır. Eylemlerin meşruluğu "vatanı kurtarma" tezi üzerinde inşa edilir.
Vatan tehlikede algısı yaratılarak farklı din-kimlik unsurlarının tehdit oluşturduğu propagandası yapılır. Bu yolla farklı kimlik unsurlarının doğal isteklerinin mahkûm edilmesi kolaylaştırılmış olur."Gizli çalışma, tedhiş yöntemleri, suikastlar" iktidar kapısının aralanmasında sık sık kullanılan araçlardır. Burada "modern dünyanın cehennemi milliyetçiliğin" yarattığı fedailerden de yararlanılır. Fedailerin görevi önemli kişilere suikastlar düzenleyerek toplumda huzur ve güvenlik ortamının bozulmasını sağlamaktır.
İttihatçı zihniyette Türkçülüğün biçimlendirdiği otoriter-merkeziyetçi devlet politikalarıyla ülke sorunlarının aşılacağı umulur. Bunun için Avrupalı devletlerin etkisinden çıkıp azınlıklardan kurtulmak amaçlanır. Nitekim İttihat ve Terakki’nin iktidara geldikten sonra ilk işi nüfus sayımıyla Müslim-gayri Müslim sayıyı tespit etmek olur. Ayrıca Müslüman nüfusun etnik kökenlerinin de belirlediği görülür.
İttihatçıların halk desteğinden yoksun bulunmaları kendilerini halk için çalıştıkları yanılgısından kurtarmaz. İttihatçı zihniyet halkı basit, kandırılmış ve bilinçsiz görerek gerektiğinde zor kullanarak "halka akıl öğretme" anlayışındadır. Halk desteğini sağlamaya yönelik çabaların sonuçsuz kalması İttihatçıları "halk için halka rağmen" saçmalığına sürükler.
Saçmalık, 1912 seçimlerinde halka "dayak ve baskıyla" kimlere oy vereceğinin gösterilmesi boyutuna ulaşır. İttihatçı zihniyet dönüşen dünyanın yeni değerlerine şüpheciliğin beslediği bölünme fobisiyle direnir. Yeni olan her şeyin tehlikeli olabileceği inancında olurlar. Bu inanç, "hürriyet, eşitlik, kardeşlik" nidalarıyla iktidara gelen İttihatçıların hürriyeti boğmaları, eşitliği unutmaları, kardeşliği ortadan kaldırmalarıyla sonuçlanır.
İttihatçı kadroların 1908'de "vatanı kurtarma" sevdalarıyla başladıkları macera 1918'de canlarını kurtarma telaşına dönüşerek yurt dışında son bulur. Yaşattıkları acılar, bıraktıkları utanç, halkı sürükledikleri felaketler ve giden koca imparatorlukta cabası...
Cumhuriyetçi kadrolar 1926'da İttihatçı kadroların tasfiyesini başarır ama mirasının "devlet mayası" olması engellenmez. Bu durum İttihatçı mirasın günümüze taşınmasını sağlar. Ergenekon sözünü ettiğimiz bu İttihatçı zihniyetin ruhudur. Ergenekon çetesi, 1908'in İttihatçı terörü ve ruhunun yeniden hortlamasıdır. Bu anlamda Ergenekon, yeni İttihatçıların örgütlenmesidir.
Türkiye’yi bu ruhtan arındırma hepimizin ama en başta da mevcut iktidarın sorumluluğudur. Bu nedenle AK Parti’nin Ergenekon’la mücadelesi tarihi önemini koruyor. İttihatçı zihniyetle hesaplaşmak ve "yüzyıllık temizliği" sonlandırmak AK Parti’nin ülkemize yapacağı en büyük hizmettir.
Bunu fark eden savcıların gösterdiği çabayı kırmaya dönük çabalar Ergenekon propagandalarıdır. Ergenekon’u sulandırmak hükümeti ve yargıyı bu alanda etkisiz kılmaya çalışmak post-İttihatçılara davetiye çıkaracaktır. Derin devletin kalbi ve beyni olan bu tür yapılanmalar şimdiye kadar yürüttükleri projelerinde başarılı oldular ama artık halk ta her şeyin farkında.
Kendini Ergenekon’u aklamaya adamışların, gerçekleri gölgelemeye dönük çaba sahiplerinin ise unutmamaları gereken yeni bir durum var; artık kilise karanlık, papaz kör, cemaat sağır, bağır babam bağır durumu yok.