Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Haziran '12

 
Kategori
Öykü
 

İyi şanslar sevgilim (10)

İyi şanslar sevgilim (10)
 

XXIV

 

Hikmet bey başından beri tedirgindi bu ilişki hakkında. İçinde adlandıramadığı kötü bir his vardı. Oysa Gül hanım Özüm ‘ün nihayet birisine aşık olmasını mutlulukla karşılamış evlilik planlarına başlamıştı bile. Oysa Hikmet bey gönlünün ta derininden gelen bir burukluk içerisindeydi. Beyninden de teyit ettiği bir ses üzerinde onca çalışarak meydana getirdiği ailesini bir sebeple bundan sonra bir arada tutamayacağını söylüyordu. “Acaba kıskançlık mı benimkisi? Her babanın yaşadığı basit bir duygu mu bu?”. Bu soruyu ne zaman kendine sorsa cevabı nedense  hiç bir zaman evet olmuyordu. Onu tedirgin eden de buydu; iç güdülerine güvenirdi ekseriya. Bir şeyleri, ama özellikle mutluluklarını, yitireceklerini hissediyordu. Buna rağmen Özüm ‘e hiç baskı uygulamadı. Kendi kararını aldığı için onu destekledi. Necati’yi yanlış bulmuyordu, doğru da. Çekici ve çekimli çocuktu, bulunduğu ortamı hemen eline geçirebiliyordu. Ataktı ve zekiydi. Öte yandan ailesi hakkında hiç konuşmuyordu nedense. Özüm ile ziyaretlerinde bu konuda hiç laf alamamıştı  ağzından. Hikmet beye göre Necati ailesinden utanıyordu. Oysa biliyordu ki bir insanın mutluluğu yakalayabilmesi için ailesini olduğu gibi kabul etmesi şarttı. Kendisi de böyle yapmıştı. Bunu Necati’ye birkaç kez anlatmaya çalışmıştı ancak Necati’nin soğukluğu yüzünden başaramamıştı. Necati üzerine diğer bir gözlemi ise Necati’nin gün geçtikçe donuklaşmasıydı. Böyle aşık birisi için bu durum pek de normal değildi. “Necati ile konuşsam iyi olacak galiba!”. Necati ile bir gün yalnız buluşmaya karar verdi. Onunla baba-oğul konuşması yapacaktı. İçini dinledi bir kez daha ama nafile, içindeki huzursuzluk yerinde, uyuklamadan soluyordu.

 

XXV

 

İstanbul, taşı toprağı altın sloganıyla yıllarca pazarlanmış, tıpkı Amerika kıtasının dünyaca insan tarafından istila edilmesi gibi istilaya uğramış, yıllardan beri üzerine kondurulan yeni-eski konutlarıyla bu şehir barbarca yok edilmeye çalışılmıştır. İstanbul ise kimseye hayır diyememiş, genişleyen ve üreyen halkına sahip çıkmaya çabalamıştır. Bu sahip çıkış İstanbul’u başlı başına birçok ülkeden arazi olarak daha büyük, nüfus olarak kat kat üzerinde bir metropol haline getirmiştir. Bu yüzdendir ki İstanbul yönetilemez, o insanları yönetir. Onca bozulmasına karşın İstanbul yine de dünyadaki en güzel şehirlerden biridir ve öyle kalmaya devam edecektir.

 

İstanbul’da sonbahar bir başkadır. Aslında her bir  mevsimin ayrı bir önemi vardır İstanbul için, çünkü bu şehir her mevsimi ayrı, ayrı dört kere yaşar. Sonbahar gelince İstanbul’a  herkes sevinir. Nitekim sonbahar demek, insanların eve yani İstanbul’a dönmesi demektir. Tüketiciler için yeni sezonda yepyeni giysiler, arabalar, ve daha nice alışveriş fırsatları, öğrenciler için okulların açılması ve özlenen arkadaşlarla buluşma, aşıklar için her hafta sonu İstanbul içinde yeni mekan arayışları ve daha birçok şeydir İstanbul’da sonbahar.  Yağışlar bir başladı mı uzun uzadıya yağar ama her seferinde bulutların efkar dağıtmasını fırsat bilen yazdan kalma güneş kendisini gösterir ve ısıtır İstanbulluları. Kıyafet seçimi yapamaz insan, bu yüzdendir ki , daha çok satın almak ister. Aslında herkes aldığı için mi satın alır pek bilinmez. Şemsiyelerin tepeden görüldüğü ölçüde rengarenktir İstanbul bu zamanda. Yağmur kendini iyice hissettirdiğinde İstanbul’da insanlar evlerine çekilmez tam tersine evlerini boşaltıp mekanlara akarlar: Eğlence mekanları, kültür-sanat mekanları, ve bu mekanlar –nasıl oluyorsa- bitmek bilmez İstanbul’da. Dolayısıyla her yer çok kalabalıktır ve şikayet etseler dahi İstanbullular kalabalığı severler.  Bu mevsimde trafik yaz mevsimindeki kış uykusundan uyanır, içindeki trafik canavarlarıyla canavarlaşır. Köprüler günün her saatinde vızır vızır araba taşır. Yaz ayının aylaklığından kurtulan üreticiler de İstanbulluları mutlu etmek için üretimlerini artırırlar. Kısacası sonbaharda İstanbul’da hayat yeniden başlar.

 

Aşıklar için ise mevsimin pek de önemi yoktur gerçekte. Ne de olsa yaşadıkları duygular onların her olaya olumlu bakmalarını sağlar. Aslında zaman onlar için donmuştur. Varsa yoksa kendileri. Ama yine de İstanbul’da sonbaharda aşıklar da daha fazla sosyal olurlar. Şehrin temposuna ayak uydururlar. 

 

İklimdeki değişim ile beraber Özüm evinde kurmuş olduğu atölyesini Beyoğlu’ndaki bir sokağa taşımak zorunda kalmıştı. Baştan keyfini kaçıran havaya lanet okumuş olsa da, bu yeni mekanında yeni insanlarla tanışmak ona iyi gelmişti. Öyle ki bu durum resimlerine de yansımıştı; tekrardan soyut çalışmaya başlamıştı.  Bereket vere ki Necati’nin hediye ettiği makine ile çekmiş olduğu manzara fotoğrafları almış olduğu sipariş stoklarını yerine getirmede ona çok yardımcı olmuştu.  İlişkisinin üç ay dönümüne üç kala, Özüm bu üç günün çabucak geçmesi için elinden geleni yapıyordu. Çok daha fazla yoğun çalışıyor, kafasını meşgul tutup Necati’ye çocuk haberini vereceği anı düşünmemeye çalışıyordu. Bu günlerin birinde Naz ona yeni atölyesinde ziyarete geldi.

 

  • Çok şirin bir yermiş burası, hem de adı da çok güzel: “İçimizden bir yer”

 

  • Teşekkür ederim; adını ben buldum.

 

  • Pek alışageldik bir isim değil yalnız. İnsanlar yadırgayabilirler…

 

  • Olabilir ve olmayabilir de! İçimden böyle geldi. Zaten ıssız bir sokak burası; insanlar bulamayabilir de!

 

  • Artık bu çok zor; daha iki gün evvel CNN Türk Afiş programında buranın tanıtımını seyrettim. Artık meşhur oldun!

 

  • Sağ olsunlar yalnız bırakmıyor arkadaşlar.

 

  • Özüm sana bir şey itiraf edebilir miyim?

 

  • Tabiki!

 

  • Seni hiç bu kadar güzel görmemiştim. Yüzünde öyle bir ışıltı var ki anlatamam. Aşk sana çok yaramış…

 

  • Gerçekten mi? İltifatın için teşekkür ederim…

 

  • Bu İltifat değil, bir gerçek!

 

  • Öyle de hissediyorum biliyor musun! Sanki yıllardır eksik olan yarımı bulmuş gibiyim!

 

  • Bence kadın olmak seni kısa zamanda olgunlaştırdı…

 

  • Ben o açıdan bakmıyorum olaya. Evet biraz büyüdüğümü hissetmiyor değilim ama daha çok, hem de pek çok, mutlu hissediyorum kendimi…

 

  • Ne Necati’ymiş be!

 

  • Bence olay Necati’de değil tam olarak… Olay Necati ve Özüm, yani biz!

 

  • Sen bu hızla devam edersen ressamlığını yanına yazarlık ünvanı da ekleyeceksin…

 

  • Neden olmasın! Yıllar yılı günlük tuttuğumu, hikayeler yazdığımı biliyorsun.

 

  • Bak şuna! Hem de pek cesaretli! Aşk nelere kadir Allah’ım…

 

  • Bilmiyorum; belki de haklısındır, deli cesaretidir benimkisi!

 

  • Şey, ben bunu kastetmedim…

 

  • Neyi kastettiğinin ne önemi var… Benim iyiliğimi istediğini biliyorum.

 

  • Ailen nasıl karşıladı ilişkinizi?

 

  • Annem babamdan çok daha fazla sevindi.

 

  • Sence baban kıskanıyor olabilir mi? Siz çok yakındınız…

 

  • Zannetmem! Daha farklı bir şey ama ne olduğunu ben de bilmiyorum. Daha doğrusu ne anneme, ne de bana anlatmıyor…

 

  • Sana karşı tepkili mi?

 

  • Hayır, hem de hiç!

 

  • Senin baban oldum olası zor adam olmuştur zaten…

 

  • Gerçekten böyle mi düşünüyorsun? Oysa ben hiç böyle düşünmedim…

 

  • Necati de zor bir insan bence! Belki de bu yüzden ona aşık oldun…

 

  • Bence önemli değil tüm bunlar. Onu da, babamı da çok seviyorum.

 

  • Necati’yle nasıl gidiyor?

 

  • Muhteşem tek kelimeyle.

 

  • Senin adına çok sevindim.

 

  • Hastanede işler nasıl? Anlatabileceğin yeni bir vaka yok mu?

 

  • Aslını sorarsan var. Bir manikdepresif üstünde çalışıyorum adı Bülent ve beni çok zorluyor.

 

  • Nasıl biri?

 

  • Yakışıklı, inanılmaz zeki bir karikatür sanatçısı

 

  • Yani meslektaşım…

 

  • Evet! Çok uçuk biri… Nasıl anlatsam bu dünyada yaşamıyor.

 

  • Nerede yaşıyor peki?

 

  • Çözmeye çalışıyorum. O kadar çok konuşuyor ki neredeyse soru sormama bile izin vermeyecek…

 

  • Nasıl tedavi edeceksin?

 

  • Bilmiyorum! Aslında tedaviye ihtiyacı var mı ondan bile emin değilim!

 

  • O zaman Bakırköy’de işi ne?

 

  • Ağır bir depresyon geçirmiş ve hastaneye kaldırmışlar.. ilaç tedavisi şimdilik işe yaramış gözüküyor.

 

  • Peki niye depresyon geçirmiş sence?

 

  • Bir ayda teşhis edebildiğim kadarıyla üstün zeka yüzünden! Aşırı zeki olması ve kimsenin onu anlamıyor oluşu, onu yalnızlaştırmış, hırçınlaştırmış.

 

  • Bence normal biri o! Sadece bunun farkında değil.

 

  • Çok iyimsersin güzelim.

 

  • Olabilir ama bence öyle.

 

  • Nasıl emin olabiliyorsun ki? Hiç konuşmadan!

 

  • Senin de şüphelerin olduğunu sen kendin söyledin… Bence onun ihtiyaç duyduğu bir arkadaş ya da bir kadın.

 

  • Kadın olamaz canım çünkü eşcinsel!

 

  • Nedense bütün yakışıklı erkekler de eşcinsel oluyor!!! Bununla ilgili bir tez yazmalısın!

 

  • Belki bir gün. Neyse… Bana müsaade…

 

  • Bütün müsaadeler senin. Uğradığın için sağol… Mustafa’ya selam

 

  • Her zaman! Kendine iyi bak… Sen de Necati’ye selam söylersin….

 

 
Toplam blog
: 631
: 293
Kayıt tarihi
: 10.04.11
 
 

Eric'i külden yarattım. Tamamıyla benim eserim. Söyleyeceği çok sözü, söylemek istediği az sözü. ..