Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

14 Haziran '12

 
Kategori
Öykü
 

İyi Şanslar sevgilim (Son kez)

İyi Şanslar sevgilim (Son kez)
 

XXXIX

“Necati, Necati neredesin??? NE –CA-Tİ??? Rüyamda yoksun sen !!! Niye gelmedin bu akşam? Niye kokunu alamıyorum? Yanımdaki yastık niye bu kadar hafif? Neredesin Necati? Allah’ım yoksa Necati beni sevmiyor mu? Niye artık yanımda değil? Ne kadar uzaklıktasın ne olur konuş benimle! YOK BU GECE YANIMDA! Rüyama bile girmedi… Yoksa aramızda her şey bitiyor mu??? Çocuğumuzu ben yalnız mı yetiştireceğim? Kız mı, erkek mi acaba? Önemi var mı? O bir sevgi meyvesi; Necati ve Özüm’ün aşklarını bir ürünü… Necati niye gelmedin yanıma bu gece? Suçlusu benim biliyorum seni ve duygularını yeterince anlamadım. Bil ki çabalıyorum bir kadının çabalayabileceği kadar! Biliyorum ne yapsam nafile; seni tam olarak anlayamıyorum ben; senin istediğin kadar! Ama benim için çok zor anlıyor musun? Ben sen değilim ki! Ben bugüne kadar hiç mutsuz olmadım ki! Ben mutsuz anları kastetmiyorum, ben senin mutsuzluğundan bahsediyorum! Nasıl sana iyi gelemem anlayamıyorum! SENİ O KADAR ÇOK SEVİYORUM Kİ! NE –CAAA- Tİİİ!!! Beni duymuyorsan bile yine bana gel! Beni işitmiyorsan bile hisset! Seni bana çağırıyorum… Bu hayatta senin ilacın benim. Benden kaçmaya çalışsan dahi sana izin vermeyeceğim! Seni adam edip mutlu bir insan yapacağım. Sana evlat serip sana hayata karşı sorumluluk öğreteceğim. Biliyorum karnım şişmeye başladı ve çirkinleştim, çirkin bir ördek gibi oldum…Ama bak gözlerimin içine. Ne kadar cıvıl cıvıl! Nasıl hayat dolu! Bak, böğrümü sıksan hayat olup fışkıracağım sana! Yüreğimin sesini dinle: GÜMBÜR GÜMBÜR vuruyor hayata dair! Ben senin hayatının kadınıyım. Ben senin yegane aşkınım ve bu hayatta sana benden yüce aşk yok! Sakın ola kaçırma beni! Hayatını ıskalama ki pişman olma! Ya beni kaybedersen, ne olacak halin, seni kim sevecek benim seni sevdiğim kadar! Bak ben mışıl mışıl uyurken rüyama gel. Üstüme çök! Sımsıkı sar beni! Beni yalnız bırakma… Sevgi sözcüklerini fısılda kulaklarıma, aşkını belli et, beni sevdiğini söyle! Annemi dinle sen, ben hamileyim ve hassasım! Bana ona göre davran, babamın davrandığı gibi, sanki prensesmişim gibi davran! Biliyorum ben prenses değilim, hiç olmadım. Ama bırak hamileyken prenses olayım. FAKAT SEN SAKIN PRENS OLAYIM DEME! Hamilelik piyesinde senin rolün uşak Sebastian olsun! Ne olur kızma bana! Benimkisi egoistlik değil, hamileyim ben! Ne de olsa senin çocuğunu doğuracağım! Onu berabercek çok sevelim olur mu? Sevgi dolu ve anlayışlı bir aile olalım ona… SENİ SEVİYORUM NECATİ, NERDESİN? ÇARÇABUK YANIMA GEL!!! Bekliyorum seni… NE-REE-DEEE-SİNNNN????”. “Buradayım sevgilim, tam yanındayım! Annen hasta olduğunu söyledi hemen yanına koştum!  Şimdi nasılsın?”.

Seni çok seviyorum…

Ben de seni!!!

 XXXX

Evlilik hazırlıkları hızlanmış, Necati’nin annesi ve babası İstanbul’a gelmişti. Necati’nin huzursuzluğu her halinden belli oluyordu. Hikmet bey onu kendi oğlu gibi yanından ayırmıyor, babası ile yalnız kalmasını her vesile ile engelliyordu. Necati bir tek annesiyle baş başa iken yumuşuyordu. Konuşmasalar bile onun yanında sakindi. Gül hanımla Özüm çok iyi ağırladılar misafirlerini. Ve Necati’nin aksine onlar çok iyi anlaşmışlardı birbirleriyle. Hatta Özüm Necati’ye ailesine davranışlarından dolayı içerlemeye başlamışken Hikmet bey müdahele etmişti duruma! Kızına bir çift laf ettikten sonra Özüm hemencecik susmuş ve yumuşamıştı. Necati aslında tahmin ettiğinin çok üzerinde iyi hissediyordu kendini. Buna rağmen bu bile Özüm’e çok az görünmüştü.

Düğün yaklaştıkça, alışverişler hızlandıkça, erkekler için gerginlik harcamalarla beraber sürekli tırmanmış, kadınlar için ise bitmesini hiç istemedikleri bir serüvene dönüşmüştü bu hazırlık süreci. Her şeye rağmen her şey kavgasız, gürültüsüz ve patırtısız yaşandı. Herkes mutluydu. Ve beklenilenin aksine herkesten çok Necati mutluydu. Yüzündeki kırıklardan arınıyordu gün ve gün. Özüm ise o kadar güzelleşmişti ki aldığı toplam beş kilo ile beraber. Necati o kırmızı gürbüz yüze yeniden aşık olmuştu. Doktor kontrolünde çocuklarının cinsiyetinin erkek olduğunu öğrendiler. Özüm bu habere çok sevinmişti. Onu sevgi selinde boğmaya karar vermişti. Kesinlikle ya kendisine ya da Hikmet beye çekmeliydi oğulları. İsmini “Umut” koymaya karar verdiler. Ve günlerden düğün günü geldi çattı. Her ikisi de bir evvelki gece neredeyse hiç uyuyamadılar. Sabaha kadar sohbet ettiler. Çocuklarının eğitiminden, üniversiteye gideceği güne kadar planladılar her şeyini.

Sana bir şey söyleyebilir miyim Özüm?

 Her zaman!

Ya ben seninle hiç karşılaşmasaydım. Yani diyorum ki ya sen hiç varolmasaydın, ne olacaktı benim halim???

 Peki benim halim ne olacaktı sensiz? Sana aşık olmasaydım firijit firijit dolaşacak mıydım??!!

 Seni sevmeseydim, başkasını mı sevecektim? Ya başkasını da sevmeseydim?

 Sence bütün bunların önemi var mı?

 Artık yok!

 O zaman düşünme bunları… Bak berabercek yarını düşünelim… Şansımız açık olsun, aşkımız bol olsun, sevgimiz sonsuz, çocuğumuz uzun ömürlü…

Teşekkür ederim Özüm!

Ne için?

Varolduğun için…

Bana teşekkür etme, sorumlusu ben değilim…

Kimmiş peki???

Tabi ki annem ve babam!!!

Seni seviyorum

Ben de seni, HEM DE ÇOOOKKKKKK!!!!!!!

  SONİKİ

MUHAMMED ANIL ŞAKİRYİĞİT    KİMDİR???

O daha iyiyi arayan bir insandır öncelikle! 16 Mayıs 1972 tarihinde, Diyarbakır’daki askeri hastanede, dokuz ay on gün ve altı saat sonunda dünyaya geldi; üç kilo sekiz yüz elli gram ve 52 santim olarak. Onu ilk görenlerin tabiriyle sadece koca bir kafa ve kocaman iki ayak olaraktan. Babası bir gece evvel, benim oğlum sürekli anılmalı diyerekten ismini Anıl koydu bir içki masasında. Ebesi, o güne değin Diyarbakır’da görülmemiş sarışınlıkta ve mavilikte bir çocuk dünyaya geldiği için midir bilinmez, Anıl ’ın göbek adını Muhammed olarak belirledi. Dedesi de tüm bu isimlere sinirlenerek, “şükredeni takdir eden” anlamına gelen Şakir ismini eklettirdi kendi isminden çıkararak. Ve böylece Anıl ’ın İspanyolları aratmayacak ölçüde uzun isim tamlaması, nüfus kaydına Anıl Şakir Yiğit olarak geçecekti.

Çocukluk hayatını iri bir çocuk olarak geçirdi. Amerikan standartlarına göre hazırlanmış “Annenizin El Kitabının” belirlediği değerlerle mukayese edildiğinde hep bir üst yaşın “en uzun” ve “en ağır” mertebesince büyümeye devam etmişti. İlkokulu bitirdiğinde boyu 1,55 m ve kilosu 45 kg civarındaydı. Annesinin, bir “kamu iktisadi teşekkülünde” yüksekokul mezunu memur, ve   babasının, Türk ordusunun şerefli kurmay subayı olması itibariyle Anıl, Diyarbakır-İstanbul-Ankara-Napoli -İstanbul-Ankara-İstanbul hattında  son derece iyi bir öğretim gördü: Canım Anaokulu, Özel Göztepe Pansiyonlu İlkokulu, Anıttepe İlkokulu, International School of Naples, Kadıköy Maarif Kolleji, Ankara Atatürk Anadolu Lisesi, ve İstanbul Teknik Üniversitesi İşletme Mühendisliği Bölümü. 1979 yılında başladığı öğrenim hayatını, 1993 yılında pekiyi derecede Türkçe, mükemmel derecede İngilizce, ve iyi derecede İtalyanca bilerek ve “pekiyi” ortalamalı İşletme Mühendisi olarak  tamamladı. O güne değin kaç adet kitap okuduğunu tam olarak bilmese de, nüfus saymanlığından, özel ders öğretmenliğine varan sayısız “yarı zamanlı” işleri saymazsak – ki bu işlerin arasında yurtdışında stajyer öğrencilikler de mevcuttur-, çalışma hayatına 23 Ağustos 1993 tarihinde burs almış olduğu THY ’da başladı. Sonrasında 1997 yılından itibaren özel sektörde yöneticilikle uğraştı. Hatırı sayılır ölçüde başarı ödülleri alırken her çalıştığı işletmede verimliliği en az bir misli artırmasını bildi. Hollanda’ da 2 yıl yaşadıktan sonra memleket özlemine katlanamayarak Türkiye’ sine geri döndü. Bu arada Hollandaca öğrenmeyi de ihmal etmedi.

İlk dansını üç yaşında, ilk resmini 5 yaşında, ilk halk dansını, balesini, ve koro şefliğini 6 yaşında,  ilk oyunculuğunu 8 yaşında, ilk bestesini 9 yaşında, ilk şiirini 15 yaşında, ilk tiyatro oyununu 16 yaşında, ve ilk kitabını 21 yaşında yaptı. “Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur” felsefesiyle hayatı boyunca yoğunlaştırılmış bir şekilde sporla ilgilendi.

Halihazırda birçok bestesi, şiiri,  çizgi romanı vs... ve kafasında sayısız projeleri mevcuttur.

 
Toplam blog
: 631
: 293
Kayıt tarihi
: 10.04.11
 
 

Eric'i külden yarattım. Tamamıyla benim eserim. Söyleyeceği çok sözü, söylemek istediği az sözü. ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara