Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Hakan Karaduman (Akdenizli)

http://blog.milliyet.com.tr/akdenizli

02 Kasım '06

 
Kategori
Sinema
 

Jules ve Jim

Jules ve Jim
 

Fransız sinemasıyla sinema koltuklarında tanışmam 1986 yılının sonlarında olmuştu.

Penceredeki kadın ve bety blue, İstanbul’da moda sinemasında yağmurlu kış günlerinde izlediğim ve çok keyif aldığım filmlerdi.

Özellikle bety blue 80 sonrası karanlık yılların ortasında çıplak cinselliğiyle başlayan ve insanı film boyunca beatrica dallenin çılgın ruh halinin içine girip sizi sıkıntılara iten bir filmdi. O yıllara kadar trt nin bize verdikleriyle sinemayı tanımaya çalışan benim için moda sinemasında film izlemek başlı başına bir gündü.

Fransa, dünya için yalnızca sanat üretseydi insanlık adına ne güzel olurdu deyip bizim Jules ve Jim’e gelelim.

Truffaut; kötülüklerin en katısını yaşamak zorunda kalan ve başkaldırıların, inatla yaşamaya tutunmasının ve son derece doğal insana özgü anlatımdaki ozan yapısının; tabi ki hümanizmin adıdır filmleri. 400 darbe de bir çocuğun hayata tutunuşu yanında, samimi anlatım ve -yeşilçamın melodramlarından farklı- kadın kimliğine saygı duyulduğunu görürüsünüz. Ahlaki saldırılara girişmez. buradaki saygı aldatışa değil kadının gizemli cesaretinedir. (Yeşilçamla,”Türk sineması” farklı kavramlardır benim için.)

Yönetmen;" zayıf erkek, yöneten kadın" portleri yaratmakla suçlandığını söyler ama gerçek hayatında böyle olduğunu savunur. Hatta daha da ileri giderek "sinema kadını anlatma sanatıdır" der.

Fellini’ye özgü dışa vurum suçlu bulma ve ezme dürtüsü veya Bertolicci’deki keskin ruh yerine saygın ve dinamik anlatım bulursunuz filmlerinde. Hani insanı anlatma adınadır çıktığı yolculuk.

Bizim için bilinen aşağılık tepkilerin doğallaştığı alt tavırlar yerine insan ruhunun engin yücelişini ve bu duyguya karşı saygının varlığından bahseder. Göstermekten de çekinmez. Annesinin üvey babasını aldatması onda derin ahlaki çöküntüler bırakacağına, bu davranışa karşı biraz merak, daha çok saygı duymayı küçük yaşta öğrenmeye iten neden, kitaplarla çıktığı yolculuklarda edindiği entelektüel birikimin ürünüdür. Bu, onun bilinen evrendeki saçmalığa varan ahlak hapishanesine girmesini engellediği gibi herkesten farklı bakabilmeyi de verir ona. Jules ve Jim’deki Catherine, kendi için her koşulda yapması gerekenleri yapmaktan çekinmeyen bir Avrupalı entelektüel kadından öte bir simgedir aslında. Savaşlar kıtasında pişen kadına yol göstermeye çabalarken yönetmen, asla bencilce duygulara kapılmaz ve kadını özgür bırakır; hatta destek olur. Birinci dünya savaşının öncesinde başlayan üçlü arkadaşlık, araya aşkın girmesiyle bozulmadığı gibi daha da birbirlerine bağlar onları. Yönetmen, kadını her koşulda isteklerine saygı duyarak öne alır.

Acaba ketrin ne istemektedir?

Bu soruyu ön yargısız film boyunca sorar. Ama onun adına da karar vermeye kalkışmaz.

Bence her karesi yerine oturmuş bu destansı filmin izlenmesi, zaman verilerek ve saygı duyularak yapılması insanı yüceltecektir.

Film içindeki orginal savaş sahneleri için bile tarihseverler izlemeli.

Bu film için çok uzun bir yazı planlamıştım ama hem zaman sorunum nedeniyle hem de sinema eleştirmenlerinin varlığında kısalamayı uygun gördüm.

Anımsatmak adınaydı.

sağlıcakla..

not:levent beyi doktorlar sinirlendirmiş anlaşılan. konuşuruz.

 
Toplam blog
: 470
: 551
Kayıt tarihi
: 28.08.06
 
 

Ateşten denizleri mumdan gemilerle geçmeye" benzer hayatımız. Mutlaka mavi gökyüzü görünecektir. Gid..