- Kategori
- Kültür - Sanat
Kavuk

Sanat nedir, sanatçı kimdiri sorgulamalıyız çünkü içinde yaşadığımız tüm yozlukların temelinde insana yönelemeyen, onu eğitemeyen ve basitleştirilip içi boşaltılan sanat kavramının da rolü vardır. Kurtlar vadisi filminde pianoyla özdeştirilen batı faşizmi tüm anadolu insanın kafasında bomba konulacak bir bebek katilidir. Aynı şekilde bir keman da arabesk müziğin elinde cıyırtı haline dönüşebilmekte.
Peki bu süreç nasıl başladı?
80 sonrasında ülkemizde yaşanan Osmanlı restorasyonundan sonra kültür çöküntüsünü başlatabilmek ve bugünlerdeki rezillikleri yaşatabilmek adına televole mantar kültürünü icad ettiler.
Nedir bu gudubet?
Az çalış, para neredeyse oraya yönel,nitelik ve bilgiden çok yalanlarına ve şekil-şemaline güven,sorumluluğu yalnızca para egemenliğine karşı duy,günü tüket,bir gün sonrayı düşün,kazanmak için her yolu dene,ez,yık,yak,boz,ben…
Bütün bunları başarırırken en iyi oldukları konu, “sanat” kavramı ve içinin boşaltılması oldu.
Sanatı, peçetelerin havalarda uçuştuğu, yalancı ışıkların altına koydular;bunu yapana da sanatçı dediler. O denli başarılı oldular ki gerçek sanatçılar bu kelimeye karşı soğuma ve ürperti duymaya başladılar.Belki onlar için ekmek parasında öte birşey değildi sanat. Belkide tek bildikleri dünyanın o olmasıydı.Sanat adına eğitim almış ve emek vermiş insanlar sıkıntılar içinde yaşarken bu konuda doğal-eğitilmemiş ve ömür boyu sürmeye-gelişmeye kapalı- aday bireyler inanılmaz kazanç elde ettiler.
Halk, televizyonda gördüğü saçmalıkları sanat zannederken bu çöküşü gören ve bilenler de seslerini çıkarmak yerine kendi guruplarını kurarak kapalı yaşamlara yöneldiler.
Opera batıda sanatın kraliçesiyken doğuda kralı olmalıydı.Ozan ruhi su, kendi ülkesinde yok edilmeye çalışıldı.
İşe başladılklarında eğitimsizdiler ama daha sonra en iyi eğitimleri alabilecek çok paraları oldu bu insanların.
Sanat bu denli yerlerde dilenciliğe itilmişken, sanatçı diye anılan kişilerde boş durmayarak hem yaşam biçimleriyle hem de eğitimsiz kaba davranışlarıyla hakladılar onu.
Günümüze geldiğimizde ise her şeyin daha da yoluna girdiği ve üstelik herkesin de bu oyunu bildiği bir “sanatçık” oyunu oynanır oldu:cep sanat.
Eskiden cebe giren küçük kitaplara denirdi şimdi-oda kağıttan-para giriyor.
Ne kadar çok para kazanırlarsa, saçmalıklarına o denli saygı bekliyorlar.Televole mantar külütürünün etkisinde kalmaktan kurtulmak-zor olanı- yerine bu yolu seçmek sanata ihanet geliyor bana.
Sanatçı olmaya aday bireyin bu süreçten etkilenmemesi olanaksız. Örneğin çok yetenekli ama bir o kadarda günü tüketen "kavuk" adaylarından biri, elinde bunca olanak varken neden sürekli televole programlarında ve gülme pozlarında durmak zorunda hissediyor kendini?
Hadi onu da geçtik,yaşam size neon ışıklarının altında “kendini gözet” dışında “bir şeyler ver topluma” demedi mi hiç diye sormak geçiyor içinizden.
Efendim, evleneceği kadınla anlaşma yapacakmış, arabalarını evlerini kurtaracakmış. Yaşamı birlikte kucaklamayı düşünen iki insan karşılıklı kuşkuyla yola çıkınca adı evlilik değil de sanki iş ilişkisi gibi geliyor bana.Üstelik yeni nesilin örnek aldığı bir insan söylüyor bunu.Eğer örnek alınıyorsa artık ünü toplumu ilgilendirir. Sosyal bir vukudur artık.Söyledikleri gücü arttıkça önem kazanmaya başlar. Ama kimsede ondan Truffaut olmasını beklemiyor ancak "sanatı çek defteri", halkıda sadece "güldürgeç" görmeye başlayınca kurulan simbiyotik ilişki,kısır,günü kurtaran,sabun köpüğü işlerden öte gidemeyecektir.
Tiyatrolar ülkesinde sanatçı ,belki paraya ihtiyacı olan bir sihirbaz gibi insanlara gitmeli ama para gözetmeksizin kendini sunabilmeli.
Toplumu kemiren,gerileten,çağdışılığa iten nedenleri araştırmalı ve elindeki görsel gücü yerinde, toplumu bilinçlendirme adına kullanabilmeli.
Sanat, çek defteri olmamalı.
Türk tiyatrosu kavuğunu teslim edecek nitelikli ve sanatçı kimliği bulur ve ona teslim eder.
Bütün sorun pişmekte...
not:eğitim konusunda düşüncelerimizi paylaşırız diye düşünmüştüm(önceki yazım) ama sanıyorum sizce bir sorun yok. sağlıcakla..