Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ocak '10

 
Kategori
İnançlar
 

Kabe’ye bakış ve Kabe’nin bakışı

Kabe’ye bakış ve Kabe’nin bakışı
 

Duygusal atmosferlerin fevkalade betimleyicisi olduğum iddiasını taşımamakla birlikte şayet günümdeysem saniyesi saniyesine yaşadığım coşku ve heyecana okuyan herkesi ortak edebilecek raddede yazmayı seviyorum.

Genellikle hissiyatımın yüksek olduğu günlerde ve bilhassa gece yarılarında bilgisayar başına oturabilmişsem ve canım yazmak istemişse bu gayede üç beş satır yazmaktan da gocunmam ki zaten yazmakla kafayı bozmuş olduğum yıllardayım. “Bundan birkaç yıl sonra halim nice olur, hala yana yakıla yazmakta olur muyum?” sorusuna verebilecek kesin bir cevabım olmadığı gibi “daha önceleri nerelerdeydin?” türünden sorulara da tam teşekküllü bir cevabı barındırmıyor zihnim.

Lakin evvel geçmiştir ve gitmiştir; ahir ise henüz gelmemiştir; o zaman an bu andır düsturunu da tam manasıyla benimseyebilmiş; ruhumda özümseyebilmiş ve bunu rota belleyerek yol kat edebilmiş de değilim. Zaten o safhaya gelmiş olsam sokakta ne işim var değil mi? Her neyse lafı dolandırmayayım daha fazla.

İşte yine yoğun olduğum (ruhen) bir anda klavyenin başına geçebilmiş; erinmekten vazgeçerek tuşlara basmayı becerebilmiş; zihnimde biriktirip, derleyip toparlama işini ertelediğim anılarımdan bir kısmını yazıya dökmek gayesiyle nihayet ve çok şükür yazmaya başlayabilmiş olmaktan dolayı da ayrıca mutluyum. Zaman zaman o anlara geri gidiyor olmaktan kaynaklanan yazıya es verme durumu hasıl olsa da becerebildiğim kadarıyla o duyguları anlatmaya çalışacağım.

Ancak sizler de farkındasınız ki konuya girebilmek bile oldukça meşakkatli bir durum husule getirdi. Zira öyle alelade bir mevzua parmak basacak değiliz. Konu ağır olunca haliyle yazıya girmek ve anlatmaya başlamak da güç oluyor. Bir de neresinden başlayacağına karar verme derdi olmasa…

Bazı anlar insan hayatında çok önemli bir yer tutar ve o anlarda yaşanılanlar ömür boyu hafızalardan silinmez. Öyle bir an ki bazen zamanın durduğunu bazen de son sürat aktığını hissedebilirsiniz. İşte benim KABE’yi ilk gördüğüm an da böyle bir an idi. Zamanın durduğu ve sonra birden bire katlanarak artan hız ile yol alarak her şeyi yutup geçtiği anlardan ibaret idi…

Gitmeden önce yaptığımı sandığım ruhi hazırlığımın meğer “r” harfi kadar bile olmadığını da anladığım bu farklı deneyimin resimden yahut filmden görmek gibi olmadığının ayırdına da varmış oluyordum ki bu bile yaşamımda alabileceğim önemli derslerden biri idi.

Şimdi azıcık geriye gidelim… Türkiye’den yola çıkış hazırlıklarıma ve o anlarda hissettiklerime… Mümkün olduğunca kısa kesmeye çalışacağım; ne kadar kısaltabilirsem artık…

Günler öncesinden başlayan eşya toplama ve gerekli şeyleri bavula yerleştirme operasyonunun her anı ayrı bir heyecan ayrı bir zevk veriyordu ruhuma. Zira “orada şuna da ihtiyaç olur mu acaba?” sorusunun aklıma gelmesi bile oraya gidecek olmamı sanki daha önceden hiç hatırıma gelmemiş gibi yeniden hatırıma getiriyor ve sürprizi duyan bir çocuğun kalbi gibi pır pır ediyordu kararmış kalbim…

Evet, yıllardır bigane yaşayan ve keyfe keder bir yol çiziktiren kalbimin kararmış olduğunu görüyordum. Öyle ki hayatıma bir akbabanın leşe baktığından farksız bakmadığı anları bile hatırlıyordum. İşte ihtiyaç duyulacak eşyaları hazırlarken duyumsadığım acı lezzetlerden bir tanesi de buydu. Ümidim ve sevincim ise bu acı tadı oralara gidince unutma ihtimalimin olması ve tertemiz bir sayfa ile yaşama yeniden merhaba deme olasılığım idi.

Çantanın her bir yeri titizlikle doldururken sanki ruhuma da enerji dolduruyordum. Bolca aldığım ıslak mendillerle ellerimi ve yüzümü temizleyeceğim aklıma gelince o ellerin ve yüzün nerelerde kirleneceğini; hangi amaç için kirleneceğini de düşünüyor ve daha da coşuyordum. Bir an önce gidip yüzümü kirletmeye can atıyordum. İster toz ile isterse egzoz gazı ile olsun fark etmez. Yeter ki kirlensin…

Heyecan içerisinde devam eden çanta hazırlığının dışında kitaplardan ve çeşitli kaynaklardan da HAC ile ilgili bilgiler okuyor, öğrenmeye çalışıyordum. İlk kez okuduğum o kadar çok bilgi vardı ki kafamın karışmaması imkansızdı. Zira evvelce hacca gitmişliğim olmadığı gibi yakınımda giden de yoktu. Birkaç tanıdık vardı ancak ulaşabileceğim yerde değillerdi. O zaman kitaplara daha çok gömülmem gerekiyordu. Öyle de yaptım amma ve lakin yine de kafam almaz olmuştu. “Ya bir şeyi eksik yaparsam; ya yanlış olursa; ya bu fırsatı gerektiği gibi değerlendiremezsem” türünden bir çok soru yağmur olup yağıyordu. Üstelik sadece yağmıyordu, hızla birikiyor ve yollarımı sular kaplıyordu. Yüreğimde oluşan tedirginliği ve ruhumdaki ürpertiyi nasıl giderecektim acaba?

Devam edecek…

 
Toplam blog
: 656
: 1708
Kayıt tarihi
: 08.12.08
 
 

Allah kimisine “Yürü ya kulum” demiş. Ben onu “Yürü, yaz kulum” anladım. Yürü anca gidersin manas..