- Kategori
- Eğitim
Kablosuz prizler
“Bugün, bir müdür, iki müdür yardımcısı ve iki öğretmeni teftiş ederek, teftişi sonladık. Yarın dairede rahatça çalışabileceğiz,” derken, sevincimiz daireye ulaşana kadar sürüyor. Büyük bir köye, okul incelemesi için gönderiyorlar hemen. Neyse, köy Bingöl yoluna yakın bir yerde. İncelmeyi bitirip, akşam eve dönebilirim, diye seviniyorum bu kez.
Arabadan indikten sonra, yirmi dakika kadar yürüyerek köye varıyorum. Okul müdürüyle görüşüp, derdimi söyledikten sonra, “İnceleyeceğiniz okul, bu okul değil hocam. Bu köye bağlı bir mezranın okulu. Ama kolay, hemen şuradaki köy, gidip geliriz” diyor. İkinci sürpriz karşısında, ikinci bir şok geçiriyorum sanki.
Bu okula ikinci gelişim olduğu için, yol bulmada fazla zorlanmıyorum. Birinci gelişimdeki tedirginliğim de yok. Okul, L şeklinde bir blok. Üç katlı. İlk ve ortaokuldan oluyor. Buna rağmen birçok sınıf boş. Köyün okul çağındaki tüm okulöncesi, ilkokul, ortaokul ve lise öğrencileri toplansa, bina ancak dolar. Okul binası ihtiyacın en az iki katı büyüklükte yapılmış. İki kat büyüklükte yapılmasının nedeni, geleceğe dönük planlama olarak düşünülmesin, sakın. Çünkü, başka bir ilçede de aynı durumla karşılaşmıştık. Orada da ilk, orta ve lise olmak üzere tüm okullar yapılan yeni binada toplanmasına rağmen, yine de bir kat boş kalmıştı. Çünkü bu okul daha da büyük yapılmıştı. Okul müdürü, “Binayı koruyamıyoruz, bina boş kalmaktan, yani insan sıcağından yoksunluktan çürüyor” demişti bize. Binanın yapılmasında önemli bir rol oynayan Milli Eğitim yetkilisi ise, “O kocaman binayı ben yaptırdım” diyerek övünüyordu. Bir iki yıl sonra bu binanın bir katının Yüksekokul olarak kullanıldığını öğreniyoruz. Bilmem, belki o zaman bina kendi kendine adamsızlıktan çürümekten kurtulmuştur. Bir yanda okulsuz köyler, bir yanda atıl kapasiteli okullar. Anlaşılması zor bir konu.
Buraya “rehberlik” amacıyla geliyoruz ilk kez. Okulda, sınıf ve alan öğretmeni olmak üzere, on civarında öğretmen var. Nerdeyse küçük bir sınıftaki öğrenci kadar yani. Toplantı salonuna geçip masaları birleştiriyoruz hemen. Ben, baş tarafa oturuyorum, öğretmenler sağ ve sol yanıma. Müdür de karşıma. Sırtım kapıya dönük. Öğretmenlerin tümünü rahatça görebiliyorum. Sabahleyin, sınıflardaki gözlemlerimiz hakkında bilgi veriyor ve “planlama” konusunda yapılacak çalışmalardan bahsediyorum. Örnekler gösteriyorum ve “Böyle isterim” diyorum. Öğretmenler, ilgi ile dinliyorlar. Toplantımız bir saatten fazla sürüyor ve söyleyeceklerimin tam sonuna gelmişken, kapı hafifçe açılıyor. Öğretmenlerin kapıya doğru aniden kayan bakışları karşısında, ben de kapıya dönüyorum ve önde Vali Bey ile İl Milli Eğitim Müdürünü, yanlarında korumalarını görüyorum. Hep birlikte ayağa kalkıyoruz ve “Hoş geldiniz” deyip, yaptığımız çalışmalar hakkında bilgi veriyorum.
Öğretmenlere, “Çalışmalara böyle devam edeceğiz” diyerek son cümleyi söylüyor ve Vali Bey, Milli Eğitimi Müdürü ve iki okul müdürü ile birlikte okulu gezmeye başlıyoruz. Korumalar önde gidiyorlar bu kez. Vali Bey, gördüğü her şeyi dikkatle inceliyor fakat kimseye bir şey sormuyor. Taban yer yer çatlamış, pencere ve kapılarda malzemenin en kalitesizi kullanılmış, kapılar çökmüş, pencerelerin çoğu kapanmıyor, boyaları çatlamış, dökülmüş, mozaik yerler doğru dürüst silinmemiş, duvarlarda çukurluklar görülüyor. Attığımız her adımda, girdiğimiz her sınıfta, çıktığımız her basamakta, aynı durumla karşılaşıyoruz. Başka bir deyimle, okul inşaatının müteahhit tarafından yapıldığı, binanın her halinden belli oluyor.
Sessizliği kim bozacak, diye beklerken, ilkokulun müdürü bir prizi söküyor ve “Efendim görüyorsunuz, prizlerin kablosu yok,” diyor. Dikkatlice bakıyoruz hep birlikte. Gerçekten yok. Gezdikçe, binada bulunan diğer prizleri de söküp, bizlere gösteriyor. Onların da kabloları yok. Sadece kabloları olmasa iyi. Kabloların içinden geçtiği borular da yok. Döşenmemiş. Başka bir deyimle, elektrik anahtarlarının yanlarına ve odaların çeşitli yerlerine konan prizler, duvarların oyulmasıyla açılan çukurlara yerleştirilen kutucukların üzerine vidalarla tutturulmuş. Kutucuklarda ne bir kablolu tel, ne de kabloların geçtiği kanal var. (Zengin çocuklarının devam ettiği okullarda da böyle işçilik var mı Safinaz?)
1940’lı, 50’li, 60’lı yıllarda, devletin malzeme vererek köylülere, demir ve çimento kullanmadan, sadece kireçle yaptırdığı okulları getiriyorum gözlerimin önüne bir bir. Ne tabanlarında çökme, ne çatılarında eğilme, ne de duvarlarında çatlama hatırlıyorum. Hatırladığım sadece, zamana bağlı olarak tahtalarda çürüme ile sıvalarda dökülmenin olduğu. Son yıllarda ise, daha Milli Eğitime teslimi bile yapılmadan duvarı çöken bir okula rastlıyorum.
Kablosuz prizleri görünce, Vali Beyin nefes alışları sıklaşıyor ve Milli Eğitim Müdürüne, “Okulu onaracağız, ne kadar yeter? 50 milyon yeter mi? Bütçemizde para var mı? Hemen onarım planına alalım” diyor. Bunun dışında hiç konuşmadan okulu gezip bitiriyoruz ve dışarı çıkıyoruz. Okul müdürü fırsat bulduğu bir an bize, “Okulu yapan müteahhit esrardan içeride yatıyor, kontrol mühendisi ise müteahhitliğe başlamış” diyor.
Okulun önünde, özel tim, polis ve makam arabaları görüyoruz. Yirmi kadar da uzun namlulu, otomatik silahlı özel tim polisi. Vali Bey, bizlerle vedalaşıp, makam arabasına doğru yürüyor. Korumalardan biri hemen kapıyı açıyor ve sağ yanına oturuyor. Bir başka koruma, aracın sol kapısını açıyor ve Vali Beyin sol yanına oturuyor. Bir koruma da ön koltuğa oturduktan sonra, kapılar kapanıyor. Milli Eğitim Müdürü, bizlerle vedalaşırken, “İsterseniz, sizi şehre kadar alabiliriz” diye bir davet bekliyoruz. “Eh, ne de olsa Milli eğitim Müdürü müfettişlikten geliyor. Bizi anlar, biz de araba bekleme sıkıntısından kurtulmuş oluruz,” diyoruz, kendi kendimize. Ama ne gam, müdür bey vedalaşmayı bitirdikten hemen sonra, hiçbir şey söylemeden makam aracına biniyor ve el sallıyor. Özel Timlerle, polisler de yerlerini aldıktan sonra, önde ve arkada koruma arabaları, ortada makam arabaları ile köyden hareket ediliyor.
Bir Öğretim Yılı böyle bitiyor ve onlar gidiyor arabalarıyla, biz kalıyoruz arkalarından baka kala.