Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Eylül '10

 
Kategori
İlişkiler
 

Kadına bakışımız

Kadına bakışımız
 

SODEV Eski Başkanı Aydın Cıngı katıksız bir sosyal demokrat...


Eren'in arkadaşlarından...

Neden Aydın Cıngı?

Tanıştığım ilk günden bu yana sıcaklığıyla ciddiyetimi samimiyete dönüştürmüş bir arkadaş. Gençlerle yaşlıların yarattığı ve yüksek duvarlarla ayrılmış iki dünyanın arasında kapı açmayı başarmış gerçek bir demokrat. Dünyadan korkmuyor ve sürekli keşfediyor. Türkiye'nin sosyal demokratları ile Avrupa'nın demokratları arasında bağ kurmak için enerji sarf ediyor.

SODEV Eski Başkanı, siyasetçi Aydın Cıngı isteğim doğrultusunda kadın erkek ilişkilerine dokundu. Aşağıda başka bir yerden bakan samimi cümleleri okuyacaksınız.

Kadına Bakışımız

Ben bir feministim; ve kadının toplum içindeki konumuna ilişkin görüşlerimi yakın dostlarımla sıkça tartışma konusu ediyorum. Kuşkusuz ki, kadınlarla asla bir sorunum da yok. Tam tersine; itiraf etmeliyim ki, gittiğim resmi dairede muhatabım kadın ise rahatlarım. Çünkü kadınlarla daha iyi diyalog kurabiliyorum. Onlarda, kimi hemcinslerimde karşılarına gelen “eğitimlilere” atılan karanlık bakışlar yok. Özetle ben bir kadın dostuyum. Burada konumuz, İslamcı kültürün derinden kavrayıp etkilemiş olduğu bir toplumun kadına yaklaşımıyla benim bakışım arasındaki fark!

“Kadın dostuyum” deyince, karşımdaki insanın kadın ya da erkek olması benim için gerçekten de fark edebiliyor demek istiyorum. Nasıl mı? Ülkemizde, neredeyse istatistik bir gerçek verebilecek sayıdaki deneyimlerime göre kadınlar erkeklerden daha “güvenilir” oluyorlar. Bunun, kuşkusuz ki, genetik değil ama sosyolojik nedenleri var. Dolayısıyla ben, kadınlara erkeklerden biraz daha fazla güvenirim. Onlar, terminolojik anlamda, “feministleri kızdırma pahasına” diyebilirim ki, erkeklerden daha “erkek” olurlar. Aslında doğru olan, erkekliği karakterlilikle eş anlamlı tutan bu mesnetsiz yerleşik kanıları yok etmek. Her ne ise, ben anlatacağımı anlatayım.

Kadınlarla dostluk ilişkisi bence çok hoş bir beraberliktir. Dost deyince ne kastettiğimi anlamışsınızdır. Hani küçük yerleşim birimlerinde, kadınların, dedikodu yaparken “kız Hatice; senin Ayşe’nin Hakkı Bey şehirde bir dost tutmuş” dedikleri anlamdaki dosttan söz etmiyorum. Arkadaş gibi dosttan söz ediyorum. Karşınızdaki kadın, libido kımıltısı getirecek türden bir ilişkiyi dışlamanızı gerektirecek birisi ise; yani bir yakınınızsa ya da bir arkadaşınızın eşi ise sorun olmasa gerektir. O kadınla, eğer arada fikir ve ruh uyumu varsa, yalnızca gerçekten dost olunabilir. Konu esasen olmadık noktalara asla kaymaz. İnsan adına layık olan uygar adam zaten bunu bilir. Ama insan sevdiği, seviştiği kadınla da dostluk ilişkisi kurar. Esasen aşk ve dostluk bir arada olursa ilişkinin en makbulü ortaya çıkar. Öte yandan fizik ilişki, yani temas, mutlaka karşılıklı bir kabul, yani belirli dozda bir dostluk duygusu da gerektirir. Aksi düşünülmemelidir. Partnerin bu türden bir kabulüne dayalı olmadan aranacak temasın adı farklı olur ve de Amerika’da yaşıyorsanız, “taciz” tanımı altında, binlerce dolar tazminat ödersiniz.

Benim de yıllarca yurt dışı ikamet sonrasında Türkiye’ye dönüşümde bir kadın arkadaşım oldu. Oralarda ilişki kurduklarım, içinde bulunduğum ortam gereği, genellikle kendini kanıtlama sevdasında olan iddialı kadınlardı. Belki de ruhum farklı bir türden arayışa hazır olduğundan, birliktelik yaşadığım bu Türk kadın arkadaşım yumuşak, sevecen ve uzlaşıcı biriydi. Ne desem itiraz etmez yapardı. Ben, toplum içinde onunla, Batı Avrupa’da edinmiş olduğum alışkanlıklar uyarınca davranırdım. 1980’li yılların ortalarındaydık. Örneğin bir dolmuşa bindiğimizde mutlaka onu, başka bir erkek varsa, o erkekle benim arama oturturdum. Böylesini toplumsal anlamda daha estetik bulurdum. Bazen itiraz edeceği tutardı. “Bunlar yanlış yorumlarlar, böyle yapmasan iyi olur” derdi. Ben de her seferinde, “olur mu hiç; insanlar böyle böyle anlayacaklar, alışacaklar” derdim. Kobaylık işlevini üstlenmeye pek de bayılmamış olmasının nedenlerini, sonradan, Türkiye’de yaşadıkça çok daha iyi anladım. Derin toplumun yerleşik anlayışı onu haklı çıkarıyordu.

Benim görüşüm şuydu. İnsanlar iki cinstendir. Birbirleriyle çiftleşerek üreyeceklerdir. Ancak insanları hayvanlardan ayıran özellik de, her an üreyebilme yetisine sahip olmakla birlikte, her an çiftleşip üreme güdüsüyle davranmamalarıdır. İnsanlar, erkek-kadın bir araya getirilir oturtulurlarsa, hemen çiftleşme eylemine mi yönelirler ki onları birbirlerinden ayıralım? İnsanın mutlaka içgüdülerine kapılacağı ve hayvansı davranacağı varsayılarak düzenlenecek bir toplum yaşamı nerelere varır ve de varıyor? Bu, bize yakışır mı; yakışıyor mu? Olumsuz varsayım ilelebet geçerli mi olsun?

Yurda döneli çok olmamıştı. Galiba 1986 ya da 1987 idi. Yolum Fethiye’ye düşmüştü. Arabamı almamıştım; otobüsle yolculuk ediyordum. Gece Fethiye’den yola çıkıp ertesi gün Bodrum’daki randevuma yetişecektim. Hiçbir otobüste de yer yok gibiydi. En sonunda bir şirketin otobüsünde bir yer buldum. Ne var ki o yer yalnız yolculuk yapan bir kadının yanındaydı. Görevli beni oraya oturtmak istemiyordu. Yalvardım. “Ne olur” dedim; “bakın, bende bir kadına “tatsız” davranacak bir tip var mı? İsterseniz yanına oturacağım kadınla ben önceden bizzat konuşayım; onu ikna edersem verin bana şu koltuğu”. Adam önceleri bana şöyle göz ucuyla bir bakıp başka işlerle ilgilendi. Daha sonra yalvarmalarım çok ısrarlı olup kendisini rahatsız edici boyutlara varınca radikal bir tutum benimsemeye karar verdi. “Beyim, siz karınızın başka bir erkeğin yanında seyahat etmesini kabul eder miydiniz?” diye kendince bana nihai darbeyi vurdu. Ben, hiç tereddütsüz “tabii” dedim, “ne olacak ki!” Görevlinin o anda bana fırlattığı bakışı tarif edemem. O bakış, sonraki yıllarda milliyetçi camialarda moda olan “tuh şerrrefsiz!” deyişinin o dönemlerdeki versiyonunu da içeriyordu şüphesiz.

Kısa süre sonra hareket eden otobüste benim potansiyel “kurbanım” olan kadının yanındaki boş koltuğa bakakaldım. O gece oralarda süründüm. Sonra birileri beni Dalaman’a götürdü. Daha sonra da Bodrum’a, randevuma biraz gecikerek de olsa vardım. Ancak insanlığın ve işlevselliğin saplantılara feda edildiği o Fethiye gecesi belleğimde hep kazılı kaldı.

O zamandan bu yana kamu alanındaki kadın-erkek ilişkilerinde durum farklılaştı mı? Ne gezer! Toplum daha da muhafazakarlaştı. Baksanıza, AKP iktidarında erkek başbakan ile Cumhurbaşkanının karısı bile devlet resepsiyonunda el sıkışmıyorlar. İlle bunlara da AB kriterleri mi gelecek? Ben, kadın ve erkeğin birbirinden gelenek ve toplum yasaları zoruyla ayrı alanları paylaşmaya mahkum edilmelerini kabul edemiyorum. Bunları “yontulmamışlık” gibi görüyor ve az eğitimli bölgelerde “yavaş yavaş alışırlar” diye hoş gördüğüm davranışlara İstanbul’da en yakınlarımda dahi rastlayınca kırılıyorum, umudumu yitiriyorum.

Geçenlerde bir akşam AKM’nin yanındaki Bostancı dolmuşlarından birine binmiş evime gitmek üzere arabanın dolmasını bekliyordum. En arkada, en soldaydım. Temiz yüzlü, iyi giyimli çok genç bir çift geldi. Kız önden arabaya girmek ve dolayısıyla benim yanıma oturmak üzereydi. O anda arkasındaki erkeğin bakışlarını hiç unutmayacağım. Atik davranıp kızın yolunu kesti ve benim yanıma oturup kızın benimle olası her türlü fiziksel yakınlığını kesti! Kendimi hakarete uğramış, aşağılanmış gibi hissettim. Bu genç bana, “kız yanına oturursa, ne olur ne olmaz, bir sarkıntılık yapabilirsin” demişti bu davranışıyla. Kız da sessizce ona uymuştu. Üzüldüm, ama en çok onlar adına utandım. Ve de “ne yazık ki daha epey yolumuz var” diye düşündüm; “Bostancı’dan da öteye!”

Aydın Cıngı

 
Toplam blog
: 41
: 715
Kayıt tarihi
: 15.06.08
 
 

Ortaöğrenimimi Anıttepe Lisesi'nde gördükten sonra Mustafa Kemal Üniversitesi Ziraat Mühendisliği..