- Kategori
- İlişkiler
Kadınlar... ve biraz da erkekler...
Geçenlerde bir makale yazdım “Neden bu halinizle mutlu olamazsınız?” diye ve yazmamdaki esas amaç insan doğasının ne ve neci olduğunu biraz ortaya çıkarmaktı... Eğer kendimizi tanırsak problemlerimiz olmaz...
Hal böyleyken; biraz da bayanlardan bahsedelim... Aslında bu makale daha çok erkeler için... Başımızı neye bulaştırdığımızı iyi bilmemiz lazım... Hem de çok iyi...
Kadınlarla erkekleri ayıran şey sadece ufacık, mimi minnacık bir şey... Bir adet kromozom… Buna rağmen ne kadar farklıyız... Hani Adem ve Havva’yı işin içine sokacak olsak... “Ya güzelim kaburgamdansın, benim bir parçamsın... Yani ne kadar anlaşılmaz olabilirsin ki…?” bile dedirtiyor.
Ama biz örnekleri doğadan alalım, çünkü gözümüzle gördüğümüz şey bize her zaman net. Geçmiş makalelerimde insan doğası ve insanın tarihsel gelişiminde arzularının ve egoizminin de nasıl geliştiğinden bahsettim. Evrimsel sürecimiz son derece önemli ve şimdiki halimizi anlamak istiyorsak insanoğlunun doğasının ne olduğu ve nasıl evrimleştiğini bilmemiz lazım çünkü mutluluğumuz anlayışımıza bağlıdır. Hayatımızda da böyle... Eğer bir şeyin nedenini anlıyorsam o zaman olumsuzluğu beni fazla mutsuz etmez çünkü nedeni belli... Ama nedenini idrak edemediğim şeyler olunca üzüntümüz, mutsuzluğumuz çok daha fazla olur bu yüzden küçük çocuklar çok ağlar çünkü istediği bir şeyi neden alamadığını anlayamamıştır... Bu tür şeyler bazen bizler için de geçerlidir ve aslında insanın ağlama nedeni de budur. Bizler duygusal varlıklarız ve eğer hissettiğimiz bir şeyi aklımızla mutabakata getiremezsek o zaman duygu yoğunluğu ağır basar ve gözyaşı dökerek ağlarız. Kısa bir not “erkekler ağlamaz” lafı... Doğrudur ama yanlış tercüme edilmiştir zira “adamlar ağlamaz” olarak çevirisi daha doğrudur... Adam olmak da buradan geliyor... Yani her şeyin sebebini ve sonucunu hissen ve aklen idrak eden birisineAdam denir. Sokakta iki ayağı üzerinde yürüyüp cinsiyeti tabiri erkeklerden bahsetmiyorum... Neyse...
Hayatta da mutlu olmak için hem kendimizi hem de kadınlarımızı anlamamız gerekir... Çünkü kadınlar toplumu yönlendirmekte erkeklerden çok daha güçlü...
Öncelikle biyolojik olarak bakarsak her erkeğin içinde ve her kadının içinde diğer cinse ait bir kromozom var. Bu bize içimizdeki niteliklerde ve karakterde bir birimize ait bir yapı olduğunun işareti. Şimdi dünyaya bakacak olursak erkeklerin sürekli sağa sola koşuşturduğunu görüyoruz ve amaçları kadınların gözünde yüce olmak... Peki, kadınlardan bahsetmeyecek miydik? Ediyoruz; eğer erkek bir kadının gözünde yüce olmaya çalışıyorsa bu demektir ki kadının tatmin edilmesi gereken arzuları var ve ta ilk insanlardan beri böyle... Yani biz ava gideriz, eve yemek getiririz, kadınları ve çocukları besleriz, onları koruruz.Biz erkeklerin ilkel bazı arzuları var kafamız her zaman kafada değil ama başka yerlerde ve kadınlar da bunu bilir ve cinselliği kullanarak, erkeği de biraz övüp pohpohlayarak çok iyi idare ederler... Erkeklerden pek bahsetmeye bu yüzden gerek yok aslında; son derece aciz bir varlık... Anasının koynundan karısının koynuna gider... Kadın olmasa tüm gün çayırlarda yatar ve tek derdi tayfayla futbol, bira ve mangal olur. Kadının yaratıldığına şaşmamak lazım... Adem de Havva gelene kadar çayırlarda arılar çiçekler ne kadar da hoş bir yer burası yahu! diye dolanıyordu... Ufak bir çocuk gibi… Yani kadının arzulama doğası erkeğin gelişimi ve ilerlemesi için esas güç olmuştur. Bu yüzden her erkeğin başarısı arkasındaki kadına çok bağlıdır, kısaca kadın erkeği iten “arzu” dur ve erkek arzuyu tatmin eder.
Geçmiş makalelerimden bir şeyler size “Aha!” dedirtti mi? Doğada var olan iki koşuldan bahsetmiştim “almak” ve “vermek”... Şimdi neden iki cinsin olduğu ve bu iki cinsin de niteliklerinin aynı zamanda kromozom olarak içimizde var olduğu netleşti mi...? Yani hayat bize bizi gösteriyor tıpkı bir ayna gibi... Kadınlar isterler... Erkeğin içinde de bir şeyleri istemesi içindeki dişi kısım olarak alma niteliğidir.
Bu iki nitelik nesillerdir sadece erkek ve kadın ilişkilerini değil tüm insanoğlunun ilişkilerini oluşturmuştur. Aslında insanlar arasında bir tek ilişki var:”Aldım, verdim”.
Bir kadın erkekle birleştiği zaman kadın; erkeği çalışmaya, edinmeye, bir ev inşa etmeye iten güç ve evi idare eden güç, evi bir arada tutan aileyi büyüten güçtür. Doğanın verdiği niteliklere göre erkek gücü “veren” ve kadın da “yaratıcı, yeni safhaların doğurucusu ve gelişimini sağlayan” güçtür... Bu yüzden yeni nesli doğuruyor ve büyütüyor. Bu yüzden bir erkek ne yaparsa yapsın, farkında olmadan olsa bile, yaptıkları bir kadının içinde ortaya çıkardığı arzulardan kaynaklanır. Yani kişinin içinde uyanan arzu, ihtiyaç, eksiklik hissi kişiyi eyleme geçiren güçtür.
Doğadaki tüm düzen; hayvanlar, bitkiler ve doğal olarak biz de bu şekilde işleyen bir programla işler. Doğadaki eksi hissi artı gücü devreye sokar. Biz arzularımızı tatmin etme peşinde koştuğumuz için doğanın işleyişini ne durup düşünüyoruz ne de hissedebiliyoruz. Ancak doğada dişi kısım her zaman ileriye atılan adımın temeli ve tayin edici faktörüdür.
Erkekte bilinçaltında kendisine sorar; “Acaba bu yaptıklarımla beni iyi, başarılı vs görür mü?”
Doğa resmen böyle… Bu yüzden kadın erkeği yönlendirmede, cesaretlendirmede ve davranışlarına ayar getirmede sorumluluk almalı. Çok zor bir şey değil... Erkek eskiden anasından aman oğlum, aslan oğlum! diye pohpohlanıyordu, şimdi eşi olarak siz de yapıp böyle idare edeceksiniz... Bu yüzden kadın aldığı rolde aktif şekilde durumu idare edebilecek bir kapasiteye sahip... Akıllı bir kadın, erkeği istediği gibi evirir çevirir. Bunu eminim her kadın bilir... Doğanızda var... Kadın ilham, yön ve arzu verir... Erkek de eyleme geçer, ava gider riskler alır, resmen kendisini aşar...
Ta ki bizim neslimize kadar... İlginç bir dönemdeyiz... Evrimsel dönemimizde yeni bir safhaya geldik... Eskiden bu ilişkiyi güzelce idare edebiliyorduk... Ama artık öyle değil... Bizleri anne ve babalarımız anlamıyor... Ama anneanne ve dedelerimiz anne ve babalarımızı anlıyorlardı, onlarla ilişkileri sanki daha yakındı... Bizim neslimiz bir sınırı geçti ve hassas olanlarımız bunu hayatımızın her safhasında hissetmeye başladı. Bu durum haberlerde de bariz... Şiddet, geçimsizlik, çocukların evden ayrılıp gitmesi, toplumun farklı kesimleri arasında çatışmalar vs. her gün haberlerde...
Hep beraber son dönemlerde yaşadığımız tatminsizliği, toplumsal inişi biraz düşünmemiz lazım... Çünkü iyiye gitmiyoruz... Ve kişi eğer seçimsizlikten değişime gelmek zorunda kalırsa bu büyük ıztırapla olur... Bu yüzden kişisel gelişimimizi artık elimize alıp doğanın kanunlarına, akıntısına kendimizi uydurmak zorundayız...
Bir araya gelebilmek...
Neden başkalarını sevemiyorsunuz adlı makalede aslında aşk meşk olmadığını anlattım... Aşk denilen şey bir peri masalı... Makaleyi okumadıysanız okuyun anlarsınız...
Bir eş ararken baktığımız kriterler yanlış... Davul dengi dengine çalar derler... Ama bizde gözler hep yukarda... 2010 da Berlin’de bir konferanstaydım, çok iyi Fransız bir arkadaşım var, biraz kısa hafif kel... Ve bir soru sordu:”Sence güzel bir kadınla mı evleneyim, yoksa ortak özelliklerimiz olan birisi olsa yeter mi...?” Diğer bir arkadaşım da şöyle cevap verdi:”Hoş bir şey olsun ama önce aynaya bir bak, neye benzediğini hatırla, ona göre ara…” Ayrıca benzer yetiştiriliş, benzer aile yapısı ve ortak bir geçmişten gelmeleri de müstakbel çiftler için faydalı... Bayanlara da bir ipucu... Annesi gibiyseniz merak edecek hiç bir şeyiniz yok...
Kadın ve erkek bir araya birbirlerini tamamlamak için gelir ve hep birbirilerini ortak gelecekleri için tamamlama konusunda ilerlerlerse ancak o zaman aralarındaki anlaşmazlıklar büyümez ve problem olmaz... Çünkü ortak amaçları ufak tefek anlaşmazlıklardan daha önemlidir.
Bizim neslimizde egolarımız o kadar büyük ki bir ilişkiyi yürütmek için iki kişinin arasında sadece dünyevi sevgi anlayışımıza göre bir bağ kurarak yaşamak yeterli değildir. Bugün boşanmalar hat safhadadır ve artarak devam edecek, egomuz giderek büyüyor, durmuyor... Ve çiftler aralarındaki sevgi bağını sadece alacakları hazla ölçtükleri için çok çabuk kaybediyorlar. Bizim neslimiz sevginin tanımını gözden geçirmek zorunda... İki kişi de bu ilişkiden ne alıyorum? değil, ikimiz de bir birimize ne verebiliriz? demek durumda, eğer devam etmek istiyorlarsa... Yoksa dışarıda kadın da çok erkek de... Kafanıza göre takılın...
Gerçek sevgi bir başkasının kalbini, arzularını sanki kendininkiymiş gibi doldurmaktır. Yani diğerinin arzularını tatmin etmek için çalıştığımızda ancak birbirimizi hissetmeye gelebiliriz... Sevgi bu hissin başlangıcı ve bu nokta başlayarak büyümesi ve yücelmesidir. Yoksa günümüzün ilişkilerine bir göz atın... Bugün insanların sokakta çiftleşen kedilerden ne farkı var ki...? Geçen Mart karşı sokaktakiSarıkız’laydım; bu Mart yan sokaktaki Ankaralı Akız’layım; hazır küreselleştik seneye Mart’ta belki de bir Asya gezisi yapar; egzotik bir vaşağa takılırım.
Yukarıda akıllı bir kadının erkeği istediği gibi evirip çevirebileceğinden bahsettik... Bu iş siz kadınlara düşüyor ama pastanın kreması sonuçta sizde olacak! Bu yüzden bu işi hor görmeyin; ödülü büyük...
İyi de Mutlu nasıl?
Kadının rolünü oynayabilmesi için erkeğin doğasını anlaması lazım. O zaman sevgi dolu bir ilişki oturtabilir. Kadın sık sık erkeğini biraz övmeli; yani adama, değer verildiği hissini vereceksiniz; özel bir adam olduğunu hissedecek… Baba adammış gibi hissedecek, aslanım kaplanım gibi… O zaman erkek kadının ihtiyacının ne olduğunun farkına varır ve aralarında ne tür bir bağ olduğunun da izlenimi oluşur.
Erkek denilen varlık anasının yanında 5 yaşında neyse 50 yaşında da öyledir. Evlendiğiniz zaman çocuk sahibi olmak ne demek ilk tecrübesi erkeğinizdir... Görürsünüz ki erkeğinizin anne şefkatine ihtiyacı vardır, övülmeye, takdire… Eğer bir kadın bunu erkeğine verir ve hissettirirse erkek bırakamaz o kadını. Çocuk büyütmek gibi düşünün... Sen ne kadar da akıllısın, sen ne kadar da iyi bir iş becerdin, sen başarabilirsin... Sen sen sen... Anlatabildim mi?
Şimdi işin püf noktası; bunu her zaman sevgiyle ve sık sık yapmak. Erkek bunları sürekli duymak ister (megalomanyak bir doğası olduğu için). Şimdi bu ilk etapta “Ama ben ne olacağım?” sorusunu uyandırabilir... “Bana iltifatlar, bana bir şeyler yok mu yani?” dedirtebilir... Ama bir düşünün... Tüm çocuklar büyür ve büyüyünce denge sağlanır çünkü kendi içinden iyi şeyler yapmayı arzulamaya başlar...
Şimdi burada tüm iş kadınlara düşüyormuş gibi gözüküyor ve aklınıza şöyle bir şey gelebilir... Mutlu saçmalamışsın... Öyle mi dersin? Hayattan öğrenmek için dahi olmak gerekmiyor... Doğada ki hayvanlara bir bak... En büyük rol her zaman dişidedir. Hatta birçok hayvan çiftleştikten sonra ayrılır ve tüm yetiştirmeyi anne yapar, bazı hayvanlar paylaşım içerisinde de olsa rolün çoğu hep dişi taraftadır. Çünkü yön veren güç dişidir. Doğaya bakarsanız yuvayı dişi kuş organize eder ve siz hiç doğal ortamda yaşayan dişi bir kuşun depresyonu, stresi vs olduğunu duydunuz mu? Doğa içinde tümüyle ahenkle var olur çünkü dişinin doğasının ve doğanın işleyişi içerisinde mutlak bir denge vardır. Bundan örnek almamız gerekir... Çünkü ben gördüm ki kendi kafalarına göre gittikleri bu dönemde kadınların çoğu yalnız, mutsuz ve depresif. Evli olsa da mutsuz, içinde bir boşluk hissi var ve hayatın tadını alamıyor.
Genç nesil zaten artık sokak kedileri gibi... Dindar kesim de ancak içlerinde olan arzuları dinle bastırıp kendilerini muhafaza etmeye çalışarak yaşıyorlar ama bunlar da boşuna bir çabadan öteye gidemiyor... İnsan doğasının egoist evrimini ve gelişimini hiç bir din bastıramaz. O dönem artık bitti ve bu yüzden de dini bütün arkadaşların toplumdaki yolsuzlukları özellikle ortaya çıkıyor... Kimseyi elbette kötülemek için söylemiyorum... Barizdir ki egoist doğamız kötü ve herkes egoist... Kimse kendini iyi insan sanmasın; çok çocukça ve gayriciddî olur...
İyi bir hayat istiyorsak, doğamızın ne mal olduğunu bilmek ve anlamak gerekir çünkü sadece bu bilgiyle doğamızla nasıl başa çıkabileceğimiz konusunu araştırabiliriz.
Kadın erkek eşitliği... Hadi len?
OK, öncelikle yarım yamalak okuyanlar için şunu belirtmek istiyorum... Burada yasal düzenlemelerden falan bahsetmiyorum... Ona göre bu yazıyı okurken bir yandan kendinize bakarak bir analiz yapın…
Doğada hep iki zıt koşuldan bir izlenim alabiliriz... Acı tatlı, gece gündüz, güzel çirkin, siyah beyaz vs... yani iki zıt his olmaz ise tamamlayıcı bir izlenim olmaz.
Aha size kadın ve erkek! Bizler zıt varlıklarız. Kuzey ve güney kadar zıt… Birbirimizi tamamlamak için de bu zıtlığa ihtiyacımız var.
Erkek kadın eşitliği rollerimizi o kadar bulandırdık ki; kimse rolünün ne olduğunu bile bilmiyor artık. Bırakın eşler arasındaki rollerin karışıklılığını, artık millet cinsiyetini karıştırmış duruma geldi.
Kafamıza göre bir eşitlik yaratmak istedik ama kafamız doğanın akıntısına zıt çalıştığı için yine başımızı belaya soktuk. Hayatımız daha dengesiz oldu, ne adil olabildik ne de mutlu çünkü yaptıklarımız yaradılışımıza aykırı.
Önceki makalemde değindiğim gibi... Bizler doğanın yani tüm yaratılış sisteminin bir parçasıyız... Doğanın üzerinde değiliz. Gidişatımız bu yüzden de mutsuzluktan mutsuzluğa bizi sürükledi... Ve itiraf edelim; başarısız olduk! İnsan doğası mutlu olmaya yönelik hareket eder bu yüzden başarınız ne kadar mutlu olduğunuzla ölçülür, paranızla değil... Sadece bir aptal parasıyla başarısını ölçer, dünyadan haberi olmadığı için! Bu yüzden de en çok zenginlerin depresyonda, mutsuzluk içinde, uyuşturucu ve alkol bağımlılığında olduğuna şaşmamak gerekir. Her şey gerçekten para değil...
Ormandaki bir maymunla beton ormanında yaşayan bir maymun arasında ki fark şu; ormandaki maymun çok daha mutlu ve huzurlu... Sizce hangi maymun daha akıllı?
Erdemlik bizim neslimiz için kendimizi yaratılışın akıntısına uydurmak olacak. Erkek ve kadın olarak rakip değil ama birbirimizi destekleyen ve tamamlayan parçalar olarak çalıştığımız zaman bu erdeme ulaşabiliriz. Doğada da gördüğümüz şeyler sadece erkek ve kadın ilişkisini değil genel olarak insanlar arasındaki ilişkiyi de ahenge getiren kanunlardır. Biz de doğadan bu kanunları öğrenmek zorundayız... Uygulamadığımız sürece de hayatın tokatlarını yiyerek, törpülenmek zorunda kalacağız.
Aramızdaki problemlerin egoist doğamızdan kaynaklandığını biliyoruz bu yüzden insanlar arasında ahenk yok... Hayvanlarda egoizm olmadığı için doğa içinde dengeli yaşayabiliyorlar. Aynı egoizm cinsiyet rollerimizin karman çorman olmasına da neden oldu...
Peki, nasıl hayatımızı bir dengeye oturtacağız? Kadın, rolünü erkeğe eşit olarak değil ama tamamlayıcı bir unsur olarak yerine getirirse sadece ailede değil tüm toplumda ahenk ve başarı olur.