Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ekim '11

 
Kategori
İlişkiler
 

Cevizli beyin taraması

Cevizli beyin taraması
 

ŞEKİL VE MANADA, KAFATASI VE BEYİN.


Bu başlığı okuyanın ilk bakışta aklına ne gelir sizce? Teknik bilgisi olan “tarama” kelimesine takılır, Belki bir sağlık görevlisi “beyin” kelimesine takılır. Pratik hayatla daha ilgili bir meslekle uğraşan, örneğin bir aşçı ise hem” tarama” hem “beyin” hem de ceviz kelimesini birlikte algılar. İlk etki kişinin donanımlarıyla ilişkiye giriyor.

İyi bir reklamcı, iyi bir psikologdur aynı zamanda, her seviyeden insanı dilediği yönde etkilemeyi bilir. Reklamlarda, tanıtılan ürünle alakası olmayan sunumlar aslında en çarpıcı olandır. Defile izleyen kumaş tüccarı, önce kumaşın cinsine bakar. Ütü tutar mı? Transparan mı? Yıkamaya gelir mi? vb. Bir terzi ise ilk önce modelin ayrıntılarıyla uğraşır. Her bedene uyar mı? Kesimi, dikimi kolay mı? Ardından diğer bakışların hepsini ekleyerek.

Hayatta kendim için iyi olmak isterken, hiçbir şeyin iyisi, iyi bir iş kadını, iyi bir ev kadını hatta iyi bir anne bile olamadım. Kendimi sorguladığımda, bunun altında yatan nedenin, kendi kabuğunda yaşamak isteği olduğunu gördüm.

Az arkadaş, az ziyaret, az ticaret.Oysa insan ve doğa sevgisiyle dolup taşan biriyim ama tercih etmem gerektiğinde, çay bahçesinde masada olmak yerine, elimde termosum kırlarda ya da kumlarda oturmayı tercih ederim. Bu yüzden, çimen lekesinden kaçan, kumları tiksinerek silkeleyen arkadaşlarım, onlarla birlikte olmadığım için bana sitem ederler. Hiç birine çağırmadıkları sürece gitmem, bayramlar hariç. Bu onları sevmemekten değil bilakis çok sevdiğim içindir. Ne zaman bir araya gelsek, içimizden biri mutlaka bir şeye kırılır ve ben hep kendimi yargılarım.

Uzun zamandır görmediğim arkadaşın evinde toplanmıştık. Bana yeni aldığı kuşunu gösterdi. “O da sen gibi sarışın.”dedim. Suskunlaşıp, beden diliyle konuşmaya başladı. Mim ve davranış bilimleri eğitimi almam haricinde, biraz dikkatli olan bile karşısındaki kişinin bırakın sözünü, gözlerinden özünü görür. Çözüm amaçlı üzerine gittim” Neden durgunlaştın birden?” “Yok bir şey”. “ Bence var bir şey”. Birden parladı. “ Daha ne üsteliyorsun herkesten tasdik mi bekliyorsun?” Ne demek istediğini bir tek o an anlayamadım. Anlasaydım üzerine gitmezdim ve bir söz gelip geçerdi. Üsteleyince sanki ona ısrarla hakaret ediyormuşum gibi gelmişti.

Ben bu sevdiğim insana ne yaptım acaba diye düşünürken, kendimi şiddetli bir tartışmanın ortasında buldum. Arkadaşlarım kavga ediyorlardı, hem de benim yüzümden. Olayın nedenini onların kavgasından öğrendim.

Ben çok sevdiğim arkadaşıma “ aptal” demişim. Arkadaşımın biri” Aptal demedi, ben o kelimeyi duymadım” diyor, diğeri de” Evet ama kuş sarışın ya” diye alaylı alaylı gülüyordu. Diğeri, “E ne var kuş sarıysa, ne alaka şimdi Y’ ın aptallığıyla?” Y..fırladı yerinden, bak sende bana aptal diyorsun, utanmadan benim aptallığım öyle mi? Ya sen çok mu akıllısın? Falancaya şu kadar, filancaya bu kadar kaptırmadın mı?” Olay benden çıkmış herkesi birbirine düşürmüştü. Üstelik canciğer kuzu sarması görünümündeki arkadaşlar, küçücük bir nedenden, birbirlerine hakaretler yağdırıyorlar, ipliklerini pazara döküyorlardı.Olay benden çıkmıştı müdahale hakkı bile göremedim kendimde.

Ne zaman bir ziyarete gitsem, bana düşen hep giderken” özür dilerim beni yanlış anladınız” diyerek af dilemek oluyordu.

Bu nedenle, az olanı seçmiştim belki. Zaten ifrat ve tefrit denilen iki uca varmak, insanı dengeden uzaklaştırırdı.

Arkadaşlık, akrabalık hele dostluk ilişkilerinde kopukluk olması sevgisizlikten kaynaklanıyor. Sevgisizlik, sevgi yokluğu değildir, sevmeyi bilmemektir. Allah C.C insanı sevgiyle en güzel olarak yarattı. Çirkinleştiren gerek şekil gerek mana ile bizleriz., sevgiyi anlamamak ve gerektiği yerde gerektiği gibi kullanamamaktır. “Sevginin Bilgisi” “Sophia” “Sufi” ne dersek diyelim bunu anlamak gerek.

Bana göre sevgi; dikenine rağmen gül’ün, ölümüne rağmen arının iğnesinin, zehir ine rağmen şifalı otların sevgisidir. Bal' ı seven arının iğnesinden, gülü seven dikeninden şikayet eder mi? Sevdiklerimin incindiğini görmemek ve bendeki sevgilerini yitirmemek amacıyla uzak kalmayı seçmemi vefasızlıkla adlandırdılar.

Sevdiğim biri acısını paylaştı; öğretmeni cetvel ile boynuna vurmuş. Daha dün şiddete karşı önlem alma konusunda bizlerin neler yapabileceği ve nedenleri hakkında bir yazı yazmıştım. Sağ duyulu insan ve kuruluşlara temel nedenlerde iletişimsizlik ve sevgisizlik bunun yanında da eğitimsizlik yattığı doğrultusunda seslenmiştim. Benim yaratılana sevgiyle dolu olmam, ne yazık ki yetmiyordu işte. O zaman ve zeminde olsam belki de şiddeti uygulayana karşı ben şiddet olacaktım.

Bir insan katil olarak ya da zalim olarak yaratılmadı. Ama suçlulara baktığımızda, daha önce hiç zulüm görmemiş, suç işlememiş, sakin, masum, saygılı, ürkek, yufka yürekli, aşık kişilerin katil olduğunu görüyoruz.

Arkadaşlarım hayalperest, ailem yaratıcı olduğumu söylerler. Birbiriyle ilgisi olmayan şeyleri ille de bir bağlantıyla bağlamaya çalışır, benzetmelerle yeni bir şeyler ortaya çıkarıp kendimde inanmadığım bir şeyin doğruluğunu görünce yine önce ben şaşarım kendime. Aşırı uçlara vardığımda hemen kendimi merkeze odaklamaya çalışırım. Bir olaya müdahale edemiyorsam, hükmedebileceğim başka bir şey yapmaya çalışırım. Böylece kendimi dengelediğimi düşünürüm.

Bu amaçla ceviz kırma isteği duydum. Belki kalp kırmaktan daha zor bir işlem olacaktı. Çünkü içimdeki öfkeyi dindirme çabasıydı bu. Sevgi dolu olan benle, sevgimi yok etmeye çalışan şiddet mücadelesinde dengede olmak isteyen ben, cevizin ne suçu var? Psikolojide buna bastırma diyorlar. Bir şeyi diğeriyle telafi etme ya da def etme içgüdüsü.

Cevizi kırarken, öyle rastgele darbelerle etrafa saçarak, üzerine basanların ayaklarına batacak şekilde değil, onu dik tutarak tek ve kuvvetli bir darbeyle ikiye ayırmak gerekir. Bu da sevginin bilgisidir. Tıpkı başını dik tutarak, mağrur olmadan kendini iki taraflı düşünceye açan bir insan gibi. Tıpkı, sorunlarıyla etrafı körükleyen değil, kendi arasında anlaşmaya çalışan akıl sahibi insan gibi. Şekil ve mana da, kırdığım cevizin dışını kafatası içini beyin olarak gördüm.

Yunus Emre'nin bir deyişi geldi aklıma,”Çıktım erik dalına, anda yedim üzümü, üzüm de sordu bana sen ne yersin kozumu” gibi bir söz. Kim ne anlarsa anlasın mı? Kim ne yerse yesin mi? Kim ne derse desin mi, demek istedi? Ben bilemem, meyveyle uğraşırken ağacı görmeyenlerden olmak da istemem.

 

 
Toplam blog
: 165
: 856
Kayıt tarihi
: 17.10.07
 
 

Edebiyet fakültesi  mezunuyum. Öğrenmenin yaşı yoktur diyerek çeşitli kurslardan da el sanatları ..