- Kategori
- Öykü
Kahramanın son yolculuğu

Ellerini tuttuğunda adamın ellerinin ne kadar soğuk olduğunu fark etti. Buzdan bir damla su düşmüştü sırtından beline doğru sanki. İçi ürperdi. Feri gitmiş gözlerine bakıp tebessüm etmek istedi. Olmadı. Ona umut olabilecek küçücük bir tebessüm bile çıkmadı dudaklarının kenarından. Yaşlı adam anladı sanki. Buzdan eli kadının elini sıktı yavaşça. Dudakları kıpırdadı. Kadın daha iyi duyabilmek için kulağını adamın dudaklarına yaklaştırdı. Uzak diyarlardan gelen bir esinti gibi çıktı adamın dudaklarından kelimeler.
“Üzülme, sen elinden geleni yaptın. Umudunu kaybetme.”
Verecek cevabı bulamadı kadın. Zihninin bir yerine saklanmış kıs kıs gülüyordu bütün cümleler. Teselli edecek bir söz, yüzünde renkli hayaller oluşturacak bir mimik de yapamadı. Sadece ellerini tuttu kadın. Kadının elindeki adamın kanı yapış yapış olmuştu. Adamın gözlerinde derin bir hüzün kadının çizgilerinden yalnızlık akıyordu. Belki başka bir zamanda çok şey konuşabilirlerdi. Belki birçok ortak yönleri de ortaya çıkabilirdi. Belki kadın yaşlı adamın omzuna başını dayayıp ağlayabilirdi. Belki… ama şimdi değil. Zamanı hiç değil bunları düşünmenin. Geçip giden zaman onlar için son noktasını koyuyordu.
Kadının gözlerinin önünden eski bir görüntü geçti. Altı yedi yaşlarındaki haliydi. Elinde bir ip vardı. İpin ucunda da kırmızı bir uçurtma. Kuyruğunu bir o yana bir bu yana savurarak göklerde dalgalanan uçurtmasına hayran hayran bakıyordu. Tepeden aşağı tüm gücüyle koşarken uçurtması ağaca takılmıştı. Ağlamasının üzerine babası gelip ağaca tırmanmış uçurtmasını yeniden göklere salmıştı. Bir anda kahramanı oluvermişti babası. Hem hangi kızın babası kızının gözünde kahraman değildi ki. Kendi de bu yaşlı adamın kahramanı olmak istemişti. Yaşlı adamın bedenini kurtarmak için çırpınmıştı. Böyle bir odada bunları düşündüğünden utandı. Mutlu olduğu bir zamana yolculuk yapmaktan pişmanlık duydu o an.
Hemşirenin sesiyle eski günlerin zincirinden kapardı düşüncelerini.
“doktor hanım, nabız düşmeye başladı.”
Onca yıl okumuş mürekkep yalamıştı tabiri caizse. Binlerce ameliyata girmiş bir o kadar kişinin hayatını kurtarmıştı. Ama şimdi eli kolu bağlı önünde yatan yaşlı adamı sonsuzluğa uğurlayacaktı. Hep soğukkanlılığıyla tanınmıştı hastanede. İlk defa kontrolünü kaybediyordu. İçinden gelen ağlama isteğini ne kadar bastırmaya çalışsa da daha fazla engel olamayacağını biliyordu. Duygularının seline kapılıp boğulmaktan korktu. Yanağından aşağı süzülen gözyaşları adamın ellerine damlıyordu. Buruşmuş ellerindeki soğukluk giderek artmaktaydı adamın.
Doktor hanım bir mucize beklemekteydi şuan sadece. Mucizeler de inanmazdı gerçi. Ama inanma zamanı gelmiştir belki diye düşündü. Yaşlı adamın dudakları tekrar kıpırdadı belli belirsiz. Kulağını bu kez daha da yaklaştırdı adamın dudaklarına. İçini yaralayan, ruhunu parçalayan son birkaç sözü kalmıştı adamın. Onları da söyleyip üzerindeki yükü hafifletmek istiyordu. Ölümün pençesinde olduğunun farkındaydı. Omuzlarında ölümün elini hissederken zamanının tükendiğini biliyordu.
“Affet beni. Seninle daha çok zaman geçirmeliydim. Her zaman yanında olamadığım için affet beni.”
Ruhunu arındırmak istiyordu besbelli. Işığı sönmüş gözlerini doktorun gözlerine dikti. Doktorun gözlerinde oluşan pınarı görünce yaşlı adamda son yaşam enerjisini bir damla gözyaşına feda etti. Gözünden aşağı doğru inen bir damla yaşla beraber son nefesini verdi. Duymak istediği sözler doktorun ağzından çıkmamıştı. O sözcükleri söyleyememek ömür boyu vicdan azabı çekmesine neden olacaktı doktorun.
Keşke hep zihnindeki o görüntüde yaşasa, ömür boyu uçurtmasını uçursa babası da her tökezlediğinde yanında olsaydı diye iç geçirdi. Ama kahramanı gözyaşları ve pişmanlığıyla ebediliğe gitti. Doktor, zihnindeki görüntülerin üzerine bir sünger çekti. Elinin tersiyle gözündeki yaşları sildi. Kahramanının gözlerini elleriyle kapadı. Üzerine beyaz çarşafı gerdi.
MELTEM VATAN DEMİRCİ