- Kategori
- Felsefe
Kalbin matematiğinin sayıları renklerdir – Başka bir güneşin gölgesinde
“Öyle ya, “ dedi Kuzey “kalbin matematiği... evet, doğru.”
Birden gözlerini büyüterek “Kalbin matematiği ya!” dedi Kevser hanım. “Söyle bakayım, senin kalbinin matematiği yapmış olduğun hesapların yanlışlığını ya da doğruluğunu hangi sağlamalarla gözden geçiriyor?”
“Şeey, ” dedi Kuzey biraz nazlanarak “benim kalbimin matematiğinde sayılara yer yok. Sayılar benim sadece bâtıl inancıma besindir. Benim kalbimin matematiği renklerle işliyor.”
“Renklerle mi?” dedi Kevser hanım.
“Evet, renklerle, ” dedi Kuzey. “Benim hesaplarımda etkileşime giren sayılar değil, renklerdir. İllâ sıfırsa o zaman siyah, illâ sonsuzluksa o zaman beyaz; hadi yetmedi, artı renklerim, eksi renklerim vardır diyeyim.”
“İlginç, ” dedi Kevser hanım.
“Yaşamım boyunca edindiğim tecrübelerimin ürünü şahsî aksiyomumun gözüaçık inandığım geçici mutlaklığına sebep renklerin etkisidir, ” dedi Kuzey.
“Anlamadım, ” dedi Kevser hanım “şahsî aksiyomum da ne demek?”
“Aksiyom, doğruluğu tartışılmaz, geçerli temel gerçek demektir, ” dedi Kuzey “biliyorsunuz.” İstemeyerek de olsa işaret parmağının doğruluşuna tanık oldu. “Yani sarsılmaz kabul ettiğim kendi temel gerçeklerimin sağlamasını mantığıma köle sayıların çoğu yerde bana başkaldıran ağası matematikle ya da duygularıma işçi harflerin sözde özgür sendikası dille değil, ikisinin kesişim kümesi terazide karasevdamın davasını pahabiçilmezleştiren renklerle yaparım.”
“Yine anlamadım, ” dedi Kevser hanım.
“Yok hayır, eğer anlamadıysanız anlatamadım demektir, ” dedi Fikret. “Belki bir örnekle daha kolay anlatabilirim.”
“Lütfen, ” dedi Kevser hanım.
“Belki anlattıklarımı saçma bulabilirsiniz. Bazen inandıklarımı ben de saçma buluyorum, ” dedi Kuzey titrek bir dille.
“Hayır, ” dedi Kevser hanım “bunu ilk konuşmamızda da düşünmüş ama yanıldığımı anlamıştım. Bu yüzden de ne zaman bir şeyler anlatsan kulağımı anlattıklarından alamıyorum. Bazı noktaları ise birkaç gün sonra anlıyor, gerçekten de mantıklı buluyorum. Dedim ya, son sohbetimizde de olduğu gibi. Ama neyse sen anlatıyordun...”
“Evet, ” dedi Kuzey. “Örneğin benimle ve bir başkasıyla olan ilişkinizi ele alalım. Bu iki ilişkinize öyle bir anda göz atalım ki, şartlar, yani sayısal şartlar, olabildiğince eşit olsun. Yani örneğin beni de bir yıl önce tanımış olun diğerini de; onunla da bu zaman zarfında, diyelim, yüz kez buluşmuş olun benimle de; ikimizle de toplam, ne bileyim, bin saat zaman geçirmiş olun.”
“Tamam, ” dedi Kevser hanım.
“Şimdi ilk önce biraz geriye gidelim ve diğeriyle arkadaşlığınızın belli bir süre sonra alabileceği muhtemel şekilleri gözden geçirelim, ” dedi Kuzey.
“Tamam, geçirelim, ” dedi Kevser hanım.
“Ama ondan önce onun kalbini ve aklını bir tanımlayalım, ” dedi Kuzey. “Aklı sayıların ya da matematiğin, yani mantığın güdümünde, kalbi ise harflerin, güzel sözlerin, yani duygusallığın güdümünde, kısacası aklı kalbi yerinde biri olarak bilinir diyelim.”
“Tamam, ” dedi Kevser hanım.
“Kalbin ve mantığın güdümündeki bir insanın, ” dedi Kuzey “yaşadığı ilişkiye verebileceği yön bellidir: ya bu ilişkinin er ya da geç bir sonu olduğunu düşünecektir, ya da girdiği bu ilişkiden payına düşenden duyduğu memnuniyetin hiç sona ermemesini isteyecektir.”
“Yani bir ilişki başka bir şekil alamaz mı?” dedi Kevser hanım.
“Alabilir mi?” dedi Fikret.
Biraz düşündükten sonra “... Haklısın. Girdiğim ikili ilişkilere hiç bu açıdan bakmamıştım, ” dedi Kevser hanım. “Yine de daha fazla şekil alabileceğini düşünürdüm.”
“Ben de, ” dedi Kuzey “ama zamanla her ilişkinin bu iki şekilden birini aldığını gördüm.”
“Evet, evet, ” dedi Kevser hanım.
“Nerede kalmıştım...?!” dedi Kuzey “evet, birinci olasılık, yani sonunun beklendiği ilişki üzerinde durmuyorum, çünkü kökü böyle bir gerçeğe dayanan ilişki gerçekten de er ya da geç sona erecektir.”
“Bir dakika, ” dedi Kevser hanım “sence benim birinci olasılığa pozitif bir etkim olamaz mı? Belki onu bu ilişkinin devamına ikna edebilirim; olamaz mı yani?”
“Olur, olur da, ” dedi Kuzey “o zaman bu ilişki yine ikinci olasılığın kapsamına girer. Yani onu bu ilişkinin devamına ikna edebilmeniz için onun bu ilişkden payına düşenden yeniden memnuniyet duymasını sağlamanız gerekir.”
“Doğru, ” dedi Kevser hanım.
“O zaman gelelim ikinci olasılığın olabildiğince detaylı açılımına, ” dedi Kuzey. “Bir ilişkinin sonsuza dek sürmesini istemek başka, bunun yerine gelmesi için yapılması gereken şeyler başkadır. Bizimki de, yani örnek gösterdiğim ilişkinizdeki diğer insan da, isteğinin en azından yaşamı boyunca gerçekleşmesi için şüphesiz her şeyi yapmaya hazır olacaktır. Her zaman, iyi gününüzde de kötü gününüzde de yanınızda olması gerektiğini, ona güvenebilmeniz gerektiğini, kalbinize ve aklınıza giden yolu bezmeden arşınlaması gerektiğini, sizi olduğunuz gibi sevmesi gerektiğini, size olmanızı istediği yerde değil olduğunuz ve olacağınız yerde ulaşabilmesi gerektiğini, sizinle ağlaması, sizinle gülmesi, kısacası sizin için kendisinden vazgeçmesi gerektiğini bilecektir. Ve bunların hepsini sizden de isteyecektir. Sizin bunları ondan istememeniz ya da onun sizden bunları istememesi bile bu bağlamda bir beklentidir. Bunlara ilişkinizde yer olmasın istersiniz. Bu da bir beklentidir. Bildik arkadaşlığın ikili ilişkilerin sağlam dediğimiz temeli bu kaidelerden ibarettir. Bu, kalbi duyguya ve aklı mantığa dayanan ilişkilerin doğasındadır.”
“Beklentisiz ilişkiler de var, ” dedi Kevser hanım.
“Ben, işin doğası gereği, beklentisiz bir ilişkinin olabileceğine inanmıyorum, ” dedi Kuzey. “Yani kalbin ve aklın duygusallığın ve mantığın güdümünde girdiği her ikili ilişkide bir beklenti vardır. Biz kendimizle, düşüncelerimizle girdiğimiz ilişkilerimiz de bile beklentiliyizdir. Kendimizin kendisinden beklentileri vardır.”
“Neden acaba? Neden beklentilerimizden vazgeçemiyoruz?” dedi Kevser hanım.
“Bana sorarsanız, ” dedi Kuzey “beklentilerimiz yerine geldiği oranda avunabiliyoruz da ondan. Korkularımızı beklentilerimiz yerine geldiği oranda idare edebiliyoruz. Yerine gelen beklentilerimizde huzuru buluyoruz.”
“Evet, ” dedi Kevser hanım başını ağır ağır öne eğerek.
“Beklentilerimizin yerine geleceğini umduğumuz için inanıyor, beklentilerimiz yerine geldiği müddetçe seviyor, beklentilerimiz ayaklar altına alındığı için savaşıyor ve asıl beklentimiz yerine gelmeden ölüyoruz, ” dedi Kuzey.
“Neymiş asıl beklentimiz?” dedi Kevser hanım.
“Asıl beklentimiz aslında asıl beklentimiz, ” dedi Kuzey.
“Nasıl?” dedi Kevser hanım.
“Yani asıl beklentimizin ne olması gerektiğini bilebilme beklentimiz asıl beklentimiz, ” dedi Kuzey.
“Ne de güzel söyledin, ” dedi Kevser hanım.
“Ama ben başka bir şey anlatmak istiyordum, ” dedi Kuzey.
“İdeal ilişkiden bahsediyordun, ” dedi Kevser hanım.
“Evet, ” dedi Kuzey “ikinci olasılığımızı irdeliyorduk. İlişkinin sonsuza dek sürmesi için her şeyi yapmaya hazır adayımızdan bahsetmiştik. Yapmaya hazır olduğu şeyleri yaptığından bahsetmiştik. Evet, ilişkinizi devam ettirelim, ” dedi Kuzey kurnazca gülümseyerek.
“Ettirelim bakalım, ” dedi Kevser hanım.
“Adayımız ilk zamanlar sonsuz olmasını istediği ilişkiden şimdi, yani belli bir süre sonra, böyle bir anlam çıkarmak istemediğinin farkına varacaktır, ” dedi Kuzey. “Çünkü sonsuzluk yalandır. Sonsuzluk insanın zamanı algıladığı gibi algılayabilme yetisinden üreyen bir tür yan etki yalandır. Beklenti ise sonsuzluk yalanına karşı içilen en etkili gerçek ilâçtır. Dolaysıyla adayımızın ilişkiden böyle bir anlam çıkarması ilişkinin vazgeçilmez materyasındandır. Adayımıza bundan dolayı ‘çıkarcı’ demek ise doğru olması için çabalayadurduğumuz moral anlayışımızın aslında ne kadar sahte olduğunu kabul etmeden bir kez daha ağzımızda gevelemek demektir.”
“Anlamadım, nasıl bir anlam?” dedi Kevser hanım.
“Yani ideal bir ilişkinin kaidelerinin ona ve size dayattırdığı ilk başlarda tatlı ama zamanla ağırlaşan yükün aynı zamanda ilişkinize de dayattırdığı yeni anlam, ” dedi Kuzey.
“Anladım, ” dedi Kevser hanım başını sallayarak. “Ama bu anlam değişimi neden? Neden bir ilişki varolduğu müddetçe başlangıç anlamını koruyamasın?”
“Buna, yani anlam değişimine, neden, hayatın gizemini yitirmiş, hiçbir sihire yer bırakmayan, toz pembe bildiğimiz sonsuzluğa en uzak platformu güncelliğidir, “ dedi Kuzey. “Aslında sorun ilişkide bulunanın kendisindedir, çünkü ilişkisi aklın ve kalbin sonsuzmuş gibi görünen kavgasını sürdürdüğü güncellik platformuna yığılmıştır. İnsanoğlu oldu olası bu güncellik engelini aşamamıştır. Güncellik insanlık tarihi gibidir. Güncellik tarihtir. Güncellik bir tarihtir. İşte güncelliğin doğduğu gün rahatlık başlar. O gün kabullenmeler başlar. O gün vurdumduymazlıklar başlar. O gün hesap başlar. O gün sayılar başlar. O gün sonsuzluk hesabının sayıların dünyasında son bulduğu gündür. O gün kalbin kısa geldiği, dolyasıyla bir sonraki ilişkiye daha soğuk, daha bir şeyler kaybetmiş olarak gireceğini öğrenmeyi beceremediği gündür. O gün kimbilir kaç ilişkinin son yalanının günüdür. O gün, en arı anlamıyla, ilişki bitmese de bitmiştir. Bir ilişkinin arı anlamı ise meydana gelişi itibarıyla birlikteliktir; beraberliktir.”
“Anlattıklarının hepsini aklımda tutmak istiyorum, ” dedi Kevser hanım. “Seni dinlerken anlattıklarını unutacağım diye korkuyorum.”
“Hissettiklerinizi unutmayın yeter, ” dedi Fikret. “Hisleriniz size kendi dilini dayatacaktır.”
“Yavaş, yavaş. Lütfen yavaş, yavaş anlat. Artık anlamaktan öte duyduklarımı aklımda tutmak istiyorum, ” dedi Kevser hanım.
“Şey, ne diyordum..., ” dedi Kevser “evet, ilişkinize bitti teşhisi koymuştuk. Oysa bunu önlemek için birçok şeyin yanısıra, terazide bir ilişkinin sağlıklı olduğunu bize aşılamaya çalışan, gözükörlülüğümüzle temel olarak kabul ettiğimiz, ilişki gerçeklerinin yetersizliğini görüp, yeni gerçeklerle ilişkilerimize girmemiz gerekir. Yani önce aklımızı kalbimizden ayıran, sonra bazen birini diğerine ekleyip, bazen de birini diğerinden çıkaran, yeri geldiğinde birini diğeriyle çarpıp, birini diğerine bölen hesaba ‘hayır!’ diyebilmemiz gerekir. Aklımız ile kalbimizin bu hesapla bir araya gelemeyeceğini görebilecek kadar çokgözlü olabilmeliyiz.”
“Peki tekrar nasıl birleşecekmiş bu iki ayrı gerçek?” dedi Kevser hanım.
“Demek istediğim de o ya…, ” dedi Kuzey “bunu yapabilmek için aklımızı sayıların, matematiğin, mantığın, kalbimizi harflerin, güzel sözlerin dili duygusallığın güdümünden kurtarabilmemiz gerekir. Onları üzerine düşündüğümüz katkı maddelerinden, yani duygularımıza ve hesaplarımıza bulaşmışlıklarından, arındırıp, tekrar eski hâlleriyle özümseyebilmeliyiz.”
“Nasılmış eski hâlleri?” dedi Kevser hanım.
“Şimdi de size benimle olan ilişkinizden bahsedeyim, ” dedi Kuzey. “Biraz önce diğeriyle olan ilişkinizden söz etmiştik; şimdi de benimle olan ilişkinizden bahsedelim. Belki sizi bu iki gerçeğin nasıl birleşebileceği ve nasıl mantığın ve duygusallığın güdümünden kurtulabileceği konusuna yaklaştırabilirim.”
“Bir sigara alabilir miyim?” dedi Kevser hanım.
“Tabiî, ” dedi Kuzey. Elini cebine attı ve sigara paketini çıkardı. “Buyurun, ” dedi.
Kevser hanım tereyağından kıl çekermişcesine paketten bir sigara çekti ve “Teşekkürler, ” dedi.
“Ateş?” dedi Kuzey.
“Lütfen..., ” dedi Kevser hanım “teşekkür ederim.” Çakmağın ateşinin saçtığı ışık gözlerini aldı.
“Rica ederim, ” dedi Kuzey.
“Evet?” dedi Kevser hanım. Sigarasından derin bir nefes çekti.
“Evet, önce diğer adayımızda olduğu gibi bana da bir akıl ve bir kalp verelim, ” dedi Kuzey.
“Verelim, ” dedi Kevser hanım duman duman.
“Aklımın mantığın yerine renklerle, kalbimin de duygusallığın yerine renklerin enerjisiyle, etkisiyle beslendiğini varsayalım, ” dedi Kuzey. “Yanlış da olsa şimdilik aklımın ve kalbimin renklerin güdümünde olduğunu söyleyelim.”
“Neden yanlışmış?” dedi Kevser hanım.
“Aklım ve kalbim aslında renklerin güdümünde değil… olamaz... bu üçgen ilişki dâimî bir prosesin her aşamasında farklı farklı reaksiyona giren sayısız elementlerden yalnızca üçü, ” dedi Kuzey.
“Bir daha, ” dedi Kevser hanım sigarasından derin bir nefes aldıktan sonra. “Ve lütfen yavaş, yavaş. Aklın, kalbin ve renklerin dışında ne gibi elementler var?”
“Örneğin bu üçünü doğrudan etkileyebilen güdülerimiz, reflexlerimiz ya da, ne bileyim, örneğin ısı gibi, ” dedi Kuzey. “Hani birisini hoş, sempatik bulunca ‘kanım ısındı’ dersiniz ya, onun gibi. Böyle bir yargıya bir yerde güdülerinizle, reflexlerinizle ve sizi çevreleyen ısının etkisiyle varırsınız ama bunun mantıklı açılımını o an yapamaz, düşüncelerinizi hissettiğiniz ruhî ısıya indirgersiniz.”
“Anladım, ” dedi Kevser hanım.
“Her şeyden önce şunu bilmelisiniz ki, ben sizin göremediğiniz bir şeyi görebildiğimi iddia etmiyorum, ” dedi Kuzey. “Kesinlikle. Belki sizin de hissettiğiniz veya hissedebileceğiniz, belki de önemsemediginiz için hissetmediğiniz veya hissedemiyeceğiniz şeyleri hissedebiliyorumdur. Aslında size sadece ilk kez gördüğüm bir insan hakkında hissetiklerimin kaynağı kalbimin ve mantığımın ortak dilinin inandığım gerçeklerini renklerin konuştuğunu, benim de büyük bir dikkatle ve ilgiyle ve şaşkınlıkla dinlediğimi söylemeye çalışıyorum.”
“Anlıyorum, ” dedi Kevser hanım.
“Bana düşündüklerinizin ya da hissettiklerinizin yanısıra bunun sonucu yansıttığınız renk panoramanız da ulaştığı için diğer adayımızla sürdürdüğünüz ilişkide olduğu gibi kendime ‘bu ilişki bitsin mi, bitmesin mi?’ türünden birinci dereceden çıkarcı sorular soramıyorum, ” dedi Kuzey. “Sizinle iletişime bendeki varoluşunuzun bana görünür ilk kaynağı renk yelpazenize bakabildiğim noktadan başladığım için, o an düşündüklerinizden ve hissettiklerinizden çok, hangi gerçek düşüncelerinizin ve gerçek hislerinizin bana ulaşan bu renk tablosuna neden olduğunu, yani bunlardan hangilerinin renk uyumunuzu, yani harmoninizi bozduğunu ya da harmoninizi beslediğini öğrenirim. Yani isteseniz de istemeseniz de mantığınızın ve kalbinizin bu harmoninin güdümünde mi, yoksa karşısında mı olduğunu bilmek isterim. İstemeden. Çoğu zaman da bilirim. Yine istemeden.”
“Yavaş, yavaş, ” dedi Kevser hanım, almak istediği son nefesten vazgeçip, izmaritini yere atarak. “Yani etrafa bir renkler buketi saçtığımı ve bunu görebildiğini, gördüğünden niyetimin iyi mi yoksa kötü mü olduğunu anlayabildiğini mi söylemek istiyorsun?”
“Hayır, ” dedi Kuzey “size iyi ya da kötü gibi bir yakıştırma yapmıyorum. Unuttunuz mu, benim aklım ve kalbim mantığın ve duygsallığın güdümünde değil? Şöyle söyleyeyim: aklınızın ve mantığınızın size dedirtebileceği en ağır iki söz ‘iyi’ ve ‘kötü’dür. Benim aklıma ve kalbime göre bu iki kelime yoktur. Renk harmonisi bozulanlar, renk harmonisi yerinde olanlar vardır. Siz şimdi bunlara ‘iyi’ ya da ‘kötü’ sıfatlarını yakıştırabilirsiniz. Ama bunu yaptığınız anda bu ‘iyi’ye ya da ‘kötü’ye neden her neyse kaynağını birinin ya da bir şeyin içine yerleştirirsiniz. Oysa benim sözünü ettiğim renge dayalı harmoninin dengesi kişilerin, varlıkların ya da ne bileyim nelerin elinde ya da bilmem nesinde değil, herkesin ve her şeyin bir parçası olduğu bir ‘bütün’ün ortak eseridir. Değişen etkileşme koşullarının aktüel göstergesidir.”
“Çok iyi anlıyorum, ” dedi Kevser hanım.
“Bu yüzden diğer ilişkinizde olduğu gibi sizden bir şey beklemem, verdiklerimi de beklentilerinizi gidermek istediğim için değil bu ‘bütün’ içinde sürekli yer ve sahip değiştiren renklerin ortak enerjisinden payınıza düşeni vermek zorunda olma sırası belli ki bana geldiği için veririm, ” dedi Kuzey.
“Anlamadım, ” dedi Kevser hanım.
“Yani ben size benden istediklerinizi değil ‘bütün harmoninin’ bilmem kaçıncı şubesi ‘şahsî harmoni’nizin ihtiyacı olan şeyleri veririm, ” dedi Kuzey.
“Anladım, ” dedi Kevser hanım.
“Emin olabilirsiniz ki, ” dedi Kuzey “size verdiklerime ‘iyi’ ya da ‘kötü’ yakıştırması yaptığınız müddetçe kendinize ulaşamayacaksınızdır. Çünkü belki de size verdiğim ve sizin o an ‘kötü’ dediğiniz, aslında harmoninizi tekrar yerine getirecek olandır. Eğer iyi olan kötü de var derseniz, o zaman hangi dili konuştuğunuzu bana anlatmanızı isterim. Göreceksiniz ki, dile getiremeyeceksinizdir. O an harmonidesinizdir. Şimdiye kadar inandığınız gerçeklerinizin kısıtlılığını hisseder, daha fazlasını hissettiğinizi bilir, daha önce bahsettiğim şahsî aksiyomunuzun gözükör inandığınız mutlaklığının gerçeklerinin değişmiş olduğunu bilir ama bu gerçekleri dile getiremezsiniz. Kısacası Kevser hanım, benim kalbimin matematiği hesaplarımın yanlışlığının ya da doğruluğunun sağlamasını kendisi değil, göremesem de parçası olduğumu hissettiğim bir bütünün kendisi yapıyor. Ben onun dilini konuştuğum müddetçe ulaşamadığım uzaklıkların da dalamadığım derinliklerin de hesabını çözebiliyorum.”
“Anlıyorum, ” dedi Kevser hanım “fakat böyle düşünceler nereden aklına geliyor, onu anlamıyorum.”
“Aslında böyle de düşünmüyorum..., ” dedi Kuzey “daha çok bilmeden böyle düşündüğümün farkına varıyorum. Ve şuna eminim: böyle olmamda tanıdığım ve bildiğim herkesin ama herkesin payı var. İsterseniz bu anlattıklarımın aklınızdaki yerinin sağlamlaşması için ilişkimizle sağlamasını yapalım?”
“Anlamadım, ” dedi Kevser hanım.
“Anlattıklarımı ilişkimize uyarlayalım, ” dedi Kuzey.
“Yani bunu da yapabilirsen, pes derim, ” dedi Kevser hanım.
“Göreceksiniz, ” dedi Kuzey “anlattıklarım o kadar da karmaşık değil. Sadece anlattıklarıma dilinizde bir anlam yakıştırabilmeliyiz. Örneğin sizi ilk gördüğümde, tanıştığımda demiyorum, sizinle kaç boyutlu bir iletişim bağı kurabildiğimi anlatayım. Belki hatırlarsınız… aylardan Mart’tı ve nâmının tam tersine havalar ana rahmi sıcaklığındaydı ve ben Kübra’yı prova sonrası yemeğe götürmek için tiyatroya gelmiştim. Siz sahnenin suflörün gizlendiği yere yakın bir yerinde duruyordunuz. Bir eliniz artık bir ileri bir geri çevirmekten sayfalarının imanı gevremiş oyun metnini tutuyor, diğer eliniz yorgun başınızı her tür yükten kurtarmak için ikide bir de uzunluğundan ağır saçlarınızı bir sağa bir sola atıyor, sanki kimse sizi anlamıyor, bu yüzden de kimse istediğinizi sahneye aktaramıyordu. Bu dışarıdan görünen Jolanda hanımdı. Bunlara değiniyorum çünkü anlatacaklarımı bir tür psikoanaliz ya da anlık karakter tanımlaması olarak görebilirsiniz. Ama öyle değil. Size anlattıklarımdan bu işle uğraşanların kişiliğinizle ilgili nasıl bir sonuç çıkarabileceğini anlatmak istemiyorum; bunu az çok siz de tahmin edebiliyorsunuzdur. Sizi o gün ilk kez gördüğümde, ki sizin beni göremeyeceğiniz bir yerde duruyordum, ilk önce adamakıllı sekse ihtiyacınız olduğunu düşündüm. Ama bir erkekle değil, dolayısıyla benle de değil. Düşüncelerimden ileri çıkarak beni yanlış bir rafa sokmanızı istemem. Şayet yanlış veya yersiz birşey söylediğimi düşünüyorsanız lütfen söyleyin. Ben olaya mantığımla ya da duygusallığımla değil renklerle yaklaşıyorum; bunu hiçbir zaman unutmamalısınız.”
“Bir bayanla mı?” dedi Kevser hanım, ortada çekinilecek ya da utanılacak bir şey olmadığının altını çizmek istercesine kararlı bir tavırla.
“Hayır, ” dedi Fikret şimdi biraz daha utanarak. “Erkeğin erkekliğinin kontrolünün tamamen sizin elinizde olduğu türden bir seks düşünmüştüm.”
“Nasıl yani?” dedi Kevser hanım çatık kaşlı yüzünü sırtlanmış başını hafifçe sağa sola sallayarak.
“Beni yanlış anlamayacağınıza ve bana kızmayacağınıza ya da en azından size herşeyi detaylı bir şekilde anlatana kadar sabırlı olacağınıza söz verirseniz anlatabilirim, ” dedi Kuzey.
“İkimizde yetişkin insanlarız değil mi?!” dedi Kevser hanım.
“Lütfen beni bir seks manyağı falan olarak görmeyin, ” dedi Kuzey. “Her kadın görüşümde böyle şeyler düşünmediğime ve buna emin olduğuma inandığım için kendimde size bunları anlatacak gücü bulabildiğime inanın lütfen.”
“Biliyorum, ” dedi Kevser hanım.
“Vibratör, ” dedi Kuzey.
“Vibratör mü?” dedi Kevser hanım kaşlarını biraz daha çatarak.
“Evet, ” dedi Kuzey “sizi ilk gördüğümde bir vibratörle saatlerce sekse ihtiyacınız olduğunu düşündüm.”
“İnanamıyorum, ” dedi Kevser hanım gözlerini Kuzey’in gözlerinden alarak.
“Lütfen beni yanlış anlamayın, ” dedi Kuzey. “Bir erkekle ya da bir bayanla saatlerce seks yapabileceğinizi düşünemediğimden değil. Düşündüklerim kendi fantezime de adreslenmiş değil. Hayır! Bir vibratörle yapacağınız seksteki Kevser hanım, o zamana kadar erkeklerle ya da kadınlarla seks yapmış Kevser hanım olmayacaktı. Asıl olan buydu. Şimdi, bu anlattıklarımın renklerle ne ilgisi var diye düşünüyorsunuz, biliyorum. Anlatayım. Sizi ilk gördüğümde renklerinizin inanılmaz koyuluktaki tonlarını hissettim. Ama unutmayın size bu renkleri göremediğimi söylemiştim. Onları sadece hissedebiliyorum. Yani renklerin tonunu ve zenginliğini hissî görüntü olarak algılıyorum. Gözlerimle görmüyorum. Neyse… şayet sadece bir renk tonunun koyuluğunu algılasaydım emin olun bu anlattıklarımı düşünmeyecektim. Daha sonra buna örnekler de verebilirim. Ama sizin bütün renklerinizin tonu koyuydu. Özellikle yeşil tonlarınız. Neyse. Dilerseniz daha sonra hangi rengin, hangi yaradılışta olduğu hakkında da konuşabiliriz. Neyse. Evet, bu yüzden sizin yeniden dünyaya gelişin sembolü orgazmın beyaz ışığının aydınlığına ihtiyacınız olduğunu düşündüm. Bir vibratör olmasının sebebine gelince: bir erkek ya da bir kadın size orgazmı tattırabilir. Belki size orgazmı birkaç kere bile tattırabilir. Hatta doğrusuna rastlarsanız belki size orgazmı istediğiniz kadar tattırabilir. Ama bu bütün renklerinizin tonunun koyuluğunu açığa döndüremeyecektir. Çünkü sizin bir insan karşısında tamamen kendinizden geçebileceğinize inanmıyorum. Yani renklerinizin ‘fiziksel’ tonunun koyuluğunu açığa döndürebilirsiniz ama ‘ruhî’ tonunun koyuluğu aynı kalacaktır. Bu yüzden vibratör. Şimdi size bir şey sormak istiyorum; göreceksiniz, bana bildiğiniz cevabınızı ifşâ etmeseniz bile anlattıklarımın sağlamasını yapmamıza kâfî gelecektir: hiç kendinizi bırakabildiğiniz, hatta kendinizden geçtiğiniz, bu yüzden gelişinizin, yani orgazmınızın kontrolünüzden çıktığı bir seks yaşadınız mı?”
“Hayır, ” dedi Kevser hanım kelimenin kısalığı ve netliği kulakta kalır bir özellikte. “Hayır, henüz böyle bir şey yaşamadım. Geldim ama senin anlatmaya çalıştığın gibi değil. Ama artık senden korkmaya başladığımı bile söyleyebilirim.”
“Ve emin olun renk tablonuzun değişiyor olduğunu hissediyorum, ” dedi Kuzey. “Rahatladınız ve tüm renkleriniz biraz daha canlandı. Hatta şimdi yeşiliniz diğer renklerinizden biraz daha açık ve canlı. Bu, çocuk yanınızı güvende hissediyorsunuz anlamına gelir. Ruhunuzun derinliklerindeki filizinize su serpilmiş gibi. Şimdi de sizi ilk gördüğümde kurduğum iletişim bağının ikinci boyutunu anlatayım.”
“Bunların hepsini bir insanı gördüğünde nasıl düşünebiliyorsun?” dedi Kevser hanım.
“Hayır, ” dedi Kuzey “ben bunları düşünmüyorum, bunlar bana anlatılıyor. Ben sadece dinliyorum. Bir anlamda hissî dinleyiş.”
“İnanılmaz, ” dedi Kevser hanım.
“Bahsettiğim iletişim bağının birinci boyutunu çekinerek de olsa anlatabilmeyi becerdim, ” dedi Kuzey. “Gelelim ikinci boyutuna. O gün, yani sizi ilk gördüğüm gün bana anlatılanlardan, yani size anlatmaya çalıştığım hissî anlatılardan, ayrıca sizin çok ama çok âdil biri olduğunuzu öğrendim. Çünkü açık renklerinizin hepsi lacivert renginizin koyuluğundaydı. Biliyorum, kulağa saçma geliyor dediklerim. Ama anlatayım. Değişen şartlara rağmen aynı kalabilen özellikler bir insanın karakterini belirleyen etkenlerden sayılabilir. Evet, çok âdil birisiniz. Ama âdil olabilmeniz için cesur olmanız gerekir, yoksa lacivert renginiz diğer renklere karışa karışa korkaklığın sembolü grinin tonlarına dönüşür. Yani lacivertinizde gri tonu ağır basmaya başlar. Belki sizde falınıza bakıyormuşum izlenimi bırakıyorumdur. Bu sizi rahatsız ediyorsa anlattıklarımın bilimsel açılımı üzerine de konuşabiliriz.”
“Hayır, ” dedi Kevser hanım.
“Evet, çok âdil biri olduğunuzu biliyorum, ” dedi Kuzey. “Bu özelliğiniz, az önce bahsettiğim açık renklerinizden sarının tonunu toklaştırıyor ve karakterinizin başka bir özelliğini olumsuz etkiliyor.”
“Nasıl?” dedi Kevser hanım.
“Gereğinden fazla asilsiniz, ” dedi Kuzey. “İnsanlarla gözgöze gelmeyi sevseniz bile onlara istemeden de olsa yukarıdan bakmayı bir türlü bırakamıyorsunuz. Bu asaletiniz kalbinizi ikiye yarıyor. Yarılan kalbinizi bir başkasının onarmasını bekliyorsunuz. Dedim ya, bu işi kendinizin yapması gerektiğini göremeyecek kadar asilsiniz. Yapanlar da size yaptıklarını bir türlü beğendiremiyorlar. Bu arayış enerjinizi tüketiyor ve renklerinizin hepsi koyulaşıveriyor. İkiye ayrılmış kalbinizden akan kanın hayatî kırmızısı sizi gereğinden fazla dinamik, saldırgan ve sonuçta huzursuz yapıyor. Kırmızının fazlasıyla diğer renklere bulaşması demek...”
Kevser hanım “Yeter, yeter, ” diyerek Kuzey’in lâfını kesti. Kuzey şaşırdı. Haddini aştığını düşündü. Kevser hanım elini Kuzey’in omuzuna attı ve “Lütfen, ” dedi “yeter, sus, inanamıyorum... şimdi ben sana bir şey anlatayım: yıllardır gizlemeye çalıştığım neyim varsa hepsini dile getirdin.”
“Özür dilerim Kevser hanım sizi incitmek istememiştim, ” dedi Kuzey “asla.”
“Biliyorum, ” dedi Kevser hanım. “İnanamıyorum. Cahil olsam büyücüsün derim. Şarlatansın derim. Nereden biliyorsun bütün bunları?”
“Sanırım sizi incittim, ” dedi Kuzey.
“Hayır. Ama lütfen söyler misin, nereden biliyorsun bütün bunları?” dedi Kevser hanım.
“Bilmiyorum, ” dedi Kuzey. “Bilemiyorum. Aslında her şeyin, yani renklerle alışverişimin, gördüğüm bir rüyayla başladığına inanıyordum. Daha sonra bu alışveriş sırasında hissettiklerimi yıllar önce dedemin birlikte izlediğimiz gökkuşağı hakkında bana anlattıklarını dinlerken de hissettiğimi hatırladım. Böyle düşünmeme neden bunlar mı bilemiyorum. Bazen her şeyi kendimin harekete geçirdiğini, bazen ise her şeyin beni harekete geçirdiğini düşünüyorum. Çoğu zamansa saçmaladığımı düşünüyorum.”
“Hayır, ” dedi Kevser hanım elini Fikret’in omuzundan çekerek “saçmalamadığının canlı delili duruyor karşında. Bak, hâlâ tüylerim diken diken.”
“Sanırım sizi korkuttum, ” dedi Kuzey.
“Hayır, ” dedi Kevser hanım “duygulandırdın; hem de şimdiye kadar hiç duygulanmadığım bir şekilde duygulandırdın.”
“Bir şey içmek ister misiniz?” dedi Kuzey. Eli Kevser hanım’ın boşalmış kadehiyle buluştuğunda onu tutan elin nazlı nazlı titrediğini hissetti.
“Evet, çok iyi olurdu, ” dedi Kevser hanım.
“Ne getirmemi istersiniz?” dedi Kuzey.
“İstersen beraber bara doğru gidelim, ” dedi Kevser hanım “içeceklerimizi orada alırız, ne dersin?”
“Olur, nasıl isterseniz, ” dedi Kuzey çekinerek de olsa elini Jolanda hanım’ın omuzuna atarak. Birlikte bara doğru yürüdüler.
“Ne içersin?” dedi Kevser hanım.
“Lütfen Kevser hanım, ” dedi Kuzey “buraya dolaylı da olsa sizin davetliniz olarak geldim sayılır, lütfen, bu sefer de siz benim davetlim olun.”
“Peki, ” dedi Jolanda hanım. “O zaman… o zaman bir bira alayım.”
“Bira mı?” dedi Kuzey şaşkın şaşkın. Kevser hanım’ı şaraptan başka bir şey içmez bilirdi.
“Evet, bir bira, ” dedi Kevser hanım. “Aylardır bira içmedim. Evet, canım şimdi bir bira içmek istiyor. Buz gibi olsun, lütfen.”
Kuzey saçları rengârenk barmen’e döndü ve “İki bira lütfen, ” dedi. Biralar buz gibiydi. Bu, Kuzey’in Kevser hanım’ı ilk kez elinde bir birayla gördüğü andı.
“Saçmalıklarının devamına içelim, ” dedi Kevser hanım.
“Sıhhatinize!” dedi Kuzey.
“Sana bir şey sorabilir miyim?” dedi Kevser hanım.
“Tabiî, ” dedi Kuzey.
“Aslında sormamakta kararlı kalacağımı sanıyordum, ” dedi Kevser hanım “ama şimdi sormakta kararlıyım.”
“Buyurun, sorun, ” dedi Kuzey.
“Bana neden Jolanda hanım demekte ısrar ediyorsun?” dedi Kevser hanım. “Beni senden daha az tanıyanlar bile bana, tabiî benim ısrarım sonucu, en geç ikinci görüşmemizden sonra ‘Kevser’ der. Yoksa bana Kevser diyebileceğini söylemeyi akıl etmedim mi?”
“Hayır, hayır, ” dedi Kuzey. “Gerçi bana size KEvser diyebileceğimi de söylemediniz ama...”
“O zaman hata bende, ” dedi Kevser hanım. “Desene hem suçluyum hem güçlü.”
“Hayır, ” dedi Kuzey “benim size Kevser hanım demekte ısrar edişimin sebebi kesinlikle siz değilsiniz. Yani, tabiî sizsiniz, ama düşündüğünüz anlamda değil.”
“Peki o zaman neden hâlâ ısrar ediyorsun?” dedi Kevser hanım.
“Bilmiyorum, ” dedi Kuzey “içimden bir ses size Kevser hanım dememi istiyor. Belki bu ailemden aldığım eğitimin çocukluğumdan bugünüme ulaşan sesidir.”
“Anlıyorum, ” dedi Kevser hanım. “Aslında bana Kevser hanım denmesinden hiç hoşlanmam. Ama bu hitap senin ağzından çıktı mı kızamıyorum. Belki de bu yüzden sana ‘bana Kevser diyebilirsin!’ demeyi unutmuşumdur. Yine de bunun bilmediğini söylediğin nedenini bilmek isterdim. Belki de aramıza bir mesafe koymak istiyorsundur?”
“Böyle bir niyetim olsa bile, ” dedi Kuzey “bunun anlamını kötüye yorumlamak zorunda mısınız? Bu fiziksel değil de ruhî bir mesafe olsaydı size hak verirdim. Ama size hitap edişimden böyle bir mesafenin varlığını hissediyorsanız, emin olun ki bu yalnızca fiziksel bir mesafedir, ruhî değil. Yoksa sizinle böylesine derin sohbetlere dalmazdım.”
“Biliyorum, biliyorum, ” dedi Kevser hanım.
“Bunda, ” dedi Kuzey “çocukken ailemle bolca izlediğim ellili altmışlı yılların filmlerinin tekstlerinde dile gelen ruhun da büyük bir etkisi olduğunu söyleyebilirim. Bilmem yetmişli yıllara kadar çevrilen filmlerin tekstlerine ve o tekstlere yansıyan ikili ilişkilerdeki diyalogların edebî düzeyine hiç dikkat ettiniz mi?”
“Evet, evet, ” dedi Kevser hanım.
“Çocukluğum o tür filmlerle geçti, ” dedi Kuzey. “Artık o dilde yazılmış diyaloglara rastlamanız hemen imkânsız. Çünkü artık dinleyip, düşünerek eğlenmeye vaktimiz yok. Sadece gördüklerimizin ağzımızı açık bırakabildiği oranda eğlenebiliyoruz. Neyse. Önemli olan bize dinleme ve düşünme yeteneğimizi evrim çarkının şimdiye kadar neleri öğmemiş dişlerine teslim ettirenlere çelme takabilenlere ilgimizi çevirebilmektir. Böylelerinin neslinin ellili altmışlı yıllarda tükenmediğini bilmek beni rahatlatıyor. Yani size Kevser hanım demekte ısrar ediyorsam bu dilin fizikselliğinin bendeki sınırını nereye koyduğumu önce dinleyerek sonra düşünerek bilmenizi istediğimdendir.”
“Anlıyorum, ” dedi Kevser hanım. “Dilerim altına bu sınırı resmîleştiren imzalarımızı attığımız antlaşmanın maddelerini istemeden ihlâl etmem.”
“Yüzüme ruhunuzun kapısını kapamadığınız sürece kalbiniz sizi uyaracaktır, ” dedi Kuzey. “Niyetimi onlar bilir.”
“Niyetinin kötü olmadığını çok iyi biliyorum, ” dedi Kevser hanım. “Hatta itiraf etmeliyim ki niyetinin biraz olsun kötü olmasını istediğim de oldu. Ama en geç bu sohbetimizden sonra kendime bunun bencilce bir düşünce olduğunu itiraf ettim.”
“Şey, Jolanda hanım...” dedi Kuzey.
“Hayır, hayır... bir şey söylemek zorunda değilsin, ” dedi Kevser hanım. “Dedim ya, ikimiz de yetişkin insanlarız.”
“Evet, ” dedi Kuzey.
“Ama benim için öyle ya da böyle çok özel birisin, ” dedi Kevser hanım. “Bu dünyada böyle olabilmeyi nasıl beceriyorsun bilmiyorum ama, su gibisin; en az su kadar naifsin. Bu naifliğinle, çocuk gibi, merağı korkusundan canavar, her şeye bulaşabiliyorsun.” Şevkle bira şişesini havaya kaldırdı ve “Sıhhatine, ” dedi.
“Vay içeni olmayan arpasuyunun hâline..., ” dedi Kuzey “sıhhatinize, Kevser hanım!”
“Hay hanımına da sana da!” dedi Kevser hanım kahkahalar atarak.