Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Ekim '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Kaldığı yerden akan bir su

Hayat kaldığı yerden devam mı ediyor, yoksa her geçen gün bir şeyler mi değişiyor? Kelimenin tam anlamıyla yenilendiğim bir süreçte dönüp hayatıma kaldığım yerden devam etmekten bahsediyorum. Bir şeyler değişti biliyorum, değişmeyen şeyleri de görüyorum. Ne yani hep bıraktığım yerden devam etmek zorunda olduğum bir hayatım mı var tüm resetlenmelerime rağmen. hayatın akan bir su olduğu konusunda Ayşe Kulin’le, aynı nehirde iki kez yıkanılmayacağı hususunda Heraklitos’la bir konuşmam lazım.

Geldim geleli tatlı bir didişmedir gidiyor hayatım’la aramızda. Araya başka şehirler soktum diye aşkımı mı sınıyor anlamadım. Karı koca gibi olduk. Olgunluk evremizdeyiz, heyecanımızın yerini bir dinginlik aldı lakin suyunu çıkarmadan çözmeye çalışıyorum şu sulu benzetmelerle ilişkisini.

***

1 saatlik derslik için 2 saat yol gitmekten de, sağına soluna bakmadan her gün tramvayda bizi ezmeye çalışan istanbullularla mücadele etmekten de, hiç ilgimi çekmediği halde sınavda çıkacak konuları dinlemek zorunda olmaktan da, her bir derste bıkmadan usanmadan bunu bize böyle mi öğreteceksiniz diye isyan etmekten de buna karşın koskoca amfinin halinden pek memnun halinden de, hocaların koca amfi içinde ‘sen başörtülü arkadaşım’ ifadelerinden de, tramvayda mini etekli kıza ‘estağfurullah’ çekerek yan yan bakışlar atan amcalardan da, sıradan bir Kürtçe dergiyi ne derler korkusuyla alttan okuyan arkadaşımın psikolojisinden de, aaa ne var canım neden saklıyorsun ne var bunda demem üzerine bana el altından başka ve çok da normal olmayan bir kitap veren diğer fırsatçı kürt arkadaşımın beni kazanmaya çalışan demokrasi anlayışından da, şu güzelim okulumun yolunun bitmek bilmeyen çalışmalarından da, istiklal caddesini ruhundan arındırıp yapmaya çalıştıkları alışveriş merkezinden de, artık kağıtların arkasında kalan tarihi binaların sessiz haykırışlarını duymaktan da, televizyondaki haberlerden de, siyasetçilerin bitmek bilmeyen ağız dalaşları içinde bir siyasi hayata sahip olmaktan da, hoşgörüsüzlükler içinde hoşgörü kavgası yapanlardan da, üçüncü sayfa haberlerinden de, babaannemde en felaket duyguları uyandırıp şekerini, tansiyonunu fırlatan bilme kaç yüz bölümlük tv dizilerinden de, her geçen gün biraz daha kötüleşen babaannemin durumu karşısında hiçbir şey yapamamaktan ve bir devrin kapanmasına tanıklık etmekten de, birbirine adanmış hayatların birbiri uğruna harcanıp gittiğini görmekten de, hala ileride ‘ilk dönemler kaç yazara-dergiye-yayın evine ulaşmaya çalıştım hep olumsuz sonuç aldım ancak yılmadım ta ki şu güzel tesadüfe kadar ve şimdi sizlerleyim’ şeklinde yapacağım konuşma için hiçbir tecrübe sahibi olamayışımdan ve ısrarla bir mucize bekleyişimden de, düşürdüğüm kitapları yerden toplayacak kahramanlarıyla hayal ettiğim üniversite hayatlarının elindeki sigarayı son model telefon ve araba anahtarıyla şak diye masaya çakan kahramanlarla dolmasından da, bundan haz etmediğimizi öğrenenlerin ertesi gün kollarının altında popüler bir kitapla karşımıza çıkmalarından da, buna tav olmuş gibi yapan masadaki diğer ayrıntıları gözden kaçırmak için kendini paralayan fabrikasyon ürünü hemcinslerimden de, bitmez dediğimiz bir ilişkinin daha bitmiş olmasından da, insanların sürekli yaptıklarından pişmanlık duymasından da, hayal kırıklıklarının hayallerin önüne geçtiği hayatları hayatın güzel olduğuna inandırmaya çalışmaktan da, her geçen gün feminist duygularımı besleyen insanlardan da, güçsüz karakterlerden de, kararsızlıktan da, saçımı kesme arzumu nasıl kıyacaksın çok güzeller iltifatlarıyla baltalayanlardan da, hayatımda değişen her şeye rağmen aynı kalan saçım ve tüm bu diğer ayrıntılardan da nefret ediyorum. Hatta şu an ‘hoşlanmıyorum, tasvip etmiyorum’ ifadeleri fazla hafif kalacağından tercih etmek durumunda kaldığım ‘nefret’ kelimesinden hepsinden daha fazla nefret ediyorum!

Yani şimdi, ders kendisinin değilmiş gibi üzerine alınmadan alttan alttan kitap okuyan, lütfedip girdiği dersin yarısında çıkıp İspanyolca kursuna yetişmeye çalışan, cervantes’den arta kalan zamanlarını okulda geçiren, gözyaşlarının kurumadığı tv dizilerini hızla kapayıp görsel ihtiyaçlarını film izleyerek gideren, sanki onu hiç ilgilendirmeyen entrikalar ve huzursuz haberlerle dolu gazeteleri geçip dergi alan, birbiri hakkında dedikodu yapan tramvay sakinleriyle kulağı arasındaki bağlantıyı bir kulaklıkla kesip en iyisi hiç muhatap olmamak diyen, üzeri sigara paketleri son model telefonlar ve araba anahtarlarıyla dolu masalardan kaçıp Mustafa Amcanın taburelerinde çay içen, aşkın mahrum kalmamak adına bir kere yaşanıp rafa kaldıracak asla peşinden sürüklenip gidilmeyecek bir duygu olduğuna inanan, yerleşik hayat güdülerini kaybetmeye yüz tutmuş uzun veya kısa vadeli ha bire planlar yapan, içinde huzurlu olduğunu düşündüğü çemberi git gide daraltan ve hayatındaki insan sayısını azaltan bir elif olmam benim dışındaki hayatın kaldığı yerden devam etmesinin mi, benim değişmemin mi bir sonucu?

Biliyorum yordum sizi. Bilhassa uzun cümlelerim ve özenle seçilmiş sinir bozucu detaylarla.

Ama tüm bunlara karşın baharı anımsatan güneşli bir İstanbul gününde denize karşı çay içmeyi, yanımda her daim beni anlayan bir dostumun olmasını, otobüs durağında bekleyen erzumlu amcanın 3 dil konuşarak beni şaşırtmasını, Efem’le bayram tatilimizi planlayıp her gün listeye bir yeni şey eklemeyi, radikal’in yeni boyutlarıyla yeniden bizlerle olmasını, hala zevkle okuduğum yazarların varlığını, bu yazarlarla tanışmasına vesile olduğum insanların da bundan mutluluk duyduğunu öğrenmeyi, İspanya’dan, Almanya’dan ve Fransa’dan aynı anda kart beklemeyi, yapılacak planlarımın olmasını, planladıklarımın bir gün gerçek olabilmesini, duygularımı ifade edebilmeyi, en büyük dertlerimin şu kağıdı dolduracak kadar olmasını da bir o kadar seviyorum.

Hayat akan bir su ve aynı nehirde 2. kez yıkanılmazken ne kadar değişirseniz değişin değişen her şeye rağmen hayatın kaldığı yerden devam ettiği kanısına varırsanız bu yazıyı yadırgamayın derim.

 
Toplam blog
: 48
: 919
Kayıt tarihi
: 09.06.09
 
 

1990 Muş doğumluyum. Şu an İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde okumaktayım. Elim kalem tuttuğ..