Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Mayıs '09

 
Kategori
Anılar
 

Kalem bana küsmüş, benim haberim yok

Kalem bana küsmüş, benim haberim yok
 

e.fakülte.com



Kalem küskün.

Hak veriyorum ona aslında, klavyenin başında yaza yaza neredeyse el yazımı unuttum.

Karalamalardan sıkılmıştım. Kendi beceriksizliğim bu yazıp, çizip karalamak.

Yazının başında özenle yazdığım harfler alt satırlara doğru yavaş yavaş kendini bırakıyordu elimin düzensiz akışına.

Saldım çayıra mevlam kayıra ritminde devam ede ede yazdığım yazılarımı, kimi zaman şifre çözer gibi çözmeye çalıştığım oluyordu okurken.

Velhasıl çirkin yazımdan da sıkıldım.

Sırf bu yüzden defterlerimden utanırım. Canım defterler, her sayfasında ruh hali değişik yazılarıma katlanmışlar.

Bir bakarsın sağa doğru yatmıştır yazılar, sonra hemen hazır ola geçmişler. Bir harfin ucu uzarda uzar bazen şekilsiz bir ucubeye döner.

Daha ne anlatayım kalem sana! Küsme işte…

Ama klavyede bunlar yok bak! Çirkin yazıma katlanmak zorunda kalmıyoruz. Karalamasız tıkır tıkır işliyoruz.

Eskiden daktilolar vardı. Memur, sekreter… Yazı işlerinde aklına kim gelirse daktilo kullanırdı.

Ne meraklıydım! Bir daktilom olsun. Annem sağ olsun “Sen büyü, sana daktilo alacağım, roman yazacaksın” derdi.

Annemin arkadaşının yanına giderdik, .bir okulda memurdu. O gün fazla işi yoksa bana gün doğardı. Daktiloya bir kağıt takar, ayarlar, bana bırakırdı. Çıkardığı seslere bayılırdım onun. Ama ablalar yazarken “taka tak, taka tak” daha keyifli sesler çıkardı daktilodan. Bense harfleri bulana kadar aynı ritmi tutturamaz, on parmağımla parmaklarım yettiğince basardım tuşlara o sesleri çıkarabilmek için.

Sonraları gide gele işleri ilerletmiştim. Zamanla terfi bile ettirmişti abla beni. Ufak tefek yazıları bana yazdırdığı olurdu. Allahım ne görev aşkıydı o bende ki! Bir işe yaramanın verdiği çocuksu gurur.

Bilgisayarla ilk tanışmamı unutamam. Hiç unutamam Macıntosh Apple ı. O zamanlar interneti hayal edebilir miydik?

Daha muhasebe kayıtları defterlerde tutuluyorken. Yani eskidendi, çok eskiden.

Daha devlet dairelerinde, her yerde daktilo sesleri mevcutken. Sessiz Macıntosh

İlk çalışmaya başladığım büroda, teknolojiyi adım adım takip eden ve bize öğretmekten keyif alan patronumuzun kulakları çınlasın bu arada. İş aralarında oturdu bizi bilgisayarın başına, öğrenin çocuklar ilerde her işinizi bilgisayarda yapacaksınız derdi.

O yıllarda biz o bilgisayarda sadece yazı dizgisi yapıyorduk. Kitap, gazete dizgileri…Şimdiki ofis programları nerde!

Sayfa aç, metin kuıtusu aç, imleç al yazmaya başla. Biliyorsan on parmak, bilmiyorsan tek tek parmak.

Bakın yazıcı vardı. Dizilen sayfalar, yazıcıdan çıkartılır, grafikler onları alır, ışıklı masasının başına geçer, milimetrik üzerinde sayfa düzeni yapardı. Fotoğrafları şimdiki gibi bilgisayarda düzenlemek, montajlamak, ya da tam bir sayfa düzeni sağlayabilmek mümkün müydü? Zavallı grafiker, ışıklı masanın başında eğile eğile gözlerini yorardı, saatlerce.

Bir de onların müşteriye sunumları vardı tabi. Mesafeye göre kimi zaman 2-3 saat harcar, bir de götür getir yapardık. Patron bile az koşturmazdı. Şimdi internetten maille gönder, son halini göster, okeyleş.

Bizim o zamanlarda ki şirin Macıntoshumuzda müzik dinlemek bile hayaldi bizim için. Patron bir gün ses kartı getirdi. “Toplanın bakın şimdi ne yapacağız!” dedi.

Patron Galatasaraylıydı, ekrana cim bom bom yazdı. Sonra komut verdiğinde, bilgisayarımızdan ilk sesi duymaya nail olduk.

Cin Bom Bomu, Şim Bam BAm olarak okuyordu ve üstelik rahatsız edici bir robot sesiydi ama olsun. Bilgisayarımız konuşuyordu ya!

Yaaa! Kalemim işte öyle hemen küsme, sen de konuşsana duyalım sesini kolaysa.

Eyvah!... Işıklar mı gitti?

Olur mu şimdi ya! Ne güzel anılara dalmıştık. Güç kaynağı ötüp duruyor, kaç dakika dayanır şu mel’un?

Yazdıklarımızı kaydedelim de, yazı güme gitmesin bari!

Bakma bana öyle kalem, tamam anladık işte..

 
Toplam blog
: 70
: 731
Kayıt tarihi
: 30.04.07
 
 

1973 İstanbul doğumluyum. Lise mezunuyum. Evliyim. Bir reklam ajansında çalışmaktayım. Laf o..