- Kategori
- Sosyoloji
Kapılar ve umutlar
Kapılardır, aralandıklarında arkalarındaki ışıkları yüzümüze tutan. Bekleşirdi hep çocuklar ana sütüne hasret gibi kapıların ardında. Ay, karanlığı kovarken gönül bahçelerinden çiğdemleri özlüyorduk. Güneşe hasret yürekler ay ışığını yudumluyordu kana kana. Tatlı esintili seher yelleri yoktu artık. Kapılar hep kapalı duruyordu mıhlanmış bir sandık gibi. Elleri kapı tokmaklarına yapışık doğuyordu sanki bebeklerin. Nasırlaşmıştı artık elleri gönül ülkemin bebeklerinin. Hayatlar ve kapılar…
Çeyizler serilmişti kapı önlerine. Bir gözünde yaş vardı; bir gözünde sevinç… Göz nuruyla alın teriydi gelinlikleri süsleyen inciler yerine. Ve asılmıştı gelinlikler kapıların gölgelerine. Gelinlik kızların atlı prensleriydi kapıların ardında bekleyen. Bekleyecekti son nefesin kısık ve buğulu tınısına kadar. İki beyazın ardındaki dünyalarıydı umutları. Beyazlar ve kapılar…
Gözlerinden yaş yerine kan akıtırlardı anneler kapıların önlerinde. Bitmeyen çilelerinin acı tadı sadece damaklarına değil yüzlerine de yerleşmişti. Kaynayan çorbaları değil yürekleriydi karanlıkların ardında. Yüzlerindeki kırışıklar güz mevsiminin son hatırasıydı ay ışığının ardında kalan. Ve sadece denize dalıp vurgun yemiş denizciler gibi dalıp gitmişlerdi kapı önlerinde. Karanlıklar ve kapılar…
Ve hasret kokan saçlarıyla nineler vardı kapı önlerinde. Buğulu umutların semasına doğan güneşi bekleyen bir yürek. Sadece yüzü değildi kırış kırış olan. Gözlerinin feriydi asıl kırışıklıklarla dolan. Ninnilerin kokusuydu kapıya sinen. Salladığı beşikler eskimişti kapı önlerinde. Hayatının son deminde ayrılıkların savurduğu kar’a dönmüş saçını tarıyordu kapıya karşı. Sevdikleri dizilmişti kapı ardında sanki. Son nefesin soğukluğu bedenini kapladığında o, hep kapıya bakıyordu. Bakışlar ve kapılar…