Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Aralık '13

 
Kategori
Öykü
 

Karabiber

Karabiber
 

Varlık vergisi kapsamında İstanbul’dan Aşkale’ye sevk edilen gayrimüslim zenginlere bile ustalık yapmıştı Nazım…Yol yapım işinde bazen mühendislerden daha bilgili, daha pratik bir yol ustasıydı. Aşkale’den de Ankara’ya gönderilmiş, başkentin bitmez tükenmez yol yapımı, cadde, sokak inşaatlarında ter akıtmıştı. Poturlu, kasketli köylülere yasak olan Çankaya- Ulus arasında göğsünü gere gere dolaşmış, İnönü, Fevzi Çakmak ve Bayar gibi devlet büyüklerini çok yakından görebilmişti.

Zamanla Ankara’nın havası onu sıkmış, Menderes’in iktidara gelmesiyle birlikte Anadolu’da başlayan yol yapım çalışmalarını duyunca Rize’ye dönmüştü. Biraz da kendi memleketi için çalışmak istiyordu. Bu sırada her yerde olduğu gibi Rize’de de hummalı bir yol yapım kampanyası açılmıştı. Daha önce yalnızca sahil bandında ve kazalarla nahiyeler arasında var olan araba yolları, köylere de uzanmaya başlamıştı. Ancak bunun için de yalnızca dozeri işe sürmek yetmiyordu. Daha önce bu işi yapmış, bilgili yol yapım ustalarına ihtiyaç vardı. İşte bu yüzden Nazım aranan adam olmuş, her tarafa yetişmeye başlamıştı.
Yoğun işleri arasında zaman zaman, hala dar bir patikayla ulaşılan köyüne çıkıyor, şu dünyada tek yoldaşı olan anacığıyla hasret gideriyordu.
Bu arada delikanlılık çağı yavaş yavaş geride kalırken, evlenip bir yuva kurma arzusu içinde ukde olmaya başlamıştı. Anacığına kalsa köyde seçip beğendiği bir kızla hemen baş göz edecek, oğlunun mürüvvetini tez zamanda görmüş olacaktı. Ancak Nazım kendisine söylenen hiçbir gelin adayına aldırmıyordu. Çünkü o seçeceğini seçmiş, gönlünü köyden bir güzele kaptırmıştı.
Neden sonra bunu sezinleyen anası manalı manalı gülümseyerek kim olduğunu sorunca Nazım başını öne eğerek:
- Nesrin, demişti. Anası da başını eğip bir süre düşündükten sonra:
- Nesrin’i bilirim, demişti.
- Güzel kızdır, akıllı kızdır. Ocağımıza da çok yakışır ama…
Nazım anasının ne diyeceğini biliyordu ama üstelemeden edemedi:
- Aması da ne ana? Bana mı yakıştıramazsın?
- O nasıl söz oğlum? Sen her şeye layıksın. Ancak demem o değil.
Nazım tedirgin bir şekilde sordu:
- Ya ne?
- O kız İstanbullarda büyüdü. Burnu biraz havadadır. Kimsecikleri beğenmez. Ne kadar isteyeni oldu ama hiçbirine evet demedi.
Birden ikisi de sustular. İkisi de Nesrin’i düşünüyordu. Anasının hakkı vardı. Babası müteahhitliğe başlayınca Nesrin daha bebekken İstanbul’a gitmiş, orada büyümüş, hatta liseye kadar da okumuştu. Neden sonra işleri bozulan aile tekrar Rize’ye dönmüş, güzel bir ev yaparak köye yerleşmişti. Zamanla Nesrin iyice serpilmiş, yedi köye namı yayılan güzellikte bir genç kız olmuştu. Nesrin güzelliğinin verdiği gururu, biraz da ailesinin zenginliğiyle birleştirince kimseleri beğenemez olmuş, uzaktan yakından gelen birçok talipliyi geri çevirmişti.
Her şeye rağmen köyün bütün bekar gençleri Nesrin’e yangındı. Herkesin tek gayesi kendini ona beğendirmek ve sonra da onunla evlenebilmekti. Genellikle evden pek dışarı çıkmayan Nesrin’i görebilmenin tek yolu köy düğünleriydi. Çünkü düğünlere herkes gelir, gençler birbirini burada görerek beğenirlerdi. Her genç kız gibi Nesrin de düğünleri kaçırmazdı. Annesiyle birlikte düğün şenliğine katılır, baş köşeye kurularak edilen horonları seyreder, söylenen türküleri dinlerdi. Özellikle atma türküleri çok severdi. Sabahtan akşama kadar atma türkü dinlese bıkmazdı.
Kemençe eşliğinde bir söz güreşi olan atma türkünün bazen saatlerce sürdüğü olurdu. Bir zamanlar Kırkpınar’da güreşen o efsanevi güreşçilerin günlerce yenişemeyince düşüp ölmeleri gibi artık dilleri dönmez oluncaya kadar atışmaya devam ederlerdi.
Köyün en iyi atma türkücülerinden biri de Nazım’dı. Bunu bilen düğün sahipleri yol ustası Nazım’ı mutlaka çağırmak isterlerdi. O da kimseyi kırmaz, eğer çok önemli işi yoksa mutlaka gelir, atışmasını bitirir öyle giderdi. Nazım türküsünü söylerken kaçamak bakışlarla kızların olduğu tarafa bakar, Nesrin’i görmeye çalışırdı. Bir defasında oldukça yakından görmüş, ancak annesinin dediği gibi kimseyi beğenmeyen o havalı duruşunu sezmekte gecikmemişti.
Zaman geçtikçe Nazım’ın gönlündeki sevda büyüdükçe büyüdü. Artık her anında Nesrin vardı. Onu düşünmeden edemiyor, hayali hiç gözünün önünden gitmiyordu. Ancak o kimseyi beğenmeyen, herkese tepeden bakan o tavırlarına da kızmadan edemiyordu. İstanbul’da büyümüştü de ne olmuştu sanki? Kendisi İstanbul’a hiç gitmemişti ama şu kadar zaman Ankara’da bulunmuş, bütün devlet büyüklerini çok yakından görmüştü. Bir defasında Ulus’taki Meclis binasına kadar gitmiş, nöbetçilerin bir anlık gafletinden faydalanarak içeri girmiş, koca mebusların ateşli konuşmalarına şahit olmuştu. Sonra da elini kolunu sallaya sallaya çıkıp gitmişti. Şimdi bütün bunları yaşadım diye kibirleneyim mi? Herkese yukarıdan mı bakayım? Ne olmuş İstanbul’da büyüdün diye?
Ailesi zenginmiş…Esas zenginlik gönül zenginliğidir. Para el kiri değil midir? Bugün paran varsa yarın meteliğe kurşun atabilirsin. Garantisi var mı bunun? Güzellik dersen, Nazım da fena sayılmazdı. Her bakımdan Nesrin’e yakışabilecek, esmer güzeli yakışıklı bir gençti.
Bütün bunlara rağmen Nesrin’e kızamıyor, onu bir türlü kalbinden söküp atamıyordu.
Nasıl olduysa Nazım’ın bu duyguları Nesrin’in de kulağına gitmesin mi? Anası mı söyledi, her neyse, kız artık her şeyi biliyordu. Ancak çok fazla düşünmeden kendisinden beklenen şeyi yaptı. Bir arkadaşına Nazım hakkında bütün düşüncesini bir çırpıda söyleyiverdi:
- O karabiber mi? Kala kala ona mı kaldık?
………………. ………………….

Köy küçük bir yerdir. Nesrin’in bu lafı çok geçmeden Nazım’a kadar ulaştı. Her sevdalı gibi o da önce bu gelen habere inanmak istemedi. Bir- iki yerden doğrulayınca da derin bir hayal kırıklığı ve sonrasında da uzun bir suskunluk… Niçinli nasıllı sorular…Kaçmak, uzaklaşmak isteği…
Evet, Nazım gidecekti. İçinde kök salmış o güzelim duygular bir sırça köşk gibi bir anda tuzla buz olunca artık buralarda, bu köyde daha fazla kalamazdı. Ancak gitmeden önce de diyeceği bir şeyler vardı. Hem de öyle bir yerde diyecekti ki hiç unutulmayacak, atasözü gibi dilden dile dolaşacaktı.
………………

Araba yollarının çoğalması ve hemen her köye yol gitmesi çayın lehine, mısırın aleyhine olmuştu. Mısır ekim alanları giderek daralırken, yeşil altın çay günden güne genişlemiş, her derede bir çay atölyesi açılırken, önceleri kızılağaç koruluğu ve meşelik olan bayırlar çaylıklara dönüşmeye başlamıştı.
Ancak hamsi ve kara lahana ile birlikte mısır; hala bölgenin temel besin kaynağıydı. Her yılın eylülünde mısır harmanı yapılır, taneleri naylalara kaldırılırken gövdesi harman ateşlerinde yakılırdı. Yaprakları ise hayvanların kışlık yemi için tarlalara öbek öbek yığılarak ‘’ temon ‘’ haline getirilirdi. Düğünler genellikle harman sonlarına saklanırdı. Kız istenirken düğün için ‘’ harmandan sonra ‘’ denirdi.
Bu arada yağmurların hızlanmasıyla yol açma mevsimi de bitmişti. Dozerler garajlara çekilirken Nazım da köye dönmüş, eve kapanmıştı. Cuma namazları hariç köy içine çıkmaz olmuştu. Yaşadığı fırtınaları bilmeyenler buna bir anlam veremiyordu.
Hiç kimse ummuyordu ama Nazım köyde yapılacak ilk harman sonu düğününe davet edilince hemen kabul etmişti. Düğün günü ilk gelenler arasındaydı. Ancak bu defa çok durgun görünüyordu. Horon halkalarına girmesi için yapılan bütün ısrarları geri çeviriyor, kolundan tutup çekmelerine rağmen bir türlü yerinden kıpırdamıyordu.
Nesrin’e gelince, bu düğünü de kaçırmamıştı. Anasıyla birlikte baş köşeye kurulmuş, yine o havalı tavırlarıyla oynayanları seyre koyulmuştu. Ettiği lafla yakıp küle çevirdiği Nazım’ı ta başından beri fark etmemişti ki şimdi görsün.
Horonlar hız kesmeden devam ederken sıra atma türkülere gelmişti. Herkesi gözü Nazım’daydı şimdi. Horonlara hiç girmemişti. Acaba atma türküye de mi boş verecekti?
Sanılanın aksine Nazım hiç tereddüt etmedi. Hemen ortaya atılıp, karşısına geçen türkücüyle birlikte atma türkü yarıştırmaya başladı. Bu defa öylesine duygulu ve içten söylüyordu ki kemençe bile susmuş, herkes kulak kesilmişti. Nesrin de irkilmiş, Nazım’ın ağzından çıkan her kelimeyi soluksuz izlemeye başlamıştı.
Bir ara karşısındaki türkücü de sustu. Belki diyecek bir şeyi kalmamıştı. Bütün cephanesini harcamış gibiydi. Bunu görünce Nazım da sustu. Sonra da son sözünü söylüyormuş gibi etrafına bakındı ve tam karşıda oturan Nesrin’e doğru bakarak taşı gediğine koyuverdi:

Karabiber karadur, dirhemlen satiliyi,
Öyle karda beyazdur, küreklen atiliyi…

Herkes devamını beklerken Nazım da suspus oldu. Yavaşça ayağa kalktı ve etrafındaki halkayı yararak yürüdü gitti.
Bu sırada Nesrin’in hali de perişandı. Nazım sözlerini bitirer bitirmez birden alt üst olmuş, ettiği o laf bütün ağırlığıyla üzerine çokmüştü. Ve Nesrin o yükün altında ezile ezile bir süre daha kaldıktan sonra eve döndü.

…………………. …………………..

Nazım’ı o günden sonra köyde gören olmadı. Anacığı Ankara’ya gittiğini söyledi. Nesrin’de köyde fazla kalmadı. Bir sabah yeni açılan yoldan gelen bir arabaya binerek İstanbul’a doğru yola çıktı.
Bu hikayeden geriye Nazım’ın karşılıksız aşkı ve artık ata sözü haline gelen o atma türkü sözleri kaldı.
Sevda hikayelerini hep mutlu sonla bitirmek isteyenler sonunda birleştiklerini söylediler. Biz de onlara katılıyoruz. Keşke bütün sevdalar mutlu sonla bitse.


 

 
Toplam blog
: 343
: 446
Kayıt tarihi
: 19.02.11
 
 

Marmara Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi mezunuyum. Teknoloji Yönetimi dalında mast..