Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Aralık '13

 
Kategori
Öykü
 

Bu Kış çetin geçecek

Bu Kış çetin geçecek
 

Bu kışın çetin geçeceğini ne dili, ne de yüreği söylüyordu. Gözlerinden anlamıştım bu kışın çetin geçeceğini... Üstü başı paramparça, çıplak ayakla, soğuktan buz turmuş burnu ve kulakları da söylüyordu. "Bu kış çetin geçecek!" diye... Ne kışlar atlatmıştı, bankta, orada, burada, şurada... Kaldırımlar vurdukça bedenine ayaz niyetine, demirden bir yüreğe sahip olmuştu. İşlemez olmuştu yaşadıkları... Mahmut, küçük kız kardeşine üzülürdü sadece. O sapsarı saçları, yemyeşil gözleri yalan mı olacaktı kız kardeşinin? Güzelliği bir mendil parasına mı satılacaktı?

Arabamla geçerken yine rastladım onlara. İnmek üzereyken kapımı açtı, "Ağabey, hoş geldin" dedi, açlıktan nefesi kokmuş, kıpkırmızı elleri, taşlara basmaktan biçare olmuş ayakları ve "Bu kış çetin geçecek!" diyen gözleriyle Mahmut... Söyleyebilseydim ona, aslında sıcak bir çorba içen için de kışların çetin olduğunu... Ben bir zamanlar Mahmut'un yaşındaydım. On altı. Anam patik örmüştü, küçücük boyu erişmezdi Zehramın. Bir tas çorbayı veremezdi Ağabey'ine. Bir gün sandalyeye çıktı, o tabağı almalıydı, Ağabey'ine çorba dolduracaktı ya, dolduracaktı elbet... Ne olduğunu anlayamadık, düştü Zehra'm. Anam feryat figan, yerde Zehra'm, ağzından bir bir süzülen kanlar ketçaptan nefret ettirdi yıllarca. Son bir bakışı vardı ki, sanki evinde onu bekleyen iki çocuğu vardı da, yetişmesi gerekiyordu, "Gitmem lazım Ağabey" der gibi bakıyordu. Gitti de zaten... Çok dayanamadı, anam da gitti ardından, sonra ayaklarımı patik bile ısıtamadı. Düştüm yollara... İstanbul sokakları dar geliyordu, ciğerim yanıyor, ruhum üşüyordu. O vakit ben de anlamıştım "Bu kış çetin geçecek" Ayakkabı boyacılığından, seyyar satıcılığa kadar her işe koştum. Sonunda kendi gözyaşlarımı silmemin vakti geçtiğinde mendil satar oldum. Hepsi ekmek parasıydı ya elbet, alın teriydi.

Terler akardı alnımdan, o kışın soğuğunda, yerde kar, etrafta birbirini ısıtmaktan bıkmayan insanlar, sanki çıplaklar... O derece yanıyorlar, üşütmüyor bile çıplaklıkları. Gerçeklerden uzak, bir o kadar yalın, çıplaklar... Sonra bir gün piyango vurdu yalnızlığıma, gül yüzlü yâre rastladım, adı kadermiş.

Kader bana da güldü yani... Şimdi altımda arabam, yine de hâlâ ısıtmıyor patikler ayaklarımı. Mahmut kestane satar, küçük kız kardeşi soğuktan sapsarı saçlarını beyaz sanır, çünkü boyuna üstüne kar yağar...  Kulakları kıpkırmızı, burnu kıpkırmızı, hissetmez yine de nasır bağlayan ayakları. Ne vakit onları ziyarete gelsem el pençe olur ikisi de, yalnızlığıma ortak edeyim isterim, Mahmut istemez.

Kendi yağında kavrulup, kışın çetin geçeceğini söylemektir isteği... Gururlu çocuktur Mahmut, bir zamanların fakir Tahsin'i; benim gibi... Yoksulluk mu gururlu yapar insanı, insan gururluyken mi yoksul; bilemedim. Sokak lambalarının altından kar sızıyor kaldırımlara, Mahmut kız kardeşi için endişeli...

"Oğlum, gelin evime, olmaz bu böyle. Bak, kardeşin de üşüyor."

"Gerek yok ağabey, sağ olasın. Biz idare ediyoruz. Senin canın sağ olsun, yeter."

Filiz, filizlenmemiş. Yaşı daha on üç. Lâkin gözlerinde yaşını unutturan izler var. Çocuk izi desem, değil, yetişkin izi desem, hiç değil... Gelseler yanıma, yalnızlığımızı bölüşsek ekmek niyetine. Üç simit kapıp, oturuyorum ben de kaldırıma. Kaldırımın soğukluğunu yitirmiştim yıllardan beri, bu kaldırımlar hep böyle soğuk muydu ki? Soğuktu ya tabi... Popom donardı, çaktırmazdım. Sırf üşümeyi unutmak adına cadde boyu tur atar, hareketime bereket katardım.  Parmaklarım soğuktan şişer, bir süre sonra hissetmez olurdu kışın çetin savaşını...

"Eee ağabey, nasıl gidiyor işler?"

"İyi be oğlum, gelsen, yanımda çalışsan... Buralarda olmazsınız, bak kardeşin de..."

Filiz, filizlendiğini kanıtlıyor sanki. Susturuyor bütün çaresiz cümlelerimi.

"Yok ağabey, gerek yok. Biz bu sokağın çocuğuyuz. Bir çocuğu sokağından ayırmak, ondan yaşamını çalmaktır. Kimilerinin sokağı evidir, kimilerinin okulu; bizim gibilerin ise sokakları sokak gibi sokaktır be ağabey... Biz bu sokakta güneşin güneş, karın kar, yağmurun yağmur olduğunu öğrendik. Ben bu sokakta gök gürültüsünü arkadaşım bildim, korkmayı unuttum. Parmak uçlarıma basarak yürürdüm, sırf taşların acısını tabanımda hissetmeyeyim diye... Sonra ona da alıştım be ağabey, basa basa yürüdüm, basa basa koştum. Biz, sokağın hasından kalma çocuklarız. İlişme... Sen bey olmuşsun, bulmuşsun varlığın yolunu, biz böyle iyiyiz."

"Hiç mi amacınız yok bacım? Okul derseniz, gelin okutayım, iş derseniz, gelin daha düzgün bir iş vereyim. Böyle olur mu?"

"Olmaz ağabey, olmaz... Ama herkes sen gibi de olmaz. Bizi sokakta görüp acıyarak bakıp, vicdan örtülerini üstlerine çekenler, çorbalarını içip, sıcacık yataklarında hayallerini göğüsleyenler nasıl olabiliyorsa, bunları yaşamak da bize düşer, olur bunlar da o yanlışlar gibi doğru olur..."

Filiz, aslında filizlenmişti. Ben bir arpa boyu yol kat edememiştim. Zehramın saçı vardı sanki ellerimde, siyah, simsiyah... Filiz'in gözleri dokunuyordu ellerime, yeşil, yemyeşil... Alacaydı hayatım şimdi. "Bana müsaade" deyip kalksam, ayıp olurdu gerçeklere. Biraz daha oturup, soluklanıp, o gerçekleri hazmetmeliydim önce. 

Sonra yüzünü sakallarından hiçbir zaman tanıyamadığım Cemal Dede geldi yanımıza. Elinde kemanı, delik cebinden çıkarıp saydığı günün kârı bozuk paraları... O kemanını çalıyor, halkının onu selamladığı yerden bozuk paraları da ona eşlik ediyordu.

"Ne kadar kazandın Cemal Dede?"

"On lira oğlum, sadece on lira. Üstelik biri parayı atarken, "Gıy gıycı Cemal dedi, çok zoruma gitti. Okusaydım, büyük adam olsaydım, "Usta Cemal, büyük Cemal, beyefendi Cemal derlerdi, öyle değil mi?"

"Bakma sen onlara dedem... Çalsana biraz, kemanın tellerini titret, içimiz ısınsın."

Cemal Dede gözlerini kapatıp, Buruk Acı'yı çalıyorken, gözlerinden bir damla yaş düşüyor Mahmut'un.

"Bu kış da çetin geçecek Tahsin Ağabey"

"Hangi kış çetin geçmez ki?"

"Şefkatli bir çorba içer misiniz?"

Filiz, sorduğu sorudan sonra ilk kez gülümsüyor. 

"Şefkatli bir çorba mı?"

"Evet ya ağabey..."

"O nasılmış?"

"Dostluk be ağabey... En şefkatli çorba, dostluktur. Ama saf, içine riyanın katılmadığı... Çal Cemal Dedem, Buruk Acı gönlümüze dert ortağı olmuş, sen bu on liranın fazlasını hak ediyorsun ama , sokak çalgıcılarının adı hiçbir zaman sanatçı olmamış... Devir böyle neylersin dedem..."

Filiz, filizlenmiş. Başka bilmişim. Ürkek, yabani, Mahmut'un dizinin dibinde sadece üşümeyi bilen, gözlerinde üşümenin filizlendiği bir Filiz... Bey oldum ya ben, adam oldum ya ben, hâlâ buralarda sokağın tozunu yutar, kardan adam düşlerinden çalarım dostlarımın... Cemal Dedem keman çalmış, çok mu? 

Cemal Dedem kemanını bıraktığında yüz lira sıkıştırıyorum cebine. Utangaç bir tavırla sergiliyor teşekkürünü, "İkiyüzlü insanların yanında, sana verilen bir yüzlüğün lafı mı olur dede? Gelseniz ya, yanımda temiz bir sayfa açsanız... Bir gelin, bir görün, eğer istemezseniz, dönersiniz."

Sonunda ikna ediyorum onları. Yalnızlığımın ölçüsünü aldım, bir tabutluk yeri var sanmıştım, üç kişi sığdırdım yanıma...

Bahçesinde havuz olan evime, havuz problemlerini ekler gibi baktılar. Yedirdim, içirdim, yatırdım, ertesi sabah için bir karar verilmesi gerekiyordu. Benimle bir yaşam kurmaları, ya da kendi sokaklarının sokağında ömürlerinin peşinden koşmaları...

Arabanın kapısını açıyorum. Baştan aşağı süzüyor, bir hışımla arkaya biniyor, kız kardeşini ve dedesini alarak... 

"Sağır mısın be adam? Sana sesleniyoruz sabahtan beri, dalmış gitmişsin!"

"Afedersiniz..."

"Afedersiniz Mahmut Bey diyeceksin."

"Dede'ciğim, bütün şoförler böyle midir?"

Arabanın içinde kahkaha atıp, beni süzüyorlarken, daha fazla dayanamayıp, anahtarı teslim edip:

"Evet, daldım, gittim, ben sizin gibi varlıklı, siz benim gibi yoksul olsanız ne yapardım, ne yapardınız diye düşündüm. Bende insanlık her zamanki gibi boldu, siz yoksulken insandınız. Bu durumda varlıklı olsam dahi insan kalırdım. Lâkin siz varlıkta bile insan olamamışsınız. Denedim, gördüm. Filiz, filizlenmişti. "Bu kış çetin geçecek" diyordu Mahmut, şimdi ise kışın soğuğunda bir kedinin günahını örtmeye yetmiyor günahları... Ben kedi, kedinin ciğere baktığı gibi baktım hayatınıza. Havuzunuz havuzum, olmayan insanlığınız insanlığım oldu. Lâkin, para bazı adamları hâlâ adam kılarken, bazılarını insanlıktan çıkarmaya yetebiliyormuş. Allahaısmarladık Mahmut Bey, ben anamın ördüğü patik dolu evime, Zehramın bana veremediği çorbama koşuyorum. Her şeyin dışında gerçek olan tek şey ikisiydi. Size de varlığınızdaki yokluğu göremediğiniz için diyecek söz bulamıyorum Cemal Bey. Kemanınızdaki sesi susturdunuz, yüreğimdeki nağmeleri öldürdünüz. Şu sokak lambasının ezberlettiği karı ziyan ettiniz arabanızın lastiğiyle. İzinizi bıraktınız nankörce. Ben, anamın ördüğü patiğime, Zehramın veremediği çorbama koşuyorum. Siz de insanlığınıza koşarsanız bir gün, yer değiştirmek zorunda kalmayız belki. Zengin ama insan, fakir yine insan oluruz... Allahaısmarladık, susan yalnızlığınıza da iyi bakın, haydi eyvallah..."

Kaldırımlar, karda izimi belli ederken ben, şarkı söylüyorlar. Sözde bey oldum ya ben, adamlığım hâlâ bakidir... Sözüm adamlığı bilmeyenedir... 

Dilâra AKSOY

http://www.twitter.com/merhabaomrum

 

 
Toplam blog
: 196
: 226
Kayıt tarihi
: 03.01.13
 
 

     1989 doğumlu, İstanbul Üniversitesi Felsefe mezunu. 10 yaşında şiir yazarak başladığı kalem ..