Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Şubat '11

 
Kategori
Deneme
 

Karanlık oda

Karanlık oda
 

Bir hikayeden ilham alınmıştır 

Dört tarafı kapalı karanlık bir odada uyandı kız. Düne dair hatırladığı şey güneş ve insan yüzleriydi. Elleri zincirliydi günahlarına. Hataları yüzünden çıplaktı. Böyle de olsa sevileceğini sanmıştı. Panik yapmadan sadece dinledi. En fazla onu öldürürlerdi. Bunu defalarca istediğini düşündü. Bu kadar yakınken vazgeçmezdi. 

Kaç kez gelmişti bu odaya. Bu üçüncüydü sanırım. Falakasını yeyip, evine dönecek (tabii hala bir evi varsa), aydınlıkta da olsa işgence görmeye devam edecekti. Mıhlanmıştı çünkü o. Uslanmıştı halbu ki. Yine de onu kimse dinlemedi. 

Yanlış zamanda yanlış varlığa, tüm yanlışlığıyla bağlanıp adını bile koymadan doğan şeytanlarının bedelini ödüyordu hala. Sanki bir bedel olan çıplaklığı yetmişyormuş gibi hayat ondan daha fazlasını istiyordu. Bir darbeden hemen sonra bir darbe daha; darbeler gittikçe çoğalıyordu. Ruhu iyileşmeden bir kez daha beden oldu ucu sivri iğnelerle kaplı zincirlerin arasında. Dostla düşman kavramının arasındaki o ince çizgi kalktı. Kendisi de dahil herkes düşmanı oldu. Ağladı, zayıflıktı ama yine de ağladı. Karanlıktan korkmuyordu, hayır. Öfkeden korkuyordu. 

Bu her zaman böyleydi; nedenler yerine kendinden nefret ederdi. Tüm zararı yine kendine verirdi. Yorgun düştü. Ayağa kalkmaya çalıştıkça düştü. Her düşüşünde ölmek istedi. 

Daha ilk gelişiydi bir temmuz gecesi. Tercih ediliyordu başka yüzlere. Sandığı gibi çıplaklık bedel olmuyordu sevilmeye. Anlamadı. Anlamaz. Anlamak istemez çünkü. Öyle okumuştu kitaplarda; yıkarsa tabuları, kaybederse 'değer'ini bir daha geri kazanamazdı. Kaybetmemeye çalışırken 'değer'ini, kendinden oldu bizimki. Bu da ikinci gelişine tekabul ediyordu.Bir eylül sabahına. Hatırlamıyordu bile o sabah kimdi neydi ve ne olmuştu. 

Bu odadan her çıkışında hafızasını kaybediyor. Kendine yeni bir hayat kurmaya çalışıyor fakat yine başarısızlıkla geri dönüyordu. Her odanın bir ismi vardı. Gittikçe acışı şiddetlenecek işgencelerle dolu. Bu yüzden keşke hatırlasaydı da ilk gelişindeki odanın adını hep gidip o hatayı bulsaydı. 

Tam bunları düşünürken bir ışık hüzmesi süzüldü içeri. Ona vurmadı. Hak etmiyordu ışığı. Işıkta sevgi vardı, merhamet, sabır, inanç, mutluluk, anlayış... Işık büyüleyiciydi, erişmek için taklaların atılcağı oyunların oynanacağı ama hiç bir zaman erişemeyeceği kadar. İlki falakaydı cezasının, ikincisi kırbaç... Oynadığı tek oyunsa saklanbaç. Işık saklanıyordu ve o, vücudunu delik deşik etmeden bırakmak istiyordu oyunu. 

Şarkı bile dinleyemiyordu; nefretinden. Uyumak istiyordu; kederinden. Bulamıyordu acıdan zevk alacak bir neden. 

 

 
Toplam blog
: 58
: 402
Kayıt tarihi
: 06.04.10
 
 

Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi Mezunuyum. ..