- Kategori
- Deneme
Karma
KARMALARIMI KIRDIM, YENİDEN KARDIM, DAĞITTIM VE YEPYENİ BİR BEN OLDUM.
Evet, çokçana yazdığım gibi hüzün de gerçektir. Ve daha geçen hafta motosikletim çalındı ve çok zor kazandığım paralar buharlaşarak yüreğimde acı bir his oluşturdu.
Evet, bırakmıyor karmam, negatif üstüne negatif yıllardır! Kemal abimi de kaybettim, en yakın akrabamı kaybettim. Doğrudur; uzun yıllardır bölük pörçük görüşüyorduk ama o her zaman benim Kemal abim olarak oradaydı ve artık yok!
Geçmişe uzanan bir yolculuk yaptığımda İstiklal Caddesinde enseme esen rüzgarla birlikte Aşık Veysel’in CD formatında ilk “best of”u çıkmış ve Beyoğlu Pasajından çalıyorlar: “Uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece”. Ben askerim ve babamla iletişimim neredeyse yok gibi ve yine kavga etmişiz -aşık olduğum kızdan ayırmışlar beni (sadece aşık da değildim, hayatımdaki kankimdi o benim)- ani bir kararla kulağımı deldirmek üzere Beyoğlu Pasajına dalıp deldirttikten sonra bir nebze rahatlıyorum çünkü babam en çok küpeden nefret ediyor! Yine de gözüm yaşlı, çiş yapmak üzere tuvalete giriyorum Beyoğlu Sinemasının ortak tuvaletine. Çıkışta “şşşşşşt” diye bir ses, “otur yanıma” diyor. Hıçkıra hıçkıra ama sesizce ağlamaya başlıyorum oturtulduğum yerde. Sessizlik bütününde yaklaşık bir saat geçiyor. İnsanlar tuvalete girip çıkıyorlar ve ben sessizce ama içimden bağırarak ağlıyorum. Belki de hayatımda ilk defa birinin yanında ağlıyorum. Oysa çocukluğumdan beri duygularımla yalnız bırakılmış biriyim. Yo hayır, daha sekiz ay önce ağlayarak onunla öpüşerek ayrılmıştık; salya sümük ağlayarak öpüşmüştük ayrılırken bir saat boyunca. Gerçekten söz söylemeye enerjim yok; yapayalnızım çünkü o yok artık hayatımda! Evet, biliyorum; yıllarca da yoktu ama onu bulmayı başarmıştım. Ve yalnızlığım YOK olmuştu hayatımda ilk defa.
Kemal abi(ağabey); “şimdi git sonra yine gel” dedi. Hiç konuşmamıştık; kimdi, niye beni yanına çağırdı, niye gittim? Kemal Karadeniz’in masmavi gözleri, bembeyaz saçları vardı. Beyazdı saçları ama daha kırklarındaydı. Bir Karadenizliye göre güzel bir burnu, kendine has herkesin fark edebileceği tatlı ve muzır denilebilecek bir enerjisi vardı. Ben ise Raskolnikov tarzında toplumla ilgili sorunları olan yalnız bir karakterdim. Evet, yıllarca Cem Yılmaz gibi hayata karşı başarıyla rolümü doğru dürüst oynamadım değil ancak bu boktan toplum sevgilim ile beni ayırmak için mıçını yırttı. Kız bir yıl evlilik geçirmiş, kız değil dul yani kadın, ben ondan 4 yaş küçüğüm; yani kadın değil başka bir şey beni ayarttığı için. Oysa evlilikte cinsel problemleri yüzünden boşanmış bakir bir kız karşımdaki. Yani, özcesi, her şey o kadar saçma ki; tıpkı film gibi, tıpkı dalga geçer gibi! İstemedikleri kız tip olarak annemin kopyası, halası teyzemin Samsun’dan kankisi, yüksek uçak mühendisi ve beni ayartacak kadar “şehvet düşkünü” kötü kadın!
Karmamın bozulduğu an ondan ayrıldığım an. O günden sonra hep her şey, şansım, kötü gitti.
Bir daha öyle sevmedim, sevemedim, sevmek mümkün olmadı. Yine de hayatı sevdim, sevmeye çalıştım, inandım, inanmaya çalıştım. Her öğrendiğim yeni bir bilgi, beni biraz daha hayattan uzaklaştırdı. Ben Hz Ali gibi iyi insan olmayı hedefleyerek yaşadım. Yaşadıkça İsa’nın çilesine benzer olaylar yaşadım. Karma Marma kalmadı. Sürekli ötekileştirildim, keskinleştirildim. Farklı olmamın bu kadar sorun olması, sorun yaratması, zekamın bu kadar eleştirilmesi, fikirlerimi hayatta uygulamak için sürekli savaşmam, karma mı bıraktı bende?
Evet doğrudur; evreni bir bilim adamı edasıyla sorgulayarak yaşıyorum. Bir işi, yapışı, en iyi yapmak için uğraşıyorum. Bunun neresi ayıp?
Bu sabah kartları yeniden karıp dağıttım ve kendime yeni bir karma yarattım. Ben yaptım, ben yarattım, ben yaşayıp, ben mutlu olacağım. Bu yaşam bana ait!