Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Kasım '12

 
Kategori
Güncel
 

Kasım ayı, İstanbul'un en şirin ayıdır

Kendiliğinden değişmedi mevsimler... Biz insanlar eliyle değişti mevsimler... Kürelik ısınma dediğimiz, iklim değişimlerinin müsebbibi de biz insanlarız. Borsa, endeks, emtia, petrol!... Herşey bunlara endeksli... Paralar, külçe külçe altınlar, çuvallar dolusu döviz bir cepten başka cebe uçup (!) konduğunda ve petrol savaş nedeni olduğunda "piyasa" denen ve ne olduğu kitlelerce anlaşılamayan bu canavar, hop aşağı ve hop yukarı hareket etmekte. Dünyanın ağacı kesildiğinde ve sayısız can öldürüldüğünde ise, bu "piyasa" denen zebaniye birşey olmamakta.

Kesilen, yanan milyonlarca ağacın; kirlenen havanın, suyun, toprağın, yarı aç yarı tok veya hepten aç milyonlarca insanın borsaya, petrole, emtiaya etkisi olmuyor...

İnsan donakalıyor bu durum karşısında...

Ne Güneş, ne ay, ne bulut, ne ağaç, ne su, ne de hava; hiçbirinde tat kalmadı...

Sadece İstanbul'un iklimini her gün, bizler de kayda geçsek, birkaç yılın sonunda bir genellemede bulunabiliriz. Her ilimiz için de bunu yapabiliriz.

Son yıllarda iklim bakımından şunu ayrımsadım, İstanbul'umuz için: Nisan aynda üşümememiz gerekirken üşüyoruz, ısınma araçlarımız için enerji maddesi tüketiyoruz ve epeyce yakıt parası ödüyoruz. Mayıs ayında da üşüyoruz. Hatta bazı yıllar, Haziran ayında da üşümekteyiz. Apartmanların kuzeye bakan ve İstanbul'un kuzey rüzgarlarına açık olan evleri soğuk olmakta, hasta, yaşlı ve bebek olan bu konumdaki evlerde bu ayda da yakıt tüketilmektedir.

Temmuz ayının ikinci haftası gibi kızgın Güneş, İstanbul'u yakmaya başlar. Nem oranı yükselir. Hiç bir iş yapmadan, evlerimizde, oturduğumuz yerde terlemeye başlarız. Dayanılması zor bir durumdur bu...

Ağustos ayında da aynı çekilmez iklim kendini hissettirir. Belli saatlerde evden çıkmak risk oluşturur. Her adım atışımızda artan miktarda ter içinde kalırız. Yolculuk tam bir eziyet halini alır. Otobüs duraklarında beklemek, otobüslerin birkaç dakikadan fazla yolda durması, pencerelerden içeriye bir an olsun rüzgarın girememesi, otobüsün içini nem ve sıcaklık bileşiminden hamama dönüştürür ki, bu hava ortamı insanı canından bezdirir. Yolcular da tahammülsüzlük başgösterir. Şoför bunalır... İçeriden homurtular olur... Ayakta olan yolcunun durumu ise tam bir çile olur...

Son yıllarda Eylül ve Ekim ayları, İstanbul'da yaz ayları gibi geçti; aynen Temmuz ve Ağustos ayları gibi sıcak, nemli, terleten, bunaltan bir hava hakim oldu. Kasım ayı da bir önceki yıl ve bu sene, bu günün akşamına kadar sıcak geçti.

İstanbul'da Eylül ve Ekim'de bahar günlerini, hatta yaz havasını yaşadık. Kasım ayında da üşümedik.

Kasım ayı, İstanbul'un en şirin, en hoş, en coşumluk ayıdır...

Bu ayda nem olmaz, dolayısıyla her adım atışımızda terlemeyiz.  Yanımıza ceket, kazak, yelek alsak bile, çoğu gün elimizde taşırız. Arabalarda terleyip sırılsıklam su içinde kalmayız. Yağmur yağar korkusuyla elimize aldığımız, çantamıza koyduğumuz şemsiyelerimize de ihtiyaç duymayız. Sadece taşıma zahmetinde bulunuruz. Yazlıklardan, köylerden dönüp geliriz bu ayda...  Tarımla geçimlik elde edenlerin; yazın çok çalışmak zorunda kalanların aksine, biz şehirli insanlar yeniden  çalışıp kazanç elde etme telaşına düşeriz.

Kasım ayında İstanbul'u gezmek iyi bir tercih olur; yakmayan Güneş, terletmeyen nem; bu şehrin tüm güzelliklerini doya doya yaşamamızı sağlar.

Ağaçların yaprakları bir başka güzeldir İstanbul'da, bu ayda...

Kalabalıklar...

Deniz kokusu... Sahiller...

Tepeler, parklar, çay bahçeleri...

Kasım ayında, İstanbul'da, tam bir ay boyunca gezmenin şansını elde edenlere ne mutlu!.. Kasım ayında dört mevsim birden yaşanır, kar yağmasa da... Yüksek tepelere kar da yağdı... O zaman bu sene, bu ayda dört mevsimi yaşadık...

Bir de bu güzel şehrin acı gerçekleri var...

Bu şehir bu kadar mı dolmalıydı; arabalarla, binalarla, yollarla, insanlarla!..

Gülmeyen, eskisi kadar güven vermeyen insanları; içimize işleyen korkuları, endişeleri, demir kapıları, merakla beklenen çoluk çocuk, eve geliş saatlerinde geç kalmalarda yaşanan aşırı tedirginlikler...

On yıldan fazla zamandır ki, beklenen büyük deprem, demoklesin kılıcı gibi İstanbullunun tepesinde asılı durmakta...

Binaların yüzde sekseni çürük... Birçok okul, devlet binası ya yıkılıp yeniden yapıldı ya da güçlendirildi. Demek ki biz de, devlet binaları, üç aşamadan geçiyor: Binayı yap!.. Depreme dayanıksızsa yık!... Yıktığın binayı yeniden yap!.. Yap, yık, yap yöntemi...

Yediden fazla oluşacak bir depremde binaların yüzde sekseni yıkılacak. En az 35 bin kişi ölecek, deniyor; ama bu sayıdan çok fazla ölüm olur, Allah korusun...  Nüfusu beş milyonu geçmemesi gereken şehir, neredeyse yirmi beş milyondur. İstanbul'un nüfusunun tam bilindiğine inanmak zor...

Ve yirmi bin yerde yangın çıkacak. Bu yangınları, kim, nasıl söndürecek. Çıkan büyük fabrika yangınlarını bile zor söndürmekteyiz. Konu bu fabrika yangınlarına gelince; bende şöyle bir kuşku var, fabrika yangınlarının sabotaj olabileceği ihtimali... Bu dikkate alınmalı... Depremden sonra çıkacak olan çok sayıda yangın, felaketin üzerine felaket ekleyecek.

Milyonlarca evsiz, barksız İstanbullu ne yiyecek, ne içecek, nerede ve nasıl barınacak?!..

Hastaneler yıkılacak. Yaralılara nasıl müdahele edilecek?!.. Yollar, sokaklar molozla dolacak, adım atılamayacak...

Bunca rahmetli nerede toprağa verilecek?!..

En az üçte biri park, bahçe, koru, orman, ağaçlık, meyvelik, tarım alanı olması gereken İstanbul'un, yüzde biri bile böyle değil...

Son on yılda hiç olmadığı kadar binalar yapıldı İstanbul'a...

Arabalar çoğaldı...

Binalar cephe giydirmeli ki, hem günlük sıcaklığı arttırmakta ve hem de can güvenliği bakımından sakıncalı. Beton binalar demir profiller ve kapkalın camlarla kaplanmakta... Çok süslü ve çok yüksek olan bu binalar, dünyanın neresinde yapılırsa yapılsın, sonu pişmanlık olacaktır. Bir de, eski ve yeni denmeden binaların mantolanması var, bu da ne kadar doğru bilemem...

Tamamlanmayan, çirkinlik abidesi olan, çok sayıda da inşaat var İstanbul'da...

Depremi de yazdık ve yineleyelim: Kasım ayında İstanbul'da olmak güzeldir...

Dört mevsim yaşanır bu şehirde, bu ayda...

Dört mevsimi bir ayda yaşamanın tadı başkadır...

Son yazı bitti bu ayın, bugün...

Yarın sabahtan itibaren üşüyeceğiz, epeycemiz hasta olacağız...  Yanacak kaloriferlerimiz... Bir baharı daha huzur ile karşılamak, yaşamak ve daha nice baharları yaşamak nasip olsun hepimize...

Şehir hatları vapurlarındaki çayların tadı, eskisi gibi olmasa da, siz, gene de için, boğazın esintisini ekleyin ümitlerinize...

Gelecek yılın Kasım ayında İstanbul'a merhaba diyebilecek milyonlara selam olsun...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 323
: 2029
Kayıt tarihi
: 04.09.06
 
 

Yaşanan her hayat en iyi hayattır; yeter ki içinde kötülük olmasın!.. ..