Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ekim '11

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Kayaköy köy kahvesi

Kayaköy köy kahvesi
 

Mehmet ERBİL: Köy kahvesi önündeki kuyu


Ulu bir çınar. Asırlık. Gölgesi çok serin. Hemen yanı başında bir kuyu var. Kuyunun üzerinde su çekmeye hazır bir kova. Yepyeni. Tarihine uymuyor ya, olsun; yine de o günleri anımsatıyor. Kahvede oturmuş sohbet eden, vakit geçiren Kayaköylüler, mutlu insan portreleri çiziyorlar. Çoğu yaşlı. Yüzlerinde harcanmış, yitip gitmiş zamanların izleri var. Bu derin izlerde, derin olduğu kadar anlamlı yaşam öykülerini de görebiliyorsunuz.

 

Çok refah içinde bir yaşam olmasa da, temiz hava, bol oksijen, az da olsa çalışmanın verdiği dinçliği, diriliği hemen fark ediyorsunuz.

 

Onlara kahvenin bir köşesinde duran, geniş bir gölge sunan çınarı sordum. Sorarken boş bulundum; “Yüz yıllık var herhalde?” dedim. Dibinde oturan amca, ”Ben yüzyıllık oldum. Bu çınar kendimi bildim bileli burada böylece durur! Belki üç yüz yıllık var!” diye ekledi. Haklıydı.

 

Anadolu çınarları böyleydi işte. Ağır ve görkemli bir şekilde meydanı dolduruyordu. Kocaman gölgesinde, efil efil esen rüzgarın sesinde biriken haz dalgaları kucaklıyor sizi. Oracıkta oturup serinlemek, bir bardak çay yudumlamak isteyecek canınız. Zamanım yok demeyin, bir deneyin. Göreceksiniz ta yukarılardan, yamaç evlerden savrulup gelen mis gibi çay kokuları sarıp sarmalayacak sizi.

 

Bence bir deneyin. Denemeye değer.

 

Hemen kahvenin önünde yer alan bir kuyu var; oradaki amcanın söylediğine göre “Horasan” yapı sistemi ile yapılmış. İçi taşla örülerek oluşturulmuş, taşların üzeri yumurta akıyla karılan sıvayla sıvanmış. Kuyunun ağzındaki taşlarda, köylülerin yüzlerindeki gibi, ötelerden gelen, o günlerin yaşamlarından kalan çok derin izler var. Kim bilir, kovayı çeken ip, kaç yüz bin kere, kaç yüz milyon kere inip çıktı bu kuyuya? İnip çıkarken de sürtüne sürtüne derin izler oluşturdu, akıp giden o zamanları görelim diye o çizgilerde. Çekilen su damlacıklarını, yeşeren, canlanan yaşantıları sezelim istedi. Mermer bile kuyuyu koruma görevini üstlenirken, zaman denen törpüye direnmiş ne var ki yenik düşmüştü. İşte bu nedenle çok derin izler oluşmuştu. İzleri görüp irkilirsiniz. Kısaca o günlerin derin izlerinde kilitlenip kalır gözleriniz. Bir süre kopamazsınız o izlerden, bu kez izlerde sorgularsınız o günlerin zorlu yaşamlarını.

 

Sonrasında; o izlere takılan gözleriniz, kuyunun karanlıklarına dek inmeye çalışsa da bir noktadan sonrası kapkaranlıktır. Bu karanlıklar tarihin karanlıkları gibi yitinir (kaybolur) kalır usunuzda.

 

İşte esas o zaman donup kalıyorsunuz orada. Zaman duruyor, düşünceler duruyor, o geçen günlerin geride bıraktıklarına doğru akıp gitmek istiyorsunuz. 

 

O noktada kördüğüm oluyor, düşlerle gerçekler. Tıkanıp kalıyorsunuz ve de zaman sizin için bir süre duruyor, zaman kilitlenip kalıyor o kuyunun karanlıklarında.

 

Yardımınıza tam zamanında çırçirik (ağustos böceği) sesleri yetişiyor. O sesler de olmasa tıkandığınız düşüncelerde boğulup kalacaksınız. Neyse ki çırçirik sesleri yaşamın sürdüğünü anımsatıyor da, uyanıyorsunuz, düşünceleriniz berraklaşıyor ve de bakışlarınız yeniden yaşadığınız güne dönüyor.

 

Anlıyorsunuz ki, geçen geçmiş, olan olmuş ve burada önceleri gibi olmasa da yaşam sürüp gidiyor.

 

 

Mehmet ERBİL 

www.mehmet-erbil.tr.gg

 

 
Toplam blog
: 63
: 729
Kayıt tarihi
: 29.09.11
 
 

Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi-Yüksek Lisans Resim-19 kişisel Resim Sergisi Yazı..