Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Mayıs '07

 
Kategori
Anılar
 

Kayıp ve suçlu... (1)

Kayıp ve suçlu... (1)
 

Anlatabilir miyim?... Bilmiyorum…

Yazabilir miyim? Bilmiyorum… Yazmak zorunda olduğumu biliyorum, sadece o kadar.

Web de uzun yazılar okunmaz; kısa bir yazı da onu anlatamaz…

Sadece ona karşı olan borcumu ödemek için değil; birlikte yetiştiğim; ancak hemen hemen tamamı bir tarafa savrulmuş ve yıllardır yüzlerini dahi görmediğim; göremeyeceğim; kısa süren yaşam öykülerini yazamayacak olan ona ve diğer arkadaşlarıma borcumu ödemeliyim.

Onun hiç arayanı olmuş mudur? Sanmıyorum. Yolunu gözleyeni, onun için gözyaşı dökeni? Sanmıyorum. O’nun ona acıyanı çoktu; biliyordu; bu duygunun acınan insanda yarattığı biraz minnet duygusu, biraz boyun eğmek, "acınacak insan profili" çizmek, acıyan insana karşı zayıf pozisyonda profil vermek yabancı olduğu duygulardı; biliyorum. En belirgin özelliklerinden biriydi "dik ve dikine durmak"; bu özelliğini hiç yitirmedi.

Kendimi ona karşı hep borçlu hissettim; ama onu hiç yakınım gibi hissetmedim.

1968 veya 1969 yılı olmalı, ilk hatırlayabildiğim anılarım o yıllara ait çünkü. Öyle sanıyorum. Öğle uykusu sonrasıydı, imtiyazlı bir çocuk olarak gördüğüm ilk ve son görüntüsü o olmalı; Ayşe Anne’nin kucağında ve iki eliyle sıktığı naylon bebeğiyle, biraz ürkek, biraz sert iri siyah gözleriyle bize bakıyordu; onu ilk ve son kez kıskandığımı anımsıyorum.

Sizin hiç kıskananınız oldu mu? Onun hiçbir zaman kıskananı, kıskanılacak anı olmadı; biliyorum. O kıskanmış mıydı? Muhtemeldi, ancak hiç dillendirmedi, çok uzağındaydı; kıskanmak; potansiyel olarak ulaşabilme, yapabilme umudunu da içeriyor olmalı; onun kıskanılacak hiçbir avantajlı durumu olmadı; hiçbir zaman… Umudu da…

Altımızı ıslattığımızda horlanır, azarlanırdık; en çok horlananımız, azar işitenimiz o olmuştu; anımsıyorum. Umursar mıydı? Umarsız olmanın kendini korumanın en iyi yolu olduğunu o yaşta keşfetmişti; umarsız olmak sanıyorum sık kullandığı en iyi silahı olmuştu; başka savunma silahı yoktu; en azından beş yaşında keşfedebildiği ve yaşamı boyunca en sık ve en iyi kullandığı savunma silahı oydu.

Hep mesafeli durdum; korkuyla karışık bir mesafe; uzağımda değildi; ama en yakınımda da. En sevdiğim arkadaşım değildi; en sevdiği arkadaşı olduğumu sanıyorum. Kavgalarımızda hep onun galip geleceğini bilirdim; galip geldiği hiçbir kavgamızı anımsamıyorum; anımsadığım hep "pat" durumundaki kavgalarımızdı. Fiziki olarak çok güçlüydü; gücünü güçlülere karşı inatla harmanlayarak kullanmaktan korkmazdı. Herkes, hepimiz oluşan güç dengeleri içinde oluşan üç gruptan birine yakındık; grup içinde korunmaktaydık, fakat grup liderlerine karşı boynumuz büküktü; O tek başınaydı; fakat başı dik ve başına buyruk… Dik durmak genlerinden gelen bir özelliğiydi sanki…

Anımsıyorum, başka bir ülkede olsa, eğitimci olarak dahî görev yaptırılmayacak olan müdür, eli kaşındığında çıktığı teftişlerinden birini yapıyor; yatakhaneden uykulu gözlerle kahvaltı salonuna gelen bizlerin gözlerine bakıyor; bazılarını kenara ayırıyordu. Biliyorduk bugünün çürük elmalarıydılar; bilmediğimiz ve merakla sonucunu beklediğimiz, niçin ayrıldıkları ve hangi âkibetin onları beklediği idi. Öğrenmemiz uzun sürmez, merakımız tahrik edilmezdi.

O da müdürün ayırdığı çürük elmalar arasındaydı ve umrunda da değildi. On sekiz basamaklı merdivenlerin önünde içtimaya durduk. "Çürük elmalar" da merdivenlerin sahnesinde sıraya dizildi. Onlar yüzlerini yıkamadan kahvaltı yapmaya yeltenmişlerdi; gözlerimiz yalan söylemezmiş ve onların gözleri müdüre yüzlerini yıkamadığını söylemiş!... Öğrenmiştik. Oysa o da söylerdi sorsaydı eğer; yalan söylemeye hiç yeltenmemişti; kendini korumak için olsa bile…

Yüzlerini bizim karşımızda yıkayacaklardı… İçeriye gitti ve elindeki metal sürahi ile döndü müdür; yüzlerini yıkatacaktı… Ancak kimse avucunu açmıyordu; Kimse avucunu açmıyordu; çünkü su çay yapmak için kaynatılmış kazandan alınan kaynar su idi. Ağlamak, yalvarmak müdürün yüreğini yumuşatmaya yetmiyor, müdür hiddetle avuçlarını açmaları için bağırıyordu. Avucunu açmayanı bu kez tekme ve bilekten destekli avuç içi yumruk karışımı şiddet bekliyor; tekme ve destekli avuç içi yumruğu yiyen, on sekiz basamaklı merdivenlerden yuvarlanarak yanımıza geliyordu. O mağrur duruşunu hiç bozmadı, hiç titremedi ayakları; sıra kendisine gelince avucuna doldurulan kaynar suyu hızla yüzüne çarptı; acıyla çığlık attı, ama yerinden de bir adım öteye gitmedi; yüzü yanmıştı. Bu kararlı tutumdan, ve ortaya çıkan yanmış yüz, soyulmuş ten görüntüsünden olsa gerek; şiddet gösterisi bitmişti.

Günlerce umursamadan yanık yüzüyle dolaştı ortalıkta; ve henüz sanırım on yaşındaydı…

Resim: http://membres.lycos.fr/chasseursdereves/liens_sommaire.htm sitesinden alınmıştır

 
Toplam blog
: 12
: 690
Kayıt tarihi
: 23.04.07
 
 

Akdeniz Üniv EYO, İnönü Üniv. Egitim Fak. mezunuyum. Hacettepe Eğitim Fak. yüksek lisans eğitimimi a..