- Kategori
- Felsefe
Kedi kuyruğu
Adam balkondan meydana bakıyordu...
Zihni meşguldu ama gözleri hemen seçti:
Saydı: dört kız çocuğu dileniyordu.. Bir iricesi 'ya ana ya da kardeş' ise, erketeydi.
Zihni kaydı: döndü salona yaşındaki ikiz bebelerine baktı; "ya onlar da aynı durumda olsalardı?"..
Hemen kendini topladı. Bu yoksulluklar olmasın diye genç ömrünü adadığı toplumunun güzel yarınlarını düşlemeye daldı.. (kendi ve başkalarının çocuklarının) kaderlerini daha büyük denkleme koydu: Nasıl da soyuldu, kandırıldı, el kapısına muhtaç, yurdunda duçar kılındı şu soylu halk, diye bin şimşek düşüncelerle balkon penceresinden yana döndü...
İşte Paris'in arabaları Ankara'nın sokaklarında ve Afganistan kadar yoksul çocuklar canlarına takla attırarak onların aralarında dolaşmaktaydı. Yine çocuklar değil miydi Filistin'de, akranlarının üzerine "ölüm" yazdıkları ve kendileri de birer baba olan pilotların attığı bombalarla ölen ya da sakat kalan...
Dünya buydu anlaşılan.
Çocuklarına merhametten yoksun bir genel barabarlık... Çocukları, insan soyunu sürdürme refleksinden bile ilkel bir cinsel angajmanın ürünleri nesneler haline getiren devran buydu demek...
Aşağıdaki meydan da bunu söylüyordu zaten...
Meydanın bir yanı Milli Kütüphane, karşısı bakanlıklardı...
Hani aşı yoksunu bebelerin kitaplardan önce sapanlarla tanışdığı bu ülkede, kamunun ve özelin görkemli binalarının gecekonduların arasında birer arajman çiçeği gibi yükseldiği bu memlektteki manzaralardı, işte!
Adam, bu kez önce göğe baktı; çok sevdiği Allah'ına "bu yoksulluğu çıkar hayatlarımızdan" diyesi geldi...
Sonra kendi yoksulluklarını, borçlarını, açlığa yakın günlerini anımsadı...
Çevirdi yüzünü gökten, indirdi gözlerini meydana bir kez daha: Dilenci çocuklar oradaydı!
Sahne tamam'dı...
Derken bir siren... Belli ki polis sandılar; o çocuksu yüreklerine bir korku saldı. Kaçar gibi yaptılar. Kaçmadılar. Hayat zaten üzerlerinden geçmişti,
caddedeki "erkete" evdeki "ana" ya da "abla"; bir işaretle topladı, toparladı; kendilerine bile acımadan tekrar arabaların arasına daldılar.
Ve derken yemek servisi yapan motorlu bir genç geçti, hızla önlerinden. Küçük dikkatlerini büyüttüler.. bastırdıkları kesin bir açlığı, belki de taze kızarmış et kokuları tahrik etmişti kim bilir? "İş"lerini bırakıp motoru baka kaldılar.
İş bulmaktan umudunu çoktan kestiğinde lise çağında olan o motorcu genci sadaketle izlediler...
Motorcu genç bir kavşaktan sonra yalpaladı. Hayatta hep gerisinde kalacağı lüks arabayı motoruyla bir kez olsun geçmeye koşullandı. Lüks arabadakinin gözleriyse caddeyi geçen alımlı kızdaydı. Kızcağız belli ki bir memureydi, güzelliğinden başka şükredecek çok az şeyinin olduğunu biliyordu. Gençliğini yıllara, emeğini kurumuna verecekti.
Çaktırmadan izlenildiğini anladı, motoruyla servis yapan gencin ilgisini çeken arabanın sürücüsü tarafından... Onunla göz göze gelmese de, yanından nazlı nazlı geçtikten sonraydı gözlerinin tamponunda kaldığının farkına vardığında.. İşte otobüsü gelmişti.. bir salamura gibi yığılan insanların içine karışması artık kaçınılmazdı.
Motorcu bir kez solladı.
Lüks arabadaki bir göz banyosu yaptı.
Kız, bir kez olsun zengin bir hayatın düşünü kurdu.
Ve dilenci çocuklar ise motorcunun çizdiği kavisler kadar karmakarışık duygulara daldılar;
işte saniyeler içinde herkes bir şeyler aldı, herkes bir şeyler taddı!
Balkondaki adam tam içeri girecekken ve perde inecekken bir siyasi partinin reklam panosuna yine takıldı gözleri: "herkese yeni bir hayat seçmeyi vaad ediyorum" diyordu...
Ve diğer vaadler hızla geçtiler zihninden: en acılı kesitlere, en yoksun kesimlere, en umarsız kitlelere bol keseden verilen vaadler... Ve on yıllardır bu ülkede o caddedeki çocuklara, genç kıza, motorcuya ve dahası lüks arabadakine ve balkondakine rolünü dağıtan bu düzenden sorumlu olan anlayışlar! Üstelik onu "değiştireceğim" deyip ona "kapıkulu olanlar"ı anımsadı bir kez daha...
Adam bir kez daha göğe baktı!
Gelecek güzel günlere hala inanıyordu...
Adam balkondan bakıyordu... Meydana, meydan okuyordu!
Çocukları ağladı ve içeri girdi.
Onları bilenerek, direnerek geçirdiği günlerin adına ve Gazi Paşa ve ulusal destanı yazanların anısında bulduğu bilgelikle ve tanıdığı ve tanımadığı hemşehrilerinden aldığı güvenle ve herşey kadar ve herşeyden öte ALLAH'ın sevgisinden aldığı güçle; öptü... öptü... öptü...