- Kategori
- Anılar
Kemik tarak ustası dedem
Toprak sıvalı duvarda, kel başının terledikçe bıraktığı kirlilik vardı. Bembeyaz duvarda ki bu leke, O'nun başının gölgesi gibi sabit durudu her zaman. Ne sağa kayardı bir santim, ne sola, ne aşağı, ne yukarı...
Tahta divanın üzerinde ki yorgan toplanmazdı gün boyu. Kimseler ellemez, oturmaz, yastığı dahi yerinden kıpırdatmazdı.
Hemen karşısındaydı emektar radyo. İllaki ajanslar için açar, başının gölgesine kelini yerleştirir, bir ayağını dizden dikip, diğerini onun üzerine atardı. Ellerini bağlamış vaziyette, gözleri yumuk..
Çıt çıkmasına müsade etmezdi ve radyodan gelen ''şimdi ajanslar'' anonsuyla sesimizi keserdik.
Kısa bir molaydı sadece bu. Hemen akabinde kalkar, koca kapının yanında ki dükkan adı verdiği atölyesine girerdi. Biz ise O'nun kapıdan çıkmasıyla kudurmaya devam ederdik.
Dükkanın ilk girişinde solda körüklü, topraktan bir ocak vardı. Körüğünden sarsınca ocağın içindeki köz alevlenir, dükkanın içini yanık kemik kokusu sarardı.
Sonrasında maşayla ateşten alınan kemik, bakır yayvan bir kabın içine atılır ''cosss!'' diye ses çıkarırdı.
Bir köşede irili ufaklı yüzlerce manda boynuzu dururdu. O'na göre hepsi mükemmel kemiklerdi ama, tarak yapmak için hep en iyisini seçerdi aralarından...
Ta ki son boynuz tükenene kadar.
Ortada hayalimde ki resmi silinmiş olana bir iki makina durudu. Bunlar birbirine uzun kayışlar ve döner dişlilerle bağlıydı. Sanırım bu aletler boynuzlara tarak şeklini vermek içindi.
Seçilen boynuzun ilk önce içinin temizlenmesi lazım gelirdi/ ki bu pek bi pis işti bize göre. Körüklü ocakta kızdırılmış kalınca bir demir parçası, boynuzların içini kızgın diliyle yalar, etrafada ceset kokusunu aratmayan bir koku salardı. Bu işi O hep koca kapının dışında yapardı.
PLastik yoğurt, deterjan (çiti), yağ kapları, plastik ne varsa artık ama illaki renkli olacak, bunlar renkli yerlerinden minik minik pullar gibi özel bir aletle delinirdi. İşte bizim için en zevkli yeri burası idi tarak yapımının. O minik pullardan O'ndan habersiz birazını çalar, yüzümüze yapıştırırdık.
Sonrasında oraya buraya dökülmüş pulları görünce, foyamız ortaya çıkardı.
Boynuzları sayma işini köyün delisi (belkide en akıllısı) yapardı. Saçları kırlaşmış, yalnız O'nunla muhabbet eden, çelimsiz bir adamdı. Herkesin yüz çevirdiği bu deli, kendi evi gibi sık sık koca kapıdan destursuz dalardı içeri.
Boynuzlar şekillenip, dişeri ortaya çıktığında, dişler tek tek törpülenirdi. Kalından inceye doğru...
Aralarında ki milimetrik hesap hiç şaşmazdı, dişler her zaman nizami olurdu.
En sonunda ortasına plastik pulların çiçek şeklinde yapıştırılması aşaması vardı. Çok şaşalı olmazdı bu çiçekler. Sadece bir kırmızı noktacık etrafında dört, beş tane pul dizilirdi.
Her biri el emeği, göz nuru olan bu taraklar cilalanıp, kuruması için gerilmiş tellere özenle asılırdı.
Bazı günler sipariş öyle yoğun olurdu ki babam, okul çıkışlarında dükkana gelir O'na yardım ederdi. Üzerinde ki takım elbisenin yerini iş kıyafeti alır, özenle taradığı saçları kemik tozuna bulanırdı.
Dedem; dedem yitip gitmiş, unutulmuş bu zanaatın bizim köydeki son ustasıydı.
Benim dedem, bir KEMİK TARAK USTASIYDI.
(Resimdeki usta dedem değildir)