Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Nisan '10

 
Kategori
Siyaset
 

Kendi Aydınını Dahi İkna Edemeyen Devlet

Kendi Aydınını Dahi İkna Edemeyen Devlet
 

Henüz İstanbul’a yerleşmiştik ve ben daha küçücük bir çocuktum. Sanırım çok değil, bir yıl sonra evimize bir televizyon girmişti, siyah beyaz. Televizyonun açılma saatini dört gözle bekler ve saat gelir gelmez televizyonun önüne diz çöker, büyük bir heyecan ve ilgi ile programları izlemeye başlardık. Hatırımda kalan öyle aman aman bir programda yoktu hani. O yıllarda bir tek “Kaçak” isimli diziyi hatırlıyorum hayal meyal. Birde zihnime kazınan haberler vardı. O haberlerde, zihnimde en fazla yer edenlerden biriside Asala Örgütü tarafından suikast yapılan diplomatlarımızla ilgili olanlarıydı. Sürekli bir diplomatın öldürülmesini haberlerden dinlerdik ve devrisi gün gazetelerden diğer detaylar okunup, öğrenilirdi.

O yıllarda zihnimde yer eden Asala Örgütü’nün, bu eylemleri neden yaptığına dair pek tabiki bir fikrim yoktu. Ortada bir terör örgütü vardı ve diplomatlarımızı öldürüyordu. Bu eylemler 1973 yılında başlamış ve 1984 yılına kadar aralıksız devam etmiş.

Soru şuydu.

Asala denen Ermeni Terör Örgütü neden diplomatlarımızı öldürüyordu?

Bu sorunun yanıtını ilginçtir, 1990 senesi geldiğinde, yani henüz 21 yaşında olduğum bir zamanda kısmen öğrenmiştim. O yıllarda İstanbul Sefaköy’de bir arkadaşımın çalışmış olduğu işyerine ziyarete gitmiştim ve orada Hürriyet Gazetesinden Emin Çölaşan’ın bir yazısını okumuştum.

Hatırladığım kadarı ile şöyle yazmıştı Emin Çölaşan;

“Evet, tarihte Ermenilere yönelik “Tehcir” denen bir uygulama yapılmıştır. Savaş şartlarıdır ve savaş koşullarında böyle bir Tehcir uygulaması sonrasında ağır kış koşulları nedeni ile yollarda insanların bir kısmı ölmüştür.”

İlk kez tarihte Ermenilere karşı böyle bir “Tehcir” uygulamasının yapıldığını Emin Çölaşan’ın yazısından öğrenmiştim ve sonrasında dönem dönem bu konu hakkında çeşitli kaynaklardan konunun detaylarına yönelik bir takım bilgiler edinmeye çalışmıştım.

Tabi çok daha ilginç olanı ise okullarda okumuş olduğumuz Tarih derslerinde ve İnkılap Tarihi derslerinde Ermenilerle ilgili olarak tek bir hususa dahi değinilmemişti. Tabi insanın tuhafına giden bir durumdu Ermenilerle ilgiliders kitaplarında hiçbir şeyin olmaması.. Osmanlı’nın yüzbinlerce Ermeni vatandaşı tehcir denen bir yer değiştirme operasyonuna tabi tutuluyor ve bu süreçte Anadolu’da yaşayan Ermeniler’in hemen hemen tamamı belirlenen rezerv bölgelerine gidemeden yollarda ölüyordu. Ama okullarda öğretilen resmi tarihte hadisenin zerresinden bahsedilmiyordu. Aradan koca bir 95 yıl geçmesine rağmen Tehcir’e maruz kalan Ermeniler, bu işin peşini bırakmıyor ve bu işin bir soykırım olduğunu ileri sürerek dünya kamuoyunun dikkatini bir şekilde bu yöne doğru çekiyordu. Ama nedense hala devletimiz bu olaya gözünü kapatıyor ve bu olayı görmezden gelerek, dünya kamuoyunun dikkatini çekmiş olan bu vahşet olayını yok sayıyor veya basit birkaç sözcükle geçiştirmeye çalışıyor.

En nihayetinde Ermenilere ilişkin uygulanan Tehcir uygulamasını ve Osmanlı’nın son döneminde iktidarda olan İttihat ve Terakki Partisinin Anadolu’da girişmiş olduğu etnik temizlik operasyonunu bu toplum öğrenmek zorundadır. “Bizim atalarımız böyle şeyler yapmaz” diyerek, tanımadığı, bilmediği atalarına bu düzeyde kefil olmak neyin nesi oluyor, anlaması zor. Bu işin içerisinde sadece İttihat ve Terakki Partisi yok, pek tabiki aynı yıllarda Osmanlı ordularına komuta eden Alman generalleride bu işin içerisinde.

Anadolu’daki etnik temizlik operasyonunun ağababalarının İttihatçi paşalar olduğuda artık bilinen bir gerçek. Koca bir imparatorluğu tarumar eden şu ittihatçi paşalar canım.

Enver Paşa, Talat Paşa, Cemal Paşa.

Emri verenler bu paşalar, uygulayanlar ise Bahaaeddin Şakir, Doktor Nazım gibi isimler.

1915 yılı sadece Ermenilerin Tehcir’e maruz kaldığı bir yıl değildir. Aynı dönem Enver Paşa komutasında Sarıkamış dramı yaşanır. 120 bin Osmanlı askeri tek bir kurşun dahi atmadan Enver delisinin kurbanı olurlar. Evet bizim atalarımız hiç böyle şey yaparlar mı canım? Gözünü dahi kırpmadan 120 bin askerini Sarıkamış’ın dondurucu soğuğunda ölüme terk edecek bizim şanlı atalarımız, ama biz halen bizim atalarımızın alnının pürü pak olmasından bahsedeceğiz. Komik bir durum.

Güya Kafkasya’da Türklere ait olan topraklar alınacak, Büyük Turan İmparatorluğu kurulacaktı. Sarıkamış Harekâtının sonucu dram olunca, Doğu Anadolu’yu Ruslara kaptırma korkusu sarmış paşaları. İşte bu koşullarda Tehcir Kararı alınıyor. Aynı zamanda bu Tehcir kararının altında yatan bir diğer ana nedende, Anadolu’nun Türkleştirilmesi operasyonudur. İttihat ve Terakki’nin son sığınağı olan Türkçülük ideolojisi ekseninde bütün bir hedef Anadolu’nun Türkleştirilmesi üzerine oturtuluyor. Bu durum Osmanlı sonrasındada devam ediyor. Cumhuriyet döneminde kısmende olsa Türkleştirme operasyonu sürdürülüyor. Sonuç ortada.

1915 olaylarının 100. yılına beş kaldı. Bütün dünyada bu yönde bir kamuoyu oluşmuş durumda ve bizim memleketin devlet büyükleri, Obama’nın ağzından çıkacak olan kelimeye kendilerini odaklamışlar. “Acep Obama ne diyecek?” diye. Amerika her zamanki politikasını uygulamaya devam ediyor. Ne şiş yansın, nede kebap yansın Amerika için. Fakat görünen bir gerçek varki, Türkiye, 1915 vahşetine yönelik olarak izlemiş olduğu politikayı, kendi vatandaşına dahi izah edemiyor. Bunun en yalın örneğini 24 Nisan günü Taksim’de yapılan anma töreninde gördük. Yaklaşık 200 aydın, ellerinde karanfillerle Taksim Meydanın’da 1915 vahşetini anma etkinliği düzenlediler. Duduk’lar çalındı, Sarı Kız türküsü söylendi ve 1915 vahşetinin anması yapıldı.

Kendi vatandaşını, aydınını dahi, izlemiş olduğu politika ile ikna edemeyen bir devletin, dünya kamuoyunu nasıl ikna edeceği pek tabiki mümkün değildir. Anma etkinliğini yapan aydınlara çeşitli kulplar takmakla, aydınları AB’nin maşalı askerleri, AB fonlarından beslenen satılmışlar olarak kamuoyuna takdim etmekle bir yerlere varılmıyor. Zira bu gibi söylemler iftiradan öteye bir anlam taşımıyor. Bunun en yalın örneğini geçtiğimiz günlerde 32. Gün isimli programda Prof. Doğu Ergil’e, General Osman Pamukoğlu’nun atmış olduğu iftirada gördük.

Ne diyordu Osman Pamukoğlu, Prof. Doğu Ergil’e?

“Sizin AB Fonlarından ne kadar para aldığınızı biliyoruz.”

Prof. Doğu Ergil cevap olarak şöyle demişti Osman Pamukoğlu’na;

“İspat et. Getir buraya belgelerini ve kamuoyuna iddialarının ispatını göster.”

Aslında bu gibi yaftalamalar, uzun yıllardan beri bu ülke aydınlarına, devletin o resmi ideolojisine biat edenlerin atmış olduğu iftiradan öteye bir anlam taşımıyor. Şayet bu iftira atanların ellerinde belge olsa, bu memleketi yüzbinlerce defa ayağa kaldırırlardı. Bu gibi iddiaların az buçuk gerçekliği olsaydı, bu aydınların, bu ülkede yaşama şansları dahi olmazdı.

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..