Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ağustos '11

 
Kategori
Kent Yaşamı
 

Kentleşme, keyif ve Ağustos Böceği

Kentleşme, keyif ve Ağustos Böceği
 

I Love NY :)


Sabah işe gelirken yol üzerinde bir Ağustos Böceği’nin yerde öylece uzandığını gördüm. Ömrünün 4 yılını yerin altında geçirdikten sonra, son bir ayı eşlerine serenat yaparak tamamlayan bu böcek hepimizin hafızalarında o meşhur hikayedeki aylaklık eden haliyle iz bırakmıştır. Oysa ki öyle aylaklık etmeye mecali bile kalmadan ömrü bitiveriyor.  

Amerika’da 17 yıl boyunca toprak altında yaşayanları varmış. Düşünsenize, 17 yıl boyunca beklenen o an geldiğinde toprak üzerine bir çıkıyor ki, New York’ta. Bir dişinin onun sesini duyma ihtimalini hesaplamak bile istemiyorum. Hemen aklıma şu meşhur kızılderili hikayesi geliyor: Bir gün New-York’ta bir grup iş arkadaşı, yemek molasında dışarıya çıkar. Gruptan biri, Kızılderili’dir. Yolda yürürken insan kalabalığı, siren sesleri, yoldaki iş makinelerinin çıkardığı gürültü ve korna sesleri arasında ilerlerken, kızılderili kulağına bir Ağustos böceği sesinin geldiğini söyleyerek onu aramaya başlar.
Arkadaşları, bu kadar gürültünün arasında bu sesi duyamayacağını, kendisinin öyle zannettiğini söyleyip yollarına devam ederler. Aralarından bir tanesi inanmasa da, onunla aramaya devam eder. Kızılderili yolun karşı tarafına doğru yürür, arkadaşı da onu takip eder. Gökdelenlerin arasındaki bir tutam yeşilliğin arasında gerçekten bir Ağustos böceği bulurlar.
Arkadaşı, Kızılderili’ye:
- “Senin insanüstü güçlerin var. Bu sesi nasıl duydun?” diye sorar.
Kızılderili ise;
- “Bu sesi duymak için insanüstü güçlere sahip olmaya gerek yok” der ve arkadaşına kendisini takip etmesini söyler.
Kaldırıma geçerler ve Kızılderili cebinden çıkardığı bozuk parayı kaldırımda yuvarlar. Birçok insan, bozuk para sesini duyunca sesin geldiği tarafa bakarak, onun ceplerinden düşüp düşmediğini kontrol eder.
Kızılderili, arkadaşına dönerek:
- “Önemli olan, nelere değer verdiğin ve neleri önemsediğindir. Her şeyi ona göre duyar, görür ve hissedersin” der.
Hikayenin ilginç yönü şu ki; dişi bir Ağustos böceği o bölgede ise diğerinin sesini muhakkak duyacaktır. Çünkü bu ses onun neslini sürdürmesi için tek çağrıdır.  

Peki ya bizler? Neleri duyuyor kulaklarımız? Para sesini mi, çocuk sesini mi, siren sesini mi? Yoksa arka bahçemizde kaybettiğimiz kuş cıvıltılarını mı arıyoruz şehir şehir?  

Evet, itiraf ediyorum; benim için en büyük keyif, penceremde cıvıldaşan kuşlar ile uyanmak. Onları nerede bulursam orada ruhum dinleniyor. Şehrin şamatasından tümüyle kopamasam da, hayatımda doğadan bir parça her zaman var...  

Kuş seslerini, akarsu şırıltılarını ve göz alabildiğine uzanan yeşillikleri kaybetmeden kentleşebilmeli şehirler. Bir dönem manzara resimli takvimler ile donatılırdı duvarlar, şimdilerde ekranlar ve uygulama arka planları öyle. Ne masaüstündeki arkaplanlar, ne de serpiştirilen doğa kırıntıları gerçeğinin yerini tutamıyor. Bu özlem hiç bitmez ki... Bir saksıda, bir akvaryumda, bir kafeste yaşatır herkes içindeki doğayı. Aslında kafeste olan onlar da değil, biziz. Bizim bu çok katlı, beton kafeslerimizden çıkmamız ve çevremiz ile içiçe bir yaşam kurmamız nasıl mümkün olabilir?  

Belki de, Ağustos Böcekleri’nin seslerini duyduğumuzda ya da yolda karşılaştığımızda şaşırmadığımız için halen şanslıyız. Hatta ondan ders bile almalıyız, hayat çok kısa.  

Sevgiyle kalınız.  

 
Toplam blog
: 149
: 652
Kayıt tarihi
: 07.04.10
 
 

Sazsız söze ezgiler diziyoruz, birer birer. "Kim" olduğumuzun belli olmadığı bu dünyada K..