- Kategori
- Güncel
Kentsel Dönüşüm (1.Makale)
Kentsel dönüşüm-sövüşüm-dövüşüm-bölüşüm projesi
Bir kenti hele Istanbul gibi bir kenti dünüştürmek her babayiğidin üstesinden gelebileceği bir proje değildir. Çünkü sıradan bir kenti bile dönüştürmek çok zorken; Istanbul’un bazı semtlerinin dönüşmesi, neredeyse çok zor ötesidir. Ve bu dönüşümü yapmak için, kent, toplum, yöre, töre bilimcilerinden antropolog pedagog psikologa kadar, birçok meslek dalından, bu konuda eğitimli, çok ciddi bir bilimsel ilimsel orduya ihtiyaç vardır. Yani Büyük Şehir Belediye Meclislerinde alınan bir karar ile bu işler yürümez. Yürütülmeye kalkıldığı zaman da, ortaya çok ciddi bir ucube çıkar.
Anneannemin babası pencerenin önünde otururken, arada sırada çevreye taşınanların, kapının önünden geçen 1.5 tonluk at arabaları ile taşıdıkları eşyalarına bakarak, bu kişilerin İstanbul’un neresinden taşınmakta olduklarını, ne tür bir aile olduklarını, nasılsa hiç şaşırmadan bilirdi?!. Keza o zamanların yerli İstanbullu’ları, muhataplarının hâl ve harekâtına istinaden, hangi semtten olduklarını hemen çıkartırlardı?.. İstanbul’un neredeyse her semtinin, kendine göre bazı kelimeleri, tavırları, yapı özellikleri vardı. Tabii bunu dediğim tarihlerde İstanbul nüfusu henüz Bir Milyon rakamına varmamıştı. O zaman Bakırköy’den Göztepe’ye gelindiğinde; geri dönülmez, birkaç gün kalınırdı. Zîra o günün insanları için bu mesafe, deniz aşırı çok uzun bir mesafeydi.
Sonra İstanbul’a gelip, İstanbul’un bu yerli halkını ve İstanbul’u beğenmeyenler türedi. Bu şekilde de İstanbul zıvanadan tamamen çıkıp; Onİki ile OnBeşMilyon civarı hemşehri değil; hemvatan barındıran bir canavar haline geldi. Zîra taşradan gelen herkes, kendi akıl ve adabını da bu şehre taşıyıp, burasını bir mega köy hâline dönüştürdü. Bugün her türlü imkâna rağmen, Bakırköy’den Göztepe’ye gelmek, çok daha uzun bir zaman almakta. Gelenler de asrın ve şehrin manen yoksul kalmış aklına tavrına uyarak, evlerine geri döner oldu. İşe eve okula derken, her gün İki saat ile Dört saat arası bir zaman yollara serpilir hale geldi. Ve giderek şehir insanları ile birlikte, birbirinden koptu. Pendik’te oturan anne baba ile Sarıyerde oturan erkek evlât Beyliktüzünde oturan kız evlât, görüşemez oldular. Bizler gibi asırlarca İstanbullu olanlar da, bu şehirde sokağa çıkmaktan bile korkar olduk.
Bu durum, asırlarca muhteşem tarihî olaylara sahne olmuş bir şehir ve aileden olma anadan doğma bu şehirli olanlar için: En ağır, en acı, en feci, en sefil durumdur. Efendim bu amansız ve hatta çok yönlü vicdansız neticeye, sebep teşkil edenler, tabii yanlış siyaset üretmek sureti ile milletin potansiyelini yönlendiremeyenlerdir. Aç kalan da, ölüm tehdidi alan da, her sebeple İstanbul’a hücum etmiştir. Netice de güneş balçığı, balçık çarığı, çarık ayağı, ayak canı, can da başı sıkar olmuş, çok geç olarak 21. Asır itibariyle bu yaraya neşter vurulmuştur. Ancak her neşter bir derde tedavi teşkil etse de; başka derde sebep olduğu gibi, şehre vurulan neşter de, bazı plânsız programsız dönüşümler ile başa belâ olmaya, dengesizliklerin ortaya çıkmasına, sebep teşkil etmiştir. Ve gördüğüm kadarı ile bu şeh-rül İstanbul’a, süre ve sayı itibariyle kaldırabileceği neşterden fazlası, çok kısa sürede vurulmuştur.
Neşter Bir: Boğaz’ın bugünkü rezaleti, bir dönüşüm projesi olarak değil; bir maganda tarzı eğlence projesi olarak gelişmiştir. Sahildeki feşafeş seslerini öpen, “Çıt çıkmıyor ne kürekten ne yürekten” namelerinin yerini, 130 dB gücünde, aslı müzik de olmayan, ritmik bir gürültünün alması, Boğaz gibi eşsiz bir yer için, hiçbir medeniyette kabul olunabilir, bir facia ve rezillik değildir. Üç Beş kişi para kazanacak, birkaç yüz kişi de her gece eğlenecek diye, Boğaz kıyılarının oturulmaz hale gelmesi, bu şehri yönetenlerin yüz karasıdır. Zîra, O gürültüyü yaparak, o güruhu tepindirecek yerin, boğaz kıyısı olması asla şart değildir. Boğaz kıyısında denize nazır balık yenir. Rakı içilir. İstanbul yaşanır. Aşk yaşanır. Şiir şarap yaşanır. Bu arada gayet sakin, ruhları yıkayan bir müzik de dinlenebilir tabii. Ama asla o müzik değil karşı sahilden; komşudan bile duyulmaz. Kaldı ki; o sahillerde oturanlar arasında, gece 03.00 gibi kalkıp işe gitmesi gerekenler, sabah erkenden bir beyin ya da kalp ameliyatına girecekler de vardır. Bu insanların saat:22.00 gibi büyük bir sükûnet içinde uyumak hakları değil midir? Ben yöneten olsaydım, lâf anlamaz bu gürültücü kesimin evleri önünde, Onların yatma saatleri olan, her sabah ezanından sonra, akşama kadar aynı güçle mehter marşı çalardım. Bir haftaya kalmaz tası tarağı toplayıp, meskûn olmayan bir mekânda gürültü yapmaya giderlerdi.
Neşter İki: Galata neşteridir. Bu dönüşüm sayesinde, alt kattan kaçak elektrik kullanan yığma kaçak katlar, bir binada ÜçYüz TL. İle ÜçBin $ arası kirada oturan her konuda kültürleri taban tabana zıt insanlar, O semtin mimarisi ve esas yaşamı ile uyuşmayan sonradan yerleşme ya da gezişken tipler, Galata Kulesi etrafına zorlama bir şekilde kurulan Geleneksel Galata şenlikleri, Kültürlerin kardeşliği, Galata Moda Felstivali gibi fan-fin-fon işler, bu çevrede gelişen oteller, pansiyonlar, caz ya da ince saz yapan klüpler, galeriler, müzik aletleri notalar ya da elektrik malzemeleri satan dükkânlar, Galata Kulesinin sağ ve sol cenahlarında, Sinagog ile Kilise, yolun en altında şehrin yegâne umumhanesi, yolun en başında Galata Mevlevîhanesi!.. Şehrin o semtine ait olan ve de olmayan, beş benzemez meseleyi bir araya getirmiştir. Böyle bir çorba, birlikte yaşam mücadelesi vermektedir. Bu sebeple, Galata Kulesi ve meydanındaki evlerde, sabaha kadar gürültüden uyumak bile mümkün değildir.
Neşter Üç: Taksim, kuyruğundaki Beyoğlu ile Pera ve Tünel’e dolayısı ile de Galata’ya bağlanmış bir ejder haldedir. Bir başka değişle: Dümdüz bir aks üzerinde, Galata Kulesi’nden Elmadağına kadar olan, o güzergâh salkımsaçak meyhaneler, salkımsaçak berduşhaneler, salkımsaçak otel motel pansiyon tansiyon, içki kumar, kadın, uyuşturucu, buluşturucu akla gelen her ne herze varsa, o herzelere ait haneler ile doludur. Orası ve maalesef, eski Pera ve Beyoğlu ile uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmayan, bir ucube hâline gelmiştir. İpini kopartan, canı sıkılan, efkârınca eğlenceye takılan, bütün cemaat, cemiyet, camia gibi kılık ve kılıfta insanların, tümünü tümleç şeklinde o civarın sokaklarında görmek mümkündür. Tabii her yer ve her kişide, nezahet, nezaket, nefaset, elegans paçalardan akmaktadır. Ben İstanbul karşısında zorlanan, gerçek bir İstanbullu olarak, 1962 senesinden bu yana, Yirmi kere çıkmadım Beyoğlu’na. Çıkarsam sabah ile öğlen arasında çıktım. Bu yirmi çıkışın, bir hata, Beşi bile geceye rastlamamıştır. Rastlamaz, rastlayamaz da. Zîra ben bu büyük şehrin eşrafı bir ailenin ferdi olarak, ailemden aldığım kültür ihtisası, bu tür yerlerde bulunamam.
Neşter Dört: Salkım saçak Beyoğlu yetmiyormuş gibi, esas adıCeneviz sokağı olan, hayli yokuş bir sokaktan, Fransız sokağı diye bir sokak peydahladık. Bu sokağın tepesi yine Beyoğlu’nun göbeği Galatasaray. Dibi de Tophane’nin uç noktası. Az buz değil tabii yerli halkı, yerli yabancı turisti ile senelik potansiyeli, herhalde YirmiBeş İle OtuzBeşMilyon civarı, muhtelif tipte insanın yaşadığı ve yemeğe, eğlenmeye, tepinmeye, azmaya, coşmaya, çılgınlığa koşmaya doyamadığı bir şehir burası. Bu sebeple de yer gök her taraf hücre hece, gündüz gece eğlence dinlence mekânları olmalı. Ne tekim Fransız sokağı da bu çeşit bir yer oldu. Hatta Cemil İpekçi bile oraya bir mekân kondurdu. Bir tanıdığım da orada bir yer açmak üzereyken, ses tesisatına bakmamı reca ettiği için, mecburen uğramıştım. Sadece kontrol için sesi biraz açtığımızda; oranın yerlisi karşı komşu dayanıp kapıya, haklı olarak sesi kısmamızı söyledi. Durumu anlattığımızda da, ilk gününden taviz verilmesi halinde, tahminen başa gelebilecekleri, bizlere sırası ile açıkladı ki; yerden göğe kadar haklıydı. Sonra Tophane tarafından, birkaç sefer daha gittiğim o sokaktan ve çevreden, pek fazla hazzettiğimi de söyleyemem. Zîra her şey zorlamaydı. Kaldı ki; orada kiralama yapmış olanlar da durumdan pek memnun değillerdi.
Neşter Beş: Sulukule’nin de kent dönüşüm programına alındığını, bir vaveylâ ile öğrendik. İlk bakışta bu düşünce çok yerinde gibi görünebilir. Ancak, burada oturan ve bu mahalle ile bütünleşmiş olan, buranın yerli halkını yerinden etmek, yerinde bir hareket midir, değil midir? Bu durum yerleşik kültürü deforme etmek, dejenere etmek anlamına gelir mi, gelmez mi? Çingene oradan gidince, yerini kimler ve neseple alacaklardır? Bu durumu iyi düşünmek gerekir. “Efendim esasen başka sıkıntılar olduğu için bu dönüşüm yapılmaktadır.” şeklinde mazeretler de söz konusu olabilir. Ancak, eskiden nüfus cüzdanlarında “Kıpti” yazan Çingenelere, son zamanlarda “Roman” adını lâyık görmek, ne büyük bir cehalet ve rezalet ise; Çingeneleri Yedikule dışına taşımak da, o denli büyük bir rezalettir. Bunun adı da dönüşüm olmaz. Ancak, o mahâl usta akıllar sayesinde, gayet zekîce ve çok güzel imar ve restore edilmek sureti ile Çingeneler ve Sulukule geceleri turizme dahî açılabilirdi. Zîra bu Dünya’da Çingene hayranı bir çok insan var. Ve fakat doğru yanlış ama çıkan kokulara göre: Oranın kamulaştırılarak bir rant alanına dönüştürüleceği doğru ise; işte bu çok yamlış bir tutum olacaktır. Kaldı ki; Nürnberg kalesinin bir kapısından, eski şehre girildiğinde; umumhanenin göbeğine girilmiş olunur. Bu hâl asırlarca böyle gelişmiş ise; bunu dönüştürmeye kalkmanın bir alemi de yoktur. Rantı bir kenara koyar, orada büyük bir zevkle çingenenin çaldığı klârineti dinlersin. Bir önemli hususa daha dikkat çekmek isterim. Beyoğlu hayatiyetine rağmen, Abanoz sokağı yıllarca ölü kalmıştır. Var sayalım ki; Sulukule abad edildi. Yıllarca Çingeneler münhasır olan o mahallede, kim oturacaktır?
Neşter Altı: Tarlabaşı dönüşümü de söz konusu. Şu aralar, belli bir oranda hayat kadınlarına, o kadınlara müşteri temin edenlere, yanlış yollarda çalışan yoksul insanlara, yataklık yapan, bir başka değişle: Kuledibi Elmadağ aksında çalışanlara, pansiyonluk eden bu mahâl, bir çırpıda nasıl ve ne gibi bir şeye dönüşür? Bu işi gerçekten merak ediyorum. Plân üzerinde gördüğüm kadarı ile Tarlabaşı A’dan Z’ye de bir dönüşüm görmeyip, Tepebaşı tarafı, kısmî bir dönüşüme tabî olacak. O zaman bu İki ayrı kesim, içiçe nasıl yaşayacak? Orası öyle tatsız bir yer ki; orada çok eskiden kalma bir emlâkimiz olduğu halde, bina işkâl altında bulunduğu için, oraya bulaşmayı bile tercih edemiyorum. Kaldı ki; orada bir dönüşüm olduğunu öğrenen zevat da, bir yerler kapabilmek için, önüne gelene baskı yapmakta, hatta tehditler dahî savurmakta. Yani her şey güllük gülistanlık olsa bile, neticede o yerin sahipleri mafya olacaksa; dönüşenin ne ve nasıl olacağını sormakta herkes haklıdır?!.
Neşter Yedi: İstanbul Modern ve Galata-portsebebi ileTophane’ye de vatandaş inceden bir neşter vurmuş zaten. Zîra Galata-port dün olmadıysa da; yarın mutlaka olacaktır. Ve tabii Galata-port olduğu zaman, İstanbul Modern ile birlikte, o civarlar yeni düzenlemeler sayesinde, sanatsal faaliyetler için, çok ciddi bir değer de kazanacaktır. İlk bakışta yine makul gibi görünen bu dönüşüm de, doğru projelendirilmediği taktirde, makul bir mesele olmaktan, esasen çok uzaktır. Zîra İstanbul’un bitirimi külhanbeyi Tophane’den çıkar. Bu hâl şehrin o semtinin ruhuna sinmiş erkeksi bir gerçektir. Kentsel dönüşüm projesi ile Osmanlı’dan beri ruhlara sinmiş bilgileri ile insanları da bir anda dönüştürmenin, mümkün olabileceğini sanmak, sadece salaklıktır. Bu itibarla bu münferit galerilerin eski Amerikan pazarları civarında yer almasında yarar olur, bu şekilde de, geçen gün zuhur bulduğu gibi bir mazarrata, sebep teşkil olunmazdı. Meclis-i meb’usan caddesinin, deniz tarafında kalınmayıp, kara tarafına her geçilmesi hâlinde: Şehrin erkek yapısı ile karşılaşmak yarım asır kadar daha, kesin olacaktır.
Yazımın başında anlatmak istediğim de işte budur. Şehrin insan ve doğa yapısını tanımadan, damdan düşer gibi bir dönüşüm yapmaya kalkmak, sadece abesle iştigâldir. Ya insanları dere yataklarında boğarsın. Ya da hayatlarını karartırsın. İlk dönüşüm Kuledibi olmakla: Henüz, hiçbir müspet netice elde edildiği söylenemez. Ve bazı insanlar da, bu dönüşüm sebepleri ile yerlerinden yurtlarından edilmişler, yanlış yerde dükkân açanlar da, racona uymadıkları ya da uyamadıkları için, cam, çerçeve, vitrin ile kafalarından gözlerinden edilip, hastahanelik olmuşlarsa; bu işlerin esas müsebbipleri, damdan düşer gibi dönüşüm yapanların ya da her önüne gelene incelemeden sorgulamadan ruhsat verenlerindir. Tüm bu gerçekleri dönüşümcülerin bir daha ciddiyetle dikkate alması gereği vardır. Zîra zaten talan edilmiş olan İstanbul, dönüşümlerle çılgın da edilmemelidir.
Haydar Volkan
İstanbul: 25.09.2010 Not: Konu ile ilgili olarak: Galeri sahiplerine, Açılışa davetlilere, Lâikcilere, Dincilere Sille sopa galeri basanlara, Polis güçlerine, Bazı medya mensubuna, Ekranlarda fikri olanlara, Bedri Baykam’a, Turizm Bakanına, sonraki yazımda değineceğim.